Erdemli Ergenlerimizle Hicr Suresine "Bismillah" dedik.
Her zaman kulak verdik.
Mushaf’ın ruhumuza fısıldadıklarına,
Evet;
Bir tefsir modunda ilerlemiyoruz.
Lakin Erdemli Ergenlerimizin ve tabi ki benim ruhuma şifa olacakları en iyi bilen Rabbimizin kelamı ile nefislerimizi temizlemeye ve terbiye etmeye çalışıyoruz.
Hicr suresinin başlangıcındaki ayetlerde Kura-ı Kerim'in ayetlerinin insanın dünya ve ahiret saadeti için bir rehber niteliği taşıdığına dikkat çekiliyor.
Ve bu ayetlerin rehberliğine aldırış etmeyenlerin iş işten geçtikten sonraki pişmanlıklarını gözümüzün önüne sahneliyor.
Bir zaman gelecek ve "keşke Müslüman olaydık." şeklindeki pişmanlıkları olacak olan insanları Rabbimiz bize Kuran-ı Kerim'in birçok ayetinde belirttiği gibi Hicr Suresine de tekrar bir hatırlatma ile başlıyor.
Dha sonra ki ayetlerde ise
Hz. Muhammed'in ve bizlerin tebliğ çalışmalarına rağmen laftan anlamaz olanlar için kendimizi helak etmemiz gerektiğini Rabbimiz bize hatırlatıyor.
Ve bu dünya hayatının zevkü sefasına kapılan insanları kendi hallerine bırakmamızı söylüyor.
Tabi ki tebliğ vazifemizi ciddiyetle yapanlardan isek durum budur.
Aslında Rabbimiz burada bize genel bir kuralı hatırlatıyor.
"Sen kul olarak elinden geleni yap, sen elinden geleni yapmakla sorumlusun. Hidayet Allah'tan, kalpler Allah'ın emrindedir."
-Yapılması gereken yapılacak ve Allah'a sonuç için tevekkül edilecektir.-
Ayrıca insanın fıtratına da dikkat çekiliyor.
İnsan her daim şaşmaya müsait lakin bu müsait olma hali kadar nefsini terbiye edebilme, kontrol edebilme becerisine de sahiptir.
Buradaki püf noktası insanın irade sahibi bir varlık olduğunun farkına varıp Allah'ın kendisine bahşettiği nimetleri en güzel şekilde değerlendirebilir olması gerektiğine dikkat çekiliyor.
İnsan;
Kendisinin melek ya da şeytan statüsünden farklı olan halini iyi değerlendirmek zorundadır.
Ve ümmetin, her toplumunun Allah tarafından belirlenen bir eceli vardır.
"O ecel gelmeden insana yakışır şekilde bir hayat yaşamak" her insanın öncelikli vazifesidir.
Ve Mekke halkı Hz. Peygamber(s. a. s) sataşarak onu deli olmakla, mecnun olmakla itham ediyorlar.
Rabbimizin zikrine laf etmekten geri durmuyorlar.
Mekkeli Müşriklerin bu hallerine karşılık Rabbimiz Mushaf'ın her daim kendisi tarafından korunacağını belirtiyor.
Mushafa laf edenlerin, alay edenlerin mutlaka hak ettikleri cezaya çarptırılacağının garantisini veriyor.
İlerleyen ayetler de ise Rabbimizin ayetlerinden olan gökyüzü ve gökyüzünü ışıltıları ile süsleyen "yıldızları" -burc- seküler dünyanın modern insanları olarak astrolojiye kurban verdiğimize dikkat çekiliyor.
Hakk'ın yıldız-burc-tanımından fersah fersah uzaklaşarak onlara kaderimizin yazgısını bildirme görevi yükledik.
Oysaki Rabbimiz bizlere bir nimet, hikmet ve dahi gökyüzünü, yıldızların ihtişamı üzerinden kendi varlığının kudretini hissetmemizi istiyor.
Özellikle Hicr Suresi 16-20.ayetleri ile Allah kendini bize ispat ediyor
"Yaratanın gücüne iman edin" diyor.
Bizler ise o gücü yok sayıyoruz.
Bizler insanoğlu olarak yaradanın varlığını ve varlığına imanın bir göstergesi olan "yap dediklerini" yapmaktan nasıl ve ne zaman kadar uzaklaştık.
Erdemli Erdemler olarak Rabbimizin
bizi nimetlendirdiği şeylere rızai ilâhî gözlüğüyle bakmak durumundayız.
Ve nimetleri ölçüp, tartıp hayatımıza o nimetler ile yön vermeliyiz.
Hicr suresinde şeytanın Allah'tan izin isteyerek insanı kıyamete kadar yoldan çıkarmak için çaba harcayacağını öğrendiğimizde yine şeytanın bunu yapar iken de insanın "kendini çok özel görmesi" zaafından hareket ederek yapacağını farkettik.
O yüzdendir ki;
Şeytanın zaaflarımız üzerinden bizi kontrol etmesine müsade edemeyiz.
Hele ki Rabbimizin "mümin" kullarına şeytanın hiçbir yaptırım gücü olamayacağını beyan eden ayetler ile muhatap olduktan sonra şeytanı sevindirecek hiçbir eylemde bulunmamak konusunda daha dikkatli davranmaya ve birbirimize bu konuda her daim hatırlatıcı olmaya karar verdik.
Ve" mümin" kalabilmek için kendimize gerekli soruyu sormadığımızı farkettik.
Sormamız gereken soru;
"Gerçekten cennete gitmek istiyormuyum? "
Ve insanoğlu olarak önem verdiğimiz şeyler sıralamalarımızı artık seküler dünyanın biçimlendirdiği "aklımız" belirlediği için malesef artık nefsimize doğru soruları soramıyoruz.
Doğru soru soramayan nefis tabi ki doğru cevaplar veremediği gibi cennete götürecek amellerden de fersah fetsah uzakta olan hayatlar yaşıyor.
Oysa ki her insanın içinde "tevhîd bilinci" mevcuttur.
Bizi yaratan Rabbimiz hepimizin içine nurunu üflemiştir.
Allah(nûr) "ruhu" tüm insanların fıtratına yerleştirilmiştir.
Bizler seküler, modern dünyanın bize sunduğu ve hatta "fırsat" olarak tanımladığı ve kodladığı tüm nefsani aldatmacalar içimizdeki Allah'ın nûrunu "ruhunu" atıp koparmaya çalışan şeytani tuzaklardır.
Oysa "Allah bana ruhundan üfledi ben eşrefi mahlukum." diyerek yola koyulsak Allah'ın bize dünya imtihanının karşılığı olan cennete "talip miyiz" sorusunu sorabilecek kapasiteye erişeceğizdir.
Malesef tembelliğimiz ve Allah'a doğru koşu parkurundaki emekleyen hallerimiz bizi Allah'ın nurundan ve ruhundan hissedar olamayanlar sınıfına sokuyor.
Cennet yolcusu olabilmek koşmayı gerekli kılar.
Ve yine malesef modern,seküler dünyada "şeytanlaşmış müslüman" şeytandan daha zelîl durumdadır?
Çünkü o kovulmuş olan şeytanı taklit eder ve etrafını da etkiler.
Biz islam medeniyetini dünya insanına sunamadığımız için onlar bize kendi davetleri ile geliyorlar.
Derdimiz "mümin kalmada" ne kadar "istikrarlıyız" olmalıdır.
Bununla birlikte seküler, modern dünyaya medeniyetimizi sunma gayretimiz olmalıdır.
Biz iman etmeye niyetlendiysek şeytan ancak "ayak takımıdır."
Allaha itaat ettiğimizde şeytanı ayaklar altına aldığımızda Rabbimizin cennete nâil oluruz biiznillah