Sultan Abdülhamit Han; orta boylu, geniş göğüslü, omuzları kalkık, sesi kalın ve gür, konuşması tane tane ve gayet sakin idi. Sık sık tebessüm eder, fakat kahkaha ile güldüğüne hiç rastlanmazdı.
Yürüyüşü tabiî ve pek vakarlı, gayet nâzik, her hâlinde bir fevkalâdelik vardı. Çok hassas, zekî, hafızası sağlam ve dikkatliydi.
Giyinişi, yaşına uygun ve zarif olup, kış ve yaz, önü iki sıra düğmeli, İnce veya kalın yumuşak kumaşlardan yapılmış uzun palto giyer, sıhhate en müsait olan kumaşları tercih ederdi. Sadeliği ve intizamı ön plânda tutar, yaptığı ve yapacağı şeyleri not eder, yaptıracaklarını da not ettirirdi.
Zekâsı ve gönül alıcı muamelesi, yabancıların da hürmetini kazanmıştı. Bu sebeple işlerini kolaylıkla gördürürdü. Hâl ve tavrında görülen fevkalâdeliğe hayran kalanlar, ona hizmet etmek, işlerini kolaylaştırmak hususunda yarışır, hizmette bulundukça iftihar ederlerdi.
Abdülhamit Han, mahiyetine ve vekillerine, ilim ve sanat erbabına ihsânı, ecnebilere hediyesi bol ve kıymetli idi. Mevkilerine, hizmet ve başarılarına göre ihsân ve ikrâmda bulunurdu. Halktan, fakirlik ve sıkıntı içinde olanların hâlini haber alınca, para veya eşya gönderir, hastalara bizzat doktor yollardı.
Sultan Abdülhamit Han’ın şahsiyeti hakkında, İngiliz koramirali Sir Henry Woods hatıratında şöyle demektedir: “Bana göre sultan Abdülhamit, gelmiş geçmiş Osmanlı Pâdişâhları arasında en müstesna mevkii işgal edenlerden biridir... Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri gelen en başarılı hükümdarlardandır.”
Çok sakin ve gösterişten uzak bir hâlde yaşardı. Bir meseleye çözüm ararken, danışmanlarını dinler, ancak onların fikirlerine esir olmazdı. Şehzâde iken de akıllı, nâzikti ve o zaman da İstanbul’a gelen seçkin Avrupalılar kendisini ziyaret etmek isterlerdi...
Eğer sultan Abdülhamit Han olmasaydı, devleti akılla idare etmeseydi, devlet çoktan yıkılmış olurdu. Türkiye’yi para ve personel bakımından kemiren, yoksul bırakan, gelişmesini durduran 93 Rus harbinin yaralarını sarabilmesi hayrete şayandır. Dış borçları ödedi, orduyu kuvvetlendirdi ve Osmanlı Devleti’ni gene dostluğu ve ittifakı aranır bir hâle getirdi. Sultan Abdülhamit düşürülmeseydi, Birinci Dünya Savaşı patlamayacaktı.
Aksini düşünsek bile Sultan, Osmanlı’yı tarafsız bırakacak ve harpten sonra hiç yıpranmamış bir Türkiye olacaktı, yıpranmış devletler arasında sivrilecekti... Yoksul halk tabakalarının bütün dertleriyle üzülerek ilgilenirdi ve doğrusu hıristiyan tebeasını da ayırmazdı. Çok büyük olan servetini bu yolda kullandı...
Devlet yönetimini Bâb-ı âlî’den Yıldız Sarayına alarak sistemi bozdu. Avrupa büyük basınını günü gününe ve mühim kitapları yayınladıkları aynı yıl tercüme ettirip, okur veya okuturdu. Bu şekilde 6.000 kitap tercüme ettirmiştir ki, defterler hâlinde kütüphanesinden çıkmıştır.
Mükemmel dış politikasının esas prensipleri; soğukkanlılık, hareketsizlik, harp tehlikesini atlatmak, devletlerin aralarındaki en uyuşmaz noktaları, düşmanlıkları, kıskançlıkları derhâl teşhis edip, Osmanlı lehine kullanmaktı...
Sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar çalışarak pek az uyurdu. Halîfelik sıfatına, daha çok ehemmiyet vermişti. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlarla meşgul olurdu. Onları İstanbul’a sevgi ve saygıyla bağlardı. İstanbul’da devamlı olarak binlerce yabancı Müslüman bulunur, Orta Afrika’dan Çin’e kadar olan ülkelerdeki Müslümanlar gelip gider, telkin ve emir alırlardı.
Gerçek aile babası, çocuklarına düşkün, onları iyi terbiye eden, hoş sohbet bir hükümdardı. Ordusunu kullanmaya azmetseydi, hiç bir kuvvet onu tahtından indiremezdi. Ama buna yanaşmadı. Zaten savaşa ve kavgaya değil, ince diplomasiye inanırdı. Her seviyedeki adamın bir değeri olduğunu bilirdi...
Hareket ordusu, üç beş bin kişiden ibaretti. Arnavut, Yahudi ve Rumlar çoğunluktu. Yalnız subayları Türk’tü, son Cuma selamlığında bir kaç gün önce kendisine refakat eden 8.000 çok iyi yetişmiş hassa askeri bile bu kuvveti bir hamlede darmadağın ederdi.
Halk kendisini çok severdi. Hal’inden bir kaç gün önceki son selâmlığında; “Padişah’ım çok yaşa” naralarıyla yeri göğü inleten halk, gayet samimî idi...”
Sultan Abdülhamit Han, İslamiyet’in emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta son derece hassasiyet gösterirdi. Abdestsiz yere basmazdı. İslâm’a aykırı yurt içinde ve dışında zararlı neşriyat yapılmaması, Müslümanların dinlerini ziyana uğratmamaları için mümkün olan her hizmet ve faaliyeti yürütmüştür.
Çok cesur ve tevekkül sahibi idi. 1898 senesinde Dolmabahçe Sarayı’nın büyük muayede salonunda Sultan, devlet erkânı, subaylar, paşalar, yüzlerce yerli ve yabancı temsilcilerle toplantı hâlinde bulunduğu sırada, şiddetli bir zelzele oldu. Sultan, bir kaç tonluk avizenin tam altında bulunuyordu ki, avize sağa sola saat rakkası gibi sallanmaya başladı. Kahraman paşalar, cesaretli subaylar, ömrünü savaşlarda geçirmiş gaziler birbirlerini çiğneyerek dışarı kaçarken, Padişah yerinden bile kımıldamadı. İstifini dahi bozmadan; Allah kelâmından bazı ayet-i kerimeler okuyarak, büyük bir vakar ve tevekkül ile neticeyi bekliyordu.
Sultan Abdülhamit Han çok şefkatli ve merhametliydi.
Adaletin tez vakit gerçekleşmesi hususunda son derece hassastı. Perşembe günü tutukluları makamında kabul eder, “sen suçlusun sen serbestsin” der ve ertesi gün Cuma Namazını kılmalarını sağlardı.
Sultan Abdülhamit Han, acil iş olunca, gecenin herhangi bir vaktinde uyandırılmayı ister, ertesi güne bırakılmasına razı olmazdı. Bu hususta Mabeyn başkatibi Esad Bey, hatıratında şöyle demektedir: “Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan’ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. Acaba Sultan’a bir emr-i Hak mı vaki oldu? Diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan, elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek; -Evlât, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha ilk kapıyı vuruşunuzda uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiç bir evrakına abdestsiz imza atmadım, getir imzalayayım” dedi.
Besmele çekerek imzaladı…
Abdülhamit hanı hakkıyla anlatmaya gücümüz yetmez amma biz elimizden geldiğince anlatmaya devam edeceğiz…