Brunson krizinin çözümüne yönelik senaryolar üzerinde haftalardır Amerikan basınında çeşitli haberler yer alırken, Amerika’nın önde gelen analistleri de Brunson’un serbest bırakılacağına dair diplomasi kanallarına işaret ederek çeşitli görüşler ortaya koymaya çalışıyorlardı. ABD Başkanı Trump’ın ise, Brunson’ın ev hapsinden itibaren ortaya koyduğu kararlı tutum tam bir deterministtik örnektir.
Nitekim Brunson’un serbest kaldığına dair mahkeme kararından sonra twitter hesabında Trump, "Rahip Brunson hakkında çok sıkı çalıştık" ifadesini kullanması ve Türkiye’ye teşekkür etmemesi işin siyasi boyutunu ortaya koyması bakımından asıl üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Bu twitten hareketle, asıl büyük resme baktığımızda Brunson’un bırakılmasındaki asıl siyasi iradenin ve başarının yalnızca kendisine ait olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.
Özellikle, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önceden Trump’a atıfta bulunarak, "Al papazı ver papazı" söylemi ne yazık ki, ABD nezdinde kabul görmediği mübeyyin olmuştur. Nitekim cumhurbaşkanlığı makamından yapılan Brunson açıklamasında ; "Trump'a bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, Türk mahkemeleri bağımsızdır" ifadesi siyasi zemindeki kırılganlığın göstergesi niteliğindedir. Özellikle Cumhur İttifakı’nın önemli aktörlerinden Devlet Bahçeli’nin de Brunson konusunda hükümetle hemfikir olmadığı gayet net olarak ortaya çıkmaktadır. Bahçeli, yaptığı basın açıklamasıyla üstü örtük olarak sorgulayıcı bir tavır ortaya koyarak bu konuda hassas olan tabanına göndermede bulunmayı ihmal etmemektedir.
Andrew Brunson’un son duruşması, ABD’de yaklaşan Kasım seçimleri öncesinde Trump yönetimi açısından kritik bir eşik niteliği taşımaya başlamış olmasından dolayı, daha da büyük önem kezbediyor olmasının da altını kalın çizgilerle belirtmek gerekir düşüncesindeyiz. Şöyle ki, Trump’ın seçilmesinde önemli rol üstlenen “Hristiyan Siyonistler” nam-ı diğer “Beyaz Evanjelist Protestanlar”ın, en az Trump kadar bu davanın sonucunu büyük bir merak içerisinde takip etmeleri, Kasım seçimleri öncesi Cumhuriyetçiler açısından daha da büyük risk taşımaya başladı.
Burada, Brunson davasının kuramsal çerçevesinin nasıl şekillendiği konusunda tahmin yürütmekten çok, aksi bir durumun hâsıl olması durumunda, bunun Türkiye açısından nasıl sonuçlar doğurabileceğinin mercek altına alınması daha doğru olacağı fikrini taşıyoruz. Nitekim buna dair bazı işaretleri yetkililerin dikkate almış olduğunu tahmin ediyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD’ye karşı sürekli “Stratejik Ortaklık” konusundaki yaklaşımlarına rağmen, Türkiye ile ABD arasında uzun zamandan beri yaşanmakta olan perspektif farklılığı, Suriye’deki son gelişmeler ve Brunson konusundaki tutum farklılıkları ile bariz şekilde uç vermiş oldu. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın “stratejik ortaklık” hamlelerine rağmen, Başkan Trump, Türkiye’ye karşı hastane tutumunu alenen ortaya koymuştur.
Özellikle, bölgesel düzeyde stratejik öncelikler göz önüne alındığında, Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen, ABD ile ciddi manada yönetişim ölçekli derin fay ayrışmaları yaşamış ve sözde “stratejik ortak” olan ABD’nin , “normatif güç” olarak dayanışma içerisinde bir irade ortaya koyamaması ve sürekli Türkiye’yi tavize zorlayıcı adımlar içerisinde olması yeni kutuplaşmaları da beraberinde getirmiştir.
Başkan Trump’ın Andrew Brunson ile sınırlı kalmayacağı, Fetö’den tutuklu NASA uzmanı Serdar Gölge ve ABD konsolosluk çalışanları için de Türkiye nezdinde girişimler yapacağı muhtemeldir.
Ezcümle Andrew Brunson'un, yıllarca Türkiye'deki bilinen faaliyetlerine karşı sessiz kalan ve bu konuda hiç bir adım atmayan zihniyetin de sorgulanması gerekmez mi?