SEVGİLİ OKURLAR: Bazı düşünceler vardır ki yazıya dökülmediği sürece insanın zihnine kamp kurar. Ne gider, ne şekil değiştirir, bekler. Anlatılmayı, anlaşılmayı, belki de sadece görülmeyi ister. Bu yüzden bazı fikirler, defalarca düşünülmesine rağmen hâlâ ‘ilk kez’ yazılmayı bekler. İşte bu yazım, o bekleyişe bir yanıt verme denemesidir.
Her sabah aynı sokaktan geçen, ama kimsenin adını bilmediği bir adam gibidir bu düşünceler. Bildik ama belirsiz. Hissedilen ama tanımlanamayan. Kendilerini ne cümleye döktürürler, ne de tamamen unuttururlar. Sadece tebelleş olurlar: İçten içe ağırlaşır, zihni yorar, ama nedense bir türlü gitmezler.
Belki de hiç konuşmadığımız bazı şeylerin dilimizde olmadığı ancak zihnimizde yansımasıdır. Ya da yazmak istediklerimizin kalemin ucuna varmadan buharlaşması... Söz uçar, yazı kalır. denir. Ama ya hiç söylenemeyen sözler, hiç yazılamayan yazılar? Onlar nerede kalır? Belki de sadece bizi içeriden içeriye ezer.
Bazı düşünceler sıradan olmaktan da ötededir ve yalnızca ‘henüz sıraya girmemiştir.’ Hayatın gürültüsü içinde bir köşede sessizce sırasını bekler. Belki bir gece yarısı, uykuyla uyanıklık arasında zihne düşer. Belki bir şiirin tam ortasında göz kırpar. Belki de bir yabancının cümlesinde kendisini duyar gibi oluruz.
Yine de kabul etmek gerekir: Bu düşünceler, suskunlukla kıymetlenir. Çünkü ne kadar uğraşsak da, bazı duyguların bir karşılığı yoktur sözlükte. Sadece yaşanır, sadece çekilir. Ve bazen sadece susularak anlatılır.
Bugün bu yazımda belki de senin de yıllardır yazamadığın o düşünceye bir zemin aradım. Cümleler tam oturmadı belki, anlatım eksik kaldı. Ama maksadım, ‘bu yazdıklarımında’ var olduğunu söylemekti. Çünkü her yazı, biraz da yazılamayanların gölgesinde büyür.
İyi bilmelidir insan; Bazen en derin düşünce, en çok susanda yaşar.






























