Bu sabah aracımla Kocaeli’den İstanbul’a doğru seyir halindeyken (hava soğuk ve yağışlı olmasına rağmen) yol kenarında bir grup insanın ellerinde Türkistan bayraklarıyla yürümekte olduklarını gördüm. İçim burkuldu. Onlarla birlikte yürüyor olmam gerektiğini düşündüm. Ama gözlerime dolan yaşları silerek yoluma devam ettim..
Simalarından Uygurlu oldukları belliydi. Edindiğim bilgiye göre Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da uygulanmakta olan zulüm ve işkenceleri duyurmak için İstanbul’dan Ankara’ya yürüyorlarmış.
Elbetteki bu zulüm yeni değil. Çin Halk Cumhuriyeti yetkilileri katı komünizm döneminde uygulamış olduğu dinsizleştirme politikalarını bugün de bütün şiddetiyle devam ettirmektedir. Bütün dünyada başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere insan temel hak ve özgürlükleri teminat altına alınırken Çin hâlâ eski kafa, eski mantıkla insanlık dışı uygulamalarını sürdürüyor. Çin rejimi bir devlet politikası olarak Müslüman Uygur halkını inançlarından soyutlamak ve tamamen asimile etmek için ikna kampları kurmuş vaziyette. Gerçi buna “ikna” da dememek lazım zira ikna ile değil çeşitli işkence teknikleri ile insanlardan inanç ve akidelerini terk etmeleri isteniyor. Buna “kültürel soykırım” denilse yeridir. Geçen Ramazan ayında sokaklarda sürek avı yapılarak oruç tuttuğu tespit edilen Müslümanların zorla oruç bozdurulduğuna sosyal medya vasıtasıyla tanık olmuştuk. Elbetteki bu yapılmakta olan zulümler oruç bozdurma ve namaza engel olma ile sınırlı değil. Camiler mühürlü, tesettür yasak, oruç yasak, Kur’an-ı Kerim okumak ve evde bulundurmak yasak, çocuklara Müslüman ismi vermek yasak, helâl ürün yasak, İslâm’a göre evlilik yasak. Sokaklarda bayanların kıyafetleri kontrol edilerek kısmen dahi tesettüre uygun olan elbiseler makasla kesiliyor. Kısacası İslâm’a ait ne varsa yasaklanmış vaziyette. Kültürel entegrasyon adına Çinli erkekler Müslüman kızlarla bir nevi iç güveysi olarak zorla evlendiriliyor ve böylece o aile kontrol altında tutuluyor. Evlerinde Kur’an, elif cüzü seccade ve Doğu Türkistan bayrağı bulunan insanlar toplama kamplarına götürülüyor ve oralarda tek tip elbise giydirilerek zor koşullar altında çalıştırılıyorlar. Tıpkı bir zamanlar Bulgaristan’da (1989 öncesi) komünizm döneminde soydaşlarımıza uygulanan zulüm gibi Belene türü kamplara götürülüyorlar. Şu anda 30 milyonluk Doğu Türkistan halkının 4.5 milyonu bu kamplarda son derece ağır koşullar altında zorunlu olarak tutuluyorlar. Ufak bir kıpırdama veya ufak bir ses yükseltme bahane edilerek insanlara fiziki işkenceler yapılıyor. Tırnak sökme, diş sökme, erkeklerin hadım edilmesi, kadınlara tecavüz olayları sadece bu insalık dışı işkencelerden bir kaçı..
Ayrıca biraz evvel örneğini verdiğimiz Müslüman ailelere Çinli erkek yerleştirmeden mada, tıpkı işgalci İsrail gibi Müslümanların ev, işyeri ve tarlaları müsadere edilip Çinlilere veriliyor. Maksat Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirmek. Nitekim bu yerleştirme politikalarıyla Çinli nüfus % 47’ye ulaşmış vaziyette. İki üç yıl içerisinde bu demografik yapının tamamen değişeceği belirtiliyor. Çinli nüfus % 50’yi geçtiğinde bu ülke özerk yapısını da yitirip resmen işgal edilmiş olacak.. Son yıllarda zulüm, yıldırma ve sindirme politikaları öylesine had safhaya ulaşmış ki çarşı ve pazar yerlerinde Çinli gençler, dağdan gelip bağdakini kovarcasına sebepsiz yere Müslümanlara yönelik taciz, saldırı ve şiddet uygulama girişiminde bulunuyorlar. Bu tür olaylara bizzat sosyal medya vasıtasıyla tanık olmaktayız. Beş yaşlarında bir çocuğun annesini- babasını çok feci bir şekilde, daha açıkçası linç edercesine dövüyorlar. Yerde kan revan içerisinde yatmakta olan annesinin ve babasının başucunda ağlamakta olan çocuğu dövmeye başlıyorlar ve o küçücük çocuğun el ve parmaklarını kırıyorlar. Halk ise hiçbir şey yapamamanın ezikliği içerisinde olayı sadece izliyor..
Yine sosyal medyada tanık olduğumuz üzere Çinli birkaç genç Müslüman bir çocuğu bir köşeye sıkıştırıp üzerinde sigara söndürüp çeşitli işkenceler yapıyorlar ve sonunda o çocuğu taşlarla linç edip öldürüyorlar, bu da yetmezmiş gibi üzerine işiyorlar. Bu bize ABD askerlerinin Afganistan’da seyir halinde motorsikletiyle gitmekte olan bir genci iddia üzerine ateş ederek öldürmeleri ve öldürdükleri çocuğun baş ucunda hatıra fotoğrafı çektirip ardından cesedin üzerine işemelerini hatırlatıyor.
Bir zamanlar Fransızlar Cezayir’de, İtalyanlar Libya’da, İngilizler Mısır’da, Suriye’de ve Hindistan’da benzeri zulüm, işkence ve katliamlar yapıyorlardı. Myanmar hükümetine bakıyoruz, daha kısa bir süre önce Royinganlı/Arakanlı Müslümanlara resmen soykırım uygulayarak on binlerce insanı katledip 350’nin üzerinde köyü yakıp yok ettiler. Ki bu insanlara nüfus kağıdı bile verilmiyor. Myanmar rejimi bu halkı yok sayıyor. Çinliler ise böyle bir uygulama yapamadıkları için farklı baskı, farklı işkence yöntemleriyle dinsizleştirme politikaları uygulayıp, Uygur halkından işgücü ve ırgat olarak yararlamaya çalışıyor. Şu bir hakikat ki, bir halkın elinden inanç ve kültür değerlerini aldığınızda onları yok ettiniz demektir. Yani bugün Çin rejiminin uygulamakta olduğu kültürel soykırımdan başkası değil..
Ayrıca işgalci Çin rejiminin Doğu Türkistan halkına yurtdışı seyahatlerini de yasaklamış durumda. Kaçak yollardan yurtdışana gittiği tespit edilenler ise hapse atılıp çeşitli işkencelerden geçiriliyor. Oysa insan temel hak ve özgürlüklerinin başında “seyahat özgürlüğü” gelmektedir. Bir insanın seyahat özgürlüğüne engel olmak o insana esareti yaşatmaktan başka bir şey değildir. Kısacası Doğu Türkistan halkı işgalci Çin rejiminin esareti altında ne dini vecibelerini yerine getirebiliyorlar ne güven içerisinde bir hayat yaşayabiliyorlar. Peki sormak gerekmiyor mu, İslâm İşbirliği Teşkilatı ne iş yapıyor? Doğu Tğrkistanlı Müslümanlara uygulanmakta olan Çin zulmüne dur demek için ne tür diplomatik girişimlerde bulundular? İslâm Ümmeti olarak nasıl bir durumdayız ki, din kardeşlerimize ve soydaşlarımıza sahip çıkamıyoruz. Ümmet olarak 57 ulus devlete bölünmüş vaziyetteyiz. Dünya siyasetinde ve uluslararası arenada hiçbir varlık gösteremiyoruz. Ne yazık ki, hiçbir yaptırım gücüne sahip değiliz. Doğu Türkistan’da yapılan bu zulümler Müslüman Uygur halkına değil de başka bir ulusa yapılmış olsaydı Birleşmiş Milletler dünyayı ayağa kaldırırdı. Bakınız bir zamanlar Hollanda’da bir diskotekte Amerikalı ve Libyalı gençler arasında kavga çıkıyor ve Amerikalı bir genç öldürülüyor. ABD bu cinayeti işleyenleri Kaddafi’den istiyor. Kaddafi vermeyince ABD, İngiltere’den kaldırdığı uçaklarıyla gidip Libya’yı ve Kaddafi’nin Bingazi’deki sarayını bombalıyor. Bu bombalama esnasında birçok insan öldü. Ölenler arasında Kaddafi’nin 6 aylık çocuğu da vardı..
Kısacası ümmet olarak acınası hâldeyiz..
Gözden ırak olunca gönülden de mi ırak oluyor diyeceğiz fakat biz ne yazık ki yanıbaşımızda Yemen halkına dahi sahip çıkamadık. 24 Mart 2015 tarihinden beri alçak Suud rejimi yedeğine aldığı 9 Arap ülkesiyle birlikte mazlum Yemen halkını bombalıyor ve diğer Müslüman ülkeler bu vahşeti sadece seyrediyor. Zulüm kimden gelirse gelsin ve kime yönelik olursa olsun mutlaka karşı gelinmeli.
STK’lar bir şekilde Uygurlu Müslüman Türklere ve Yemen halkına yapılan zulmü gündemde tutmalı fakat asıl olarak Müslüman ülkeler ortak kararlar alıp diplomatik baskılarla bu zulümleri engellemeye çalışmalı.
Ufak bir not: Sayın okuyucumuz, elbette yıllardan beri var olsa da özellikle günümüzde Müslüman halkımıza yönelik çok farklı algı operasyonlarına maruz kalabiliyoruz. Geçen yıl Uygur Türklerine yönelik işkence ve kötü muameleler gündeme geldiğinde bazı gazeteciler Çin’e gidip incelemelerde bulunmuş; hâsılı camilerin açık olduğunu ve kimsenin dinine, ibadetine karışılmadığını yazmışlardı. Muhtemelen bu gazeteciler kısmen dinî özgürlüklerin olduğu Pekin ve Çinlilerin egemen olduğu (özerk olmayan) bölgelere gitmişler ve buralarda tanık olduklarını bizlere aktarmış olabilirler. Her şeyden önce Uygur Türklerinin meskun olduğu bölge, Çinliler için potansiyel tehdit oluşturmaktadır ve bu tehditi bertaraf etmek için asimilasyon politikaları gütme ve halkı zapt-u rapt” altına alma adına insanlara baskılar yapmakta ve zulmetmektedirler. Diğer bölge ve şehirlerdeki din serbestisi bizleri yanıltmamalı. Bir başka husus ise ne yazıkki Arakan’da olduğu gibi Doğu Türkistan’da da vahabi zihniyetine sahip bir takım gençler ABD’nin dümen suyunda hareket ederek, yersiz ve zamansız silahlı eylemlerde bulunup egemen işgalci güçlerin hışmını halkın üzerine çekmekte ve böylece baskıların artmasına sebebiyet vermektedirler. Biz elbette sinsinler, asimile olsunlar demiyoruz. Ayrıca orada yaşanan mazlumiyete de duyarsız olamayız. Ama şu da bir gerçek ki yersiz ve zamanı ayarlanmamış kalkışmalar Müslümanlara zarardan başka bir şey vermemektedir. Sonuç olarak İslâm ümmeti birleşmediği, İslâm ümmeti evrensel birlikteliğini tesis etmediği süre dünyanın birçok bölgesinde var olan bu tür sorunlar bitmez ne yazıkki. Rabbimiz mazlumların yardımcısı olsun ve biz Müslümanlara da feraset versin.