Evlilik bir yastıkta kocamak duygu ve düşüncesiyle başlayan birlikteliğin ilk somut adımıdır. Aynı zamanda bu bir hayat ortaklığıdır. Heyecan devam etse de nikahla birlikte duygular durulur, hisler sükunete erer. Zira farklı düşünce ve görüşler rötuşlanır ve ortak bir zeminde buluşulur. Bu yüzden diyebiliriz ki nikah olgusu duygusal evham ve endişeler açısından mutmain edici ve huzur verici güvenceye sahiptir. Eskiler, “nikahta keramet vardır” sözünü boşuna söylememişler.
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum:21)
Ayette belirtilen huzurun ön koşulu elbette nikâh akdinde yatmaktadır. Zira nikâhsız olarak partner hayatı yaşayanların birbirlerine karşı duygusallık haricinde yani müteâl anlamda bir bağlayıcılıkları yoktur. Oysa nikâh ile oluşturulan bağ her şeyden önce ve bir yönüyle Allah Teâlâ ile yapılan misaktır ve bunun duygusal bağın ötesinde ilâhî boyutu, ilâhî bağlayıcılığı vardır. Sonuç olarak ister duyguların ister mantığın ağır basıp yön verdiği bir ilişkinin nikâh akdi ile birlikteliğe yani aile yuvasına dönüştürülmesi; o yuvanın sarsılmasının, dağılıp gitmesinin önünde bir teminattır.
Şu hâlde evliliği aceleye ve karambole getirmemekle birlikte, “Hayırlı işlerde acele ediniz.” hadis-i şerif mucibince mutedil bir yol izleyerek şartlar hasıl olduğunda yuva kurmanın girişiminde bulunulmalı. Hesapsız - kitapsız aceleye getirilen evlilikler için söylenen bir söz darb-ı mesel olarak kullanılmaktadır: “Evliliği aceleye getirdik, şimdi pişman olmaya çok vaktimiz var.” Bütün mesele evlilik girişiminden önce tarafların “denklik” konusunda mutabık olmalarıdır. Zira evlilikte “denklik” olgusu işin aslıdır. “Denklik” huzur ve mutluluğun da teminatı sayılır... “Denklik” aile yuvasının olmazsa olmazıdır. “Denklik” hasıl olduysa, “Bekarlarınızı evlendirin..” (Nûr:32) ilâhî emrin gereği yerine getirilmeye çalışılmalı. Taraflar işi yokuşa sürmeyi değil, yapıcı bir üslup sergilemeyi tercih etmeli.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Nikahın hayırlısı kolay olanıdır.” Ayrıca İmâm Ali buyuruyor ki: “Mihri yüksek tutup evliliği zorlaştırmak husumete sebebiyettir.” Mihir makul, mümkün ve meşru sınırlar çerçevesinde olmalıdır. Ne yüksek ve ne de aşağı olmalı.. Yine alemlere rahmet Resul-ü Ekrem Efendimiz buyuruyor ki: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” Yuva lüks, gösteriş ve israf ile kurulmamalıdır. Meskenin iyi olanı takva üzere kurulanıdır. Az önce verdiğimiz, “Bekarlarınızı evlendiriniz” ayetin devamında, “Eğer fakirseler Allah lütfuyla onları zengin eder” teminatı verilmekte. Gerçekten takva üzere kurulan yuvaya Allah Teâlâ bereket vermektedir. Şu hâlde
aile yuvası takva üzere kurulmuş mekana “mesken” diyebiliriz. “Mesken” meskûn olunan yer demektir. Bir meskende meskûn olmak “sükûn” (itminan) bulmak, huzura kavuşmak demektir. Mesken aynı zamanda insanın mahremiyet alanıdır. Mahremiyetin olduğu yerde huzur, mutluluk, güven ve kutsiyet vardır. Zira İslâm’da ve hatta bütün dinlerde aile yuvası kutsaldır. Kutsallık koruma ve sahiplenmeyi zorunlu kılar. Aile yuvasını zedeleyen en büyük etken ise gayri ahlâki tutum ve davranışlardır. Bu yüzden yüce dinimizin olmazsa olmazı ahlâktır.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz, “Ben yüce ahlâkı tamamlamak üzere görevlendirildim” diye buyurmaktadır. Ancak ve elbetteki antropoloji verilerine baktığımızda nice topluluklarda ilâhî ahitleri hiçe sayan, dini değerlerden inhiraf etmiş, ahlâkı bozuk insanlar hep varola gelmiştir. Tarih boyu her toplumda, hatta Sevgili Peygamberimiz’in döneminde bile ahlâksız - nesebi gayri sahih insanlar hep var olmuştur. Risalet döneminden bir örnek verecek olursak: Henüz aile hukukuna ve ahlâkî prensiplere ilişkin ayetlerin nazil olmadığı dönemde bir sahabe Allah Resulü’nün huzuruna gelip, maddi sıkıntılar içerisinde olduğunu, çoluk çocuğunun nafakasını temin edemediğini, kısacası ailece maişet sıkıntısı çektiklerini söyleyip, fahişelik yaparak para kazanan bir kadın ile tanıştığını, eğer onunla evlenirse, söz konusu bayanın yaptığı işin maddi getirisinden dolayı sıkıntılarının sona ereceğini söylüyor. O esnada zinanın ve fuhşun haram kılınışına dair ayet nazil oluyor ve Sevgili Peygamberimiz onu bu düşüncesinden men ediyor.
Zaman içerisinde o topluma İslâm’ın ahlâk prensipleri hakim oluyor. Bu nedenle diyebiliriz ki, gerçek manada ahlâkî prensiplerle mücehhez kılınmış dindar topluluklarda deyyusluk ve sadakatsizlik vakaları istisna olarak olabilmektedir. Zira şeytan muhlis (ihlas sahibi) kulları ayartamamaktadır. “İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi.” (Sad:82-83) Şu bir gerçek ki, sınav dünyasındayız. Nefsimiz ve şeytan mütemadiyen bizi Allah’ın yolundan alıkoymak istemektedir. Özellikle şeytan, insanların birbirlerine kayıtsız olarak komün yani evlilik dışı - nikahsız bir hayat yaşamalarını ister.
“Şeytan, erkek ve kadın arasında kalıcı bir sevginin yeşermesini, yeşeren sevginin serpilip büyümesini ve bereketli bir ağaç gibi dal budak salmasını, birlikte kurdukları meskenlerinde sekine ve sükûn bulmalarını istemez. Onları kıskanır, bu yüzden aralarına girer, fitne sokar; görünürde makul gerekçeler ve argümanlar öne sürerek birinin diğerine haksızlık yaptığını telkin eder.” (Kur’an Dersleri, Meâl ve Tefsir: S.155. Ali Bulaç)
Bu nedenle diyebiliriz ki dini ve ahlâkî hassasiyeti olmayan, yani şeytanın tesirinde ve güdümünde olan liberal topluluklarda sadakatsizlik had safhadadır. Böylesi topluluklarda kötü örneklerin varlığı ile itimatlar sarsılmakta, şüpheler artmaktadır. Her türlü kayıtsızlığın, daha açıkçası ihanet ve ahlâksızlığın neşvü nema bulduğu bir ortamda şüphe ve evhamların devreye girmesi en azından izdüşümsel veya istem dışı - içkin bir vaziyette bilinç altına yerleşen algıya dönüşebilmektedir. Bu durum aslında şüphe ve itimatsızlığın sonucu oluşan bir zihinsel algı değildir. Kötü ortamdan neşet eden izdüşümdür. Böylesi ortamlar sadece evlilik öncesi değil, evlilik sonrası için de tehdit ve tehlike oluşturmaktadır. Sadakatsizliklerin yaygın olduğu bir ortamda insanlar her ne kadar eşlerine güvense de, sadakatlerinden şüpheye düşmese de söz konusu ettiğimiz istem dışı anlık izdüşümler insanı rahatsız etmeye yetmektedir. Bu durum kalplerinde sağlam bir güven ve mutmain edici duyguya sahip olanlar (ihlas ve takva sahipleri) haricindeki diğer insanlarda “acaba” düşüncesi hasıl olabilmektedir. Az önce ifade ettiğimiz gibi “acaba” düşüncesi de ilk anda itimatsızlıktan kaynaklanan bir durum değildir.
İstem dışı adeta bir sinyal dalgası gibi saniyeler içerisinde gelip geçen ama bazı zihinlerde iz bırakan bir olgudur. Şeytanın ayartma yöntemlerinden biri de kötülüğü iyi formun içine sokarak sunmasıdır. Sahiplenme duygusu ile evhamlar telkin eder. Bir de, ortam müsait olunca şeytanın keyfine diyecek yoktur. Günümüzde o kadar çok itimat ve güven sarsıcı olaylara tanık olmaktayız ki, birçok insan bu negatif ve gayri ahlâki ortamın tesirinde kalarak bir nevi paranoyak duruma düşebilmektedir.
Özellikle eşinin iş ortamını ve sosyal şartlarını göz önünde bulundurup söz konusu ettiğimiz negatif ve provakatif izdüşümün etkisinde kalanların bir kısmı, ismi konulmayan paranoyak hâllere girebilmektedirler. Sonuç olarak ifade edecek olursak aile mutluluğunun kendine özgü bir takım kural ve kırmızı çizgi dediğimiz olmazsa olmazları vardır. Bunlardan biri de aile bireyleri arasında görev taksimidir. Kısmi rol değişimleri ve dayanışma güzeldir ancak bunun da sınırları vardır. Örneğin genel bir kural olarak ev içi işler kadına ait olurken evin maişet temini erkeğe aittir. Elbette sosyal ihtiyaçlardan mütevellit bazı durumlar vardır ki kadının o alanda çalışmasını zaruri kılar. Sağlık ve eğitim sektöründe olduğu gibi.. Fakat bunun da İslâm’a özgü mahremiyeti gerekli kılan sınırları vardır. Bu ve benzeri meslekler icra edilirken işin ciddiyeti ön planda olmalıdır. Laubalilik nerede olursa olsun hoş görülmez. Ciddiyet ve vakur duruş sergilemek her erdem sahibi insanın karakteristik özelliğidir. Özellikle iş ortamlarında olması gereken budur.
Bir erkek düşünün ki, aynı iş yerinde çalıştığı namahrem bir bayana, “Ooo bugün çok şıksınız, kıyafetiniz size çok yakışmış! Sahi bugünlerde siz biraz kilo mu verdiniz?” gibi laf etmesi etik midir? Ne yazık ki bazı iş yerlerinde evli bayanlarla bile böylesi münasebetsiz muhabbetlere girilmektedir. Oysa karşınızdaki bekâr bir bayan da olsa böyle bir diyaloğa girmek asla yakışık almaz. Mahremiyet sınırı bekârlar için de geçerlidir. Toplum olarak ne kadar savrulmalar yaşadığımızın farkında mıyız? Biz bu satırlarımızda “Evlilik huzurun teminatıdır” (Nikâhta keramet vardır) temasını işlemeye çalışırken nereye evrildik, karşımıza nasıl bir manzara çıktı? Elbette ki, evlilik huzurun teminatıdır ve nikâhta keramet vardır ancak toplum olarak öylesine ahlâkî erozyonlar yaşıyoruz ki, evlilik tek başına huzurun teminatı olamıyor ve nikâh adeta kerametini yitirmiş vaziyette. Boşanma hadiseleri öylesine had safhaya ulaşmış ki, artık aile yuvaları güvence altında değil. Sadece yeni evliler arasında değil otuz yıllık evli, torun tombalak sahibi insanların boşanmalarına şahit oluyoruz.
Demek ki, her konu ve her olguda olduğu gibi evlilikteki huzurun ve nikâhtaki kerametin de ön şartları var. Mekanik bir aygıttan randıman alabilmek için kullanma kılavuzunda belirtilen kurallara riayet etmek gerektiği gibi evliliğin de kişilik gelişimi ve mümeyyiz olma hususunda ön şart ve hazırlıkları vardır. Öyle ki, erişkin olmak büluğ çağına ermek değildir. Evlilik her şeyden önce liyakat ister. Liyakat eğitim ve aile içi öğrenimle olur. Sağduyu, aklıselim ve takva hasletleri liyakatin olmazsa olmazlarıdır. Zira soyut bilgi yeterli değildir. Hayatın her alanında olduğu gibi evlilikte de hikmet ve basiret temel gereksinimdir.