İnsanlara musibetler musallat olduğunda, tövbe ve istiğfarın kapısının açıldığı ve hatta zamanın bile gelip geçtiği vaktin [ânın] kötek vakti olduğunu bilmek gerekir. Çünkü biz insanlar, Allah’ın mülkünde o kadar azgınlaştık ki Allah’ın [O’nun] hududunda haddimizi aşarak Yüce Yaradan'ın hükümlerine kafa tutar olduk...
Bu cihetteki sarhoşluk ve keşmekeş, bizi bizden [kendimizden] geçirdi. Onun için musibetlerin biri bitmeden, diğeri başlıyor. Ama biz ne yapıyoruz, halen pislikler ve melanetler içinde yaşamaya inat ediyoruz. İşte bu yüzden başımıza her ne musibet geliyorsa, azgınlıklarımız yüzünden geliyor…
“Kula Bela Gelmez, Hak Yazmadıkça. Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkça”. (Mevlana Celaleddin Rumi. ) Ey ümmet-i Muhammed, bunca olan biten musibetlere karşı halen aklımızı başımıza almazsak, bu musibetlerden, belalardan, afetlerden ve tufanlardan kurtulacağımız yoktur...
Emri Hak gelmeden ve tövbe kapıları kapanmadan bir an evvel tövbe istiğfar edelim. Allah’a yönelelim, kul olduğumuzu ve bir fani olduğumuzu hatırlayalım ki Cenabı Allah’a ruhlar alemindeki “Elestü bi-Rabbikum” sualine karşı verdiğimiz “Kâlû Belâ” sözünü yerine getirmiş oluruz. Aksi halde bugün ettiklerimizin, yarın hesabını Allah’a veremeyiz. Çünkü bu hesap meselesini, Cenabı Allah'ın (zilzal) suresinde de bildirdiği gibi, tövbe edip Allah’a yönelir isek, Yüce Rahman’ın da Rahmetinden istifade etmiş oluruz...
Cenabı Allah, her ne kadar merhamet sahibi ise de, bir o kadarda “innallâhe şedîdul ikâb” (şiddetli cezalandırandır). Onun için Allah’ın gazabından sakınıp, merhametine sığınmak gerekir. Aksi halde kendimize etmiş oluruz. Bunun dışında bir arpa boyu dahi yol alamayız. Hatta Risale-i Nur Mektûbat Kitabı sayfa 279 da istiğfar ve tövbe hakkında şöyle buyurmaktadır. Mü’minin mü’mine en iyi duası, Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Dualarımız şerait dahilinde makbul bir dua olsun. Şerait-i kabulün içtimaı nispetinde makbuliyeti ziyadeleştirir. Dua edileceği vakit, istiğfar ile maneviyatımızı temizlemeliyiz. Sonra makbul bir dua ile salavat-ı şerîfeyi şefaatçi gibi zikretmeli ki ahirde yine salavatımız olsun...
Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. yani “gıyaben ona dua etmek demektir.” Hem hadis ve Kur’an’dan gelen me’sur dualarla dua etmektir. Meselâ:اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ ل۪ى وَ لَهُ فِى الدّ۪ينِ وَ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ gibi câmi’ dualarla dua etmektir...
Hem hulus ve huşu’ ve huzuru kalp ile dua etmek ve hem namazın sonunda bilhassa sabah namazından sonra mevaki’i mübarekede hususan mescitlerde, Cumada da hususan saati icabe de şuhuru selase de leyali-i meşhurede, ramazanda, leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmeti İlahi’yeden kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyeti cihetinde makbul olur. Demek aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez. Belki daha iyi bir surette kabul edilmiş olur...
İla ahiri kelamımızın hulasasında Yüce Rabbim cümlemizin duasını dergâh-ı izzettinde kabul olan dualardan eylesin. Allah azze ve şanuhu, cümle ümmetin yar ve yardımcısı olsun. Selam ve dua ile huzur içinde kalın selametle...
“SAYGILARIMLA VESSELAM”