Zelzele yaşandığında, önce Yüce Allah’a sığınarak istiğfar etmek gerekir. Cenabı Allah’ın azametinden korkmayıp af dilenmediği takdirde, Yüce Allah’ın merhametinden mahrum kalırız. Depremler yaşandığında, enkaz altında kalıp yaralanarak veya sağ salim kurtulanlar, o korkuyu yaşadıkları için günahlarına kefaret olarak af olunmalarına vesile olur. O enkazlardan hayata tutunamayıp vefat edende olursa, onlarda şehit olurlar.
Deprem esnasında asıl yapılması gereken hakikatleri kimse görmedi ve görmek dahi istemedi. Evet, insan o anda can havliyle ne yapacağını bilmediği gibi, aynı zamanda şaşırarak kendini sokağa attı. Bu demektir ki kimse burada bilinçli hareket etmedi ve neredeyse tam bir kaos yaşandı . Herkes özel şahsi araçlarına binerek beş dakikada İstanbul’un trafiğini bir anda felç etti. Demek yıkımla sonuçlanan bir deprem olmuş olsaydı, kimse o cehennem vari trafikten dolayı enkaz zadelere ulaşamayacaktı.
Hele o tabut hükmündeki binaları boşaltıp dibinden ayrılmayanlara gelince, resmen cehaletin resmi idi. Buda demektir ki olası yıkımla sonuçlanacak bir deprem yaşanırsa, enkaz altında ölmeyen insanlar, enkazlara ulaşılamayacağı için ölecekler. Depremin bir diğer önemli konusu ise, kentsel dönüşümdeki kandırmacalardır. İnsanların yaşam biçimine müdahale eden yamyam sıfatlı hırsızlar, inşaatları standartlarında yapmış olsalar, bugün en ufak bir sarsıntıda dahi kimse çil yavrusu gibi dağılmayacaktı. Aksine herkes sıcak yuvasında Allah’ın rahmetine sığınarak Allah’tan merhamet bekleyecekti.
Aslında bu işleri yapan inşaat firmaları ve onları denetleyen veya o ruhsatları veren resmi merciler dahi kentsel dönüşümde samimi değiller. Hatta bu konuda o kadar samimiyetsizler ki binaların yenilenmesini bile kentsel dönüşüm sayıyorlar. Oysaki kentsel dönüşüm demek, bina bazında değil, ada bazında dönüşüme girildiğinde ancak kentsel dönüşüm sağlanmış olur. Öteki türlü binaları yenilemekten öteye bir arpa boyu yol gidilmeyeceği gibi, yıkım esnasında binalar yıkıldığında, yanındaki yeni yapılmış yapılar dahi yıkımın vermiş olduğu sarsıntılarda bile zarar görmekteler. Onun için bir an önce bu yanlışında farkına varılarak derhal düzeltilmesi gerekir.
Bakın efendiler; Yoksa sizde ölmeyi bayılma sananlar gibi deprem hakikatini gelip geçen basit bir korkudan ibaret mi sanıyorsunuz ? Bu hakikatleri hiçe sayanlar, unutmasınlar ki bir gün bu davul onlarında kapısında çalar. Nitekim buna benzer olayları 6 Şubat ve geçmişte yaşanan depremlerde çokça örneklerle gördük. Hatta niceleri vardı ki kendi yaptırdıkları binalar, asıl onların başına yıkılarak onlara mezar oldu. Onun için herkes yaptığı işi samimi ve düzgün bir şekilde yapmalı ki kimsenin canı yanmasın.
Birde içimizdeki şu vurguncu ve sömürücü sıfatındaki bazı belediyelerin kafa yapıları da düzeltilmesi gerekir. Bu meyanda birçok belediyenin müteahhitlerden ve inşaat firmalarından bağış adı altında aldıkları milyonlarca liraları birçok kez medyalarda dahi görür olduk. Böyle bir durumun söylemi dahi acı vericidir. Bilhassa İstanbul’da binlerce binanın tabut hükmünde olduğu şu günlerde bunun üst düzey yetkililerden defalarca duyulması sizce de vahim bir durum değil midir? Bugün bir belediye başkanı veya her hangi bir çalışanı bu konularda yolsuzluk veya hırsızlık yapmış ise veya görevini kötüye kullanmışsa, o zaman iç işleri bakanlığı derhal devreye girmeli ve gerekeni yapmalıdır.
Birde iki çift kelamımız ev sahiplerine olsun; hani o kendini mülk sahibi zannedenler var ya. Hele birde binasını süsleyip püsleyerek birde kapısında mülk Allah’ındır deyip kendi kendini kandıran o sahtekarlar, sizi toprak bile kabul etmeyecek. Çünkü siz, Allah'ın mülküne sahip çıkıp bencillik ederek kiracılarınızı ezdiniz. O beş para etmeyen dairelerinize asgari gelirle yaşamaya çalışan insanlardan 25 bin lira istediniz ve halende artırarak istiyorsunuz. Hani biz kardeştik? Hani mülk Allah’ındı? İşte sizin samimiyetsizliğinizde mülkleriniz gibi yalan, sahtekar ve çürüktür. Elbette ki hak ve hukuka riayet eden, Allah’ın azametine sığınıp garip gurabayı gözeterek müminler kardeştir ayeti kerimeyi kendine şiar edenleri tenzih ediyorum. Yoksa öteki türlü adam gidecek 22 bin bile olmayan asgari ücretle çalışacak ve sende 25 bin 30 bin kira isteyeceksin öyle mi? Al git yaşa bakalım o enkaz hükmündeki binanda. Biraz samimi olalım ve aklımızı başımıza alarak düşünelim ve biz kime zül ediyoruz diye tefekkür edelim ki Cenabı Hak Teala da bizlere rahmeti ile merhamet etsin.
Yüce kitabımız Kur’an da altın ve gümüşü biriktirip onları Allah yolunda harcamayanlar can yakıcı bir azapla korkutulurlar. Çünkü altın ve gümüş, para olarak alışverişi kolaylaştırmak ve insanların gerçek ihtiyaçlarını karşılamak üzere ihsan edilmiştir. Buna göre altın, gümüş ve diğer paralar bütün halk arasında tedavül etmeli; ihtiyaçların daha önemlisi diğerine, şiddetlisi hafifine tercih edilerek güzelce harcanmalıdır. Bunlar, ihtiyaçların önceliklerine göre kullanılması gerekirken bazıları onu tedavülden çeker, gömer, herhangi bir yerde gizler, yığar, sımsıkı saklar ve bunları Allah yolunda sarf etmezler. Allah için hakkını vermezler. Bunlar parayı toplayıp saklamak suretiyle aynı zamanda onun Allah yolunda harcanmasını engellemiş olurlar. Esasında bu paralarla Allah yolundan saptırmak için para harcayanlara karşı mücadele etmek gerekirken, bunlar ellerinde tutmak suretiyle parayı hiçbir işe yaramaz hale getirirler.
Bunlar kim olursa olsunlar, gerek o haham ve rahiplerden, gerek onları örnek alıp para saklayanlardan, gerekse zekâtlarını vermeyen ve paralarını saklayan Müslümanlardan olsun işte bunları elem verici bir azap beklemektedir. Bu azap, günahın cinsinden olacak; biriktirilen altın ve gümüşler cehennem ateşinde iyice kızdırılarak, onlarla, kendilerini haksız yollarla kazanan ve gerektiği şekilde harcamayan ahmak sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacaktır. Bu azap yetmiyormuş gibi bir de hasret ateşlerini iyice alevlendirmek üzere kendilerine: “İşte bunlar, kendiniz için biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir. Şimdi tadın bakalım o durmadan yığıp biriktirdiğiniz şeylerin cezasını!” (Tevbe 9/35) denilecektir.
Resûlullah (s.a.s.) bu hususta şöyle buyurur:
“Altın ve gümüş sahibi olup da ondan hak¬kını ödemeyen her bir kimse mutlaka kıyamet günü olduğunda ona ateşte kızdırılmış büyük madeni parçalar getirilir, cehennem ateşinde bu parçalar kızdırılır ve bunlarla böğrü, alnı ve sırtı dağlanır. Soğudukça bunlar tekrar kızdırılır ve bu, süresi elli bin yıl kadar olan bir günde kullar arasında hü¬küm verilinceye ve cennete mi, yoksa cehennem ateşine mi gideceğini gö-rünceye kadar devam eder…” (Müslim, Zekât 24, 26)
Elhasıl kelam: Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi hazretlerin söylediği gibi; İşte baştan buraya kadar beyanatımız, İsm-i Hakîm’den istimdad ve feyz-i Kur’an dan istifade suretinde kalbi kabule, nefsi teslime, aklı iknaa ihzar için “Dört Esas” söyledik. Fakat biz neyiz ki, buna dair söz söyleyeceğiz. Asıl şu dünyanın sahibi, şu kâinatın Hâlıkı, şu mevcudatın Mâliki ne söylüyor; onu dinlemeliyiz. Mülk sahibi söz söylerken başkalarının ne haddi var ki, fuzuliyane karışsın. İşte o Sâni’-i Hakîm, dünya mescidinde ve arz mektebinde, asırlar arkasında oturan taifelerin umum saflarına hitaben îrad ettiği hutbe-i ezeliyesinde, kâinatı zelzeleye veren
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا ٭ وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا ٭ وَ قَالَ الْاِنْسَانُ مَالَهَا ٭ يَوْمَئِذٍ تُحَدِّث
اَخْبَارَهَا ٭ بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا ٭ يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًا لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْ ٭ فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ ٭ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Ve bütün mahlukatı neş’elendiren, şevke getiren
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Gibi binler fermanları, Mâlikü’l-Mülk’ten, Sahib-i Dünya ve Âhiret’ten dinlemeliyiz. “Âmennâ ve Saddaknâ” demeliyiz. KAYNAK; Sözler – 533
İla ahiri kelamımızın hulasasında, Yüce Allah bütün ümmeti Muhammedi görünür görünmez afetlerden ve tufanlardan settar ismi hürmetine muhafaza eylesin. Allah, cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. Selam ve dua ile huzur içinde kalın selametle. SAYGILARIMLA VESSELAM Bu e-posta 6563 sayılı kanuna uygun olarak gönderilmiştir.
Bu e-posta “6563 sayılı Kanunun 6'ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası hükmüne göre, esnaf ve tacirlere
önceden onay alınmaksızın ticarî elektronik iletiler gönderilebilir” tanımına dayanarak gönderilmiştir.
Bu e-posta “6563 sayılı Kanunun 6'ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası hükmüne göre, esnaf ve tacirlere
önceden onay alınmaksızın ticarî elektronik iletiler gönderilebilir” tanımına dayanarak gönderilmiştir.