Suudi Arabistan Başsavcısı Suud Muceb’in Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Türkiye’deki vaki temas ve incelemelerinden sonra Suudi Arabistan’a döndükten sonra dosya üzerindeki çalışmaları sonucunda partial açıklama yaparak cinayetin failleri konusunda ipuçları vermeye çalışması uluslararası siyasi otoriteler tarafından pek inandırıcı bulunmadı.
Suudi Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr’in de benzer yorumlarda bulunması ve suçu Veliaht Kral Muhammed bin Salman’ın en yakınındaki isim olan El Kahtani’ye ihale edilmeye ve Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’ndaki katliamda bilfiil yer alan kişilerin cezalandırılmaları yoluna gidilmesi tek kelimeyle cinayetin üstünü örtbas etmeye yönelik kuramcıların yöntemsel amaç ve metotlarının bir sonucu olsa gerek.
Kaşıkçı cinayetinde, ‘zayıfların güçlü olduğuna ’uluslararası boyutta siyasileri inandırmaya çalışarak Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın cinayetle ilgili olmadığı tezini güçlendirecek adımlar Suudi yetkililer tarafından atılmaya çalışılmaktadır.
Oysaki Suudi Arabistan gibi kasvetli gücün egemen olduğu yönetimlerde, Hannah Arendt’in ifadesiyle; “şiddetin söz dışı olduğu” savını söyleyebilmek mümkün olmadığı gibi, bu tür kavramlar insanlara pek inandırıcı gelmez.
Bu nedenle, Cemal Kaşıkçıyı infaz etmeye gelen seçkin görevlilerin tek başlarına hareket etmeleri söz konusu olmadığı gibi, geçmişte Baader-Meinhof çetesi, Weathermen veya global düzeyde faaliyet gösteren terör örüntülerinde bile ‘özel görevli infaz timleri’ örgütün en üst düzeyindeki kişiden gerekli talimatı almadan kendi başlarına bu gibi spesifik bir operasyonu yapmaları asla mümkün olamazdı.
İfade etmek gerekirse, bu gibi cinayetlerde söz konusu “devlet terörü” olduğu zaman “özel kuvvet” diye tabir edilen unsurlar devreye girer. Düşünsel iklimde konuyu detaylarıyla ele alacak olursak, bu gibi cinayetlerin aydınlatılmasının güçlüğü ortaya çıkmaktadır.
Bu cinayetle ilgili bileşkenlerin Türk yetkilileri tarafından CIA gibi istihbarat örgütleriyle paylaşılması, olayın boyutlarını farklı mecralara itmiştir. Eğer ki Tür yetkililer bu cinayetle ilgili yeterli bilgilere haiz olmasaydı Suudi Arabistan yetkililerin peş peşe açıklamalar yapma gereğini duymayacakları gibi, olayı örtbas etme yoluna gitmeleri kuvvetle muhtemel olacaktı.
Trump yönetimi, Kaşıkçı cinayeti ile ilgili Suudi yönetimini ayrı bir kefeye koymaya çalışması, iki ülke arasındaki ilişkileri Kaşıkçı olayı yüzünden zedelememeye yöneliktir. Oysaki başta Trump olmak üzere, ABD yetkilileri bu cinayetin alelade bir infaz olayı olmadığını pekâlâ çok iyi bilmektedirler.
Ki ABD, CIA vasıtasıyla 1983 yılında Nikaragua’ya karşı gayri nizami savaş için hazırladığı; “Operaciones Psicological en Guerra de Goerillas”(Gerilla Savaş Halinde Psikolojik Operasyonlar) adlı kitapta ”Öldürme ve Kaçırma” ( Assassination & Abduction) bölümü tam da Cemal Kaşıkçı cinayetine işaret eder bir tanımlamaya delalet etmektedir.
Ezcümle, Cemal Kaşıkçı olayıyla ABD medyası tarafından iyice köşeye sıkıştırılan Başkan Donald Trump, bu cinayetin Türkiye-Suudi Arabistan ve ABD üçleminde çözüme kavuşturulabilmesi gayesiyle, yıllarca Saylorsburg-Pennsylvania’da ikamet eden Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi yerine, Güney Afrika Cumhuriyeti’ne nasıl deport edilebileceği konusunu sıkça dinlendiriyor. Burada asıl sorulması gereken soru şudur; şimdiye kadar Feto konusunda sessiz kalan Trump, neden Cemal Kaşıkçı olayından sonra bu konuyu gündeme getirdi acaba?