Adaleti arzu ediyoruz ama adil miyiz? Kendi hukukumuz çiğnenirken gösterdiğimiz tepkiyi başkasının hakları için de gösterebiliyor muyuz? Trafik kurallarına uymadığımız zaman birilerinin zarar görebileceği aklımıza geliyor mu?
Çok bilinen bir söz: “Kurallar insanlar için, cezalar ise insan olamayanlar içindir!” İnsan olma erdemi bize bu kadar yakınken neden imtina ediyoruz?
Toplum içinde yaşayan her birey kural ve kanunlara uymak zorunda. Doğada tek başına yaşayan kişi de sözde ‘tabiat kanunları’ desek de yaradılış kanunlarına tabidir. Canımızın istediği gibi davranamayız. Felsefenin ifade ettiği kalıba göre “Kişinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.”
Herkes bu kadar hassasiyet gösterseydi ne yargıya ihtiyaç olurdu ne de cezaya. Fakat mahkemelerde dosyalar yığılırken hapishaneler tıklım tıklım. Nerede yanlış yapıyoruz?
Kabil’in Habil’i katlettiği günden beri devam ediyor bu durum. Kabil, tarihin ilk katili olarak bilinirken Habil maktul olarak hatırlanıyor.
Adalet olgusu kıldan ince kılıçtan keskindir diyoruz ama maalesef her yanlış bir doğruya bina ediliyor. Suç işleyenlerin büyük bir kısmı işledikleri eylemleri için -kendilerince mantıklı- sebepler sıralıyorlar. Ceza ise sadece suçu önlemek için veriliyor. Bu da adaletin yerine gelmesine mâni oluyor.
Çok anlatılan bir hikâye var: Bir yerde suçu önlemek mümkün olmadığından bir bilgeye başvururlar. Bilge bütün hapishaneleri yıktırır ve tek kişilik bir hücre yaptırır. Sonra ilk suç işleyeni buraya koyarlar. Herkes nelerin olacağını merak ederken uzunca bir süre suç işlenmez. Sonra bir başkası da suç işler. Hücredekini idam edip yeni mahkûmu hücreye tıkarlar. Adalet suçun niteliğine göre değil de sadece kanunlara karşı gelmenin cezalandırılması sonucu işlemektedir. Kısa zamanda insanlar tedirgin ve hata yapmaktan korkar hale gelir. Yeni bir suç işleyen çıkmazsa hapisteki ölene kadar orada kalmaz zorundadır. Bu sistemin ne kadar devam ettiğini bilmiyoruz ama ülkemizde de hapishanelerin yetersizliği ve yargılama sisteminin tartışmalı olmasından dolayı verilen hapis cezasının büyük bölümü indirime uğruyor. Kalanı da ya iyi halden ya da siyasi bir aftan dolayı çok yatmadan çıkıyor. Bu sebeple adalet isabetli olmadığı gibi caydırıcı da olamıyor. Aynı kişi aynı suçu defalarca işleyip hapse girip çıkabiliyor.
Yakın zamanda İzmir’de yaşanan olay benzerlerinden sadece bir tanesi. Birkaç gün içinde iki kişiyi öldürüp üç kişiyi yaralayan gaspçı sanığın sabıkası oldukça kabarık. Adeta dışarda özgür olmak istemediğinin kanıtı. Savunmasında eylemlerini uyuşturucu parası için yaptığını söylemiş.
Diyarbakır’da kaybolan 8 yaşındaki Narin’in cesedi ise bir derede çuval içinde üzeri taşlarla örtülü halde bulunmuş. Benzer haberler ne yazık ki ekranlardan eksik olmuyor. Bir savcımız trafikte darp edilirken başka bir savcımız ailesi ile birlikte gittiği lokantada çocuklarının gözü önünde dövülüyor olması durumun vahameti. Bu da gösteriyor ki cezalar caydırıcı olamadığı gibi adaleti de yerine getiremiyor.
Avrupa uyum yasaları mevcut yargı sistemimizin eksiklerini gidermediği gibi sorunların daha da büyümesine neden olmakta. “Her sanık, suçu kanıtlanana kadar masumdur.” düsturu hüküm giydikten sonra da sanki devam ediyor. Zalim ve masum tanımları iç içe girmiş bir kaosu simgeliyor. Birçok dinde olduğu gibi kısas yani suçu cinsine göre cezalandırmak adaletin gerçeğidir. “Kısasta hayat vardır.” (Bakara -179) kaziyesi idamın ne kadar isabetli bir karar olduğunu vurguluyor.
İdamın uygulandığı ülkelerde suç hedeflendiği gibi engellenemese de adaletin yerine geldiği tartışılmaz. Cumhuriyet tarihine baktığımızda idam cezası kaldırılana kadar infaz edilenlerin sayısı 712’dir. 1984 senesinden sonra uygulanmayan ve 7 Mayıs 2004 senesinde Anayasa’dan, 14 Temmuz 2004 senesinden itibaren de Ceza Hukukundan tamamen kaldırılmıştır.
Geldiğimiz nokta; sokaklarda orman kanunu devletin kanunundan daha muteber olurken mezarlarda yatan masumların hukuku mahşere kalmakta. Apo gibi eli kanlı bir terörist başını senelerce otel konforunda İmralı’da bakılırken birkaç kişinin katili hapisten çıktıktan sonra nam sahibi oluyor.
İstatistikler bu durumun iyiye gitmediğini, suç oranı her sene arttığını, mahkemeler dava dosyalarına yetişemediğini ve adaletin ne yazık ki yerine getirilemediğini gösteriyor. Adalet herkese lazım. Yasama merciimiz olan TBMM kuracağı geniş çaplı bir komisyon ile “Dünya ne der?” endişesi olmadan bu konuyu tekrar görüşmeli ve gereken yasaları çıkarmalı.
Adil bir yarın için adalete sahip çıkalım.
Saygılarımla.
Cüneyt TÜZEL