Kuzey Irak’ta Kalıcı Çözüme Odaklanmak
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından 25 Eylül’de yapılmasına karar verilen tartışmalı referandum oylaması (controversial referandum vote) yaklaştıkça, Batılı aracılar vasıtasıyla konuyla ilgili taraflar arasındaki dolaylı görüşmeler hız kazanmaya başladı.
Mesut Barzani, referandum kararını 25 Eylül 2018 tarihine erteleyebilmek için baştan beri ön şart olarak Irak Hükümeti ve Parlamentosu, Trump Yönetimi, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Koalisyondan, ortak mutabakat muhtırası (joint memorandum of understanding ) isteğini her fırsatta dile getirmektedir.
Mesut Barzani, Irak Hükümeti’ni tavize ikna edebilmek amacıyla Kerkük’ün hassas dokusunu da dikkate alarak, burayı da referandum kapsamına alması ve bunun üzerine Irak Parlamentosu’nun Kerkük Valisi Necmettin Kerim’i görevden alması, her iki tarafın da karşılıklı politik hamlelerinin gereği olsa gerek.
Bu arada İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından Kerkük’te yapılan incelemelerde, toprakların süratle el değiştirdiği ve bazı insanların göçe zorlandıklarını ortaya koymaktadır. Mesut Barzani, Türkiye ve Irak tarafından kırmızı çizgi olarak sayılan Kerkük’ü referanduma dahil etme nedeni, Kuzey Irak’taki referandumda Irak ve Türkiye’nin Kerkük karşılığında Kuzey Irak’ta daha esnek politika gütmesine yöneliktir.
Nitekim Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kriz Grubu program direktörü Joost Hiltermann, Kuzey Irak’ın bağımsızlık adımının tartışılabileceğini, ama Kerkük’ün ise Bağdat’ın kırmızıçizgisinde olduğunu ve merkezi hükümetin bundan geri adım atmasının söz konusu olamayacağını ifade etmesi dikkat çekicidir.
ABD Savunma İstihbarat Ajansı Direktörü General Vincent Steward’ın ise, Kerkük konusunda senatoya bilgi verirken, günlük 160.000 varil petrol üretimine de dikkat çekmesi ABD’nin asıl bakış açısını ortaya koyan neden olsa gerek. ABD yönetiminin şu anki sessiz duruşu, 1946’da Rusya’nın desteğiyle İran toprakları üzerinde kurulan Mahabad Cumhuriyeti’ne Rusya’nın verdiği destekle büyük ölçüde benzerlik arz etmektedir. Bilindiği üzere, bir müddet sonra politik denklemler değişince Sovyetler Birliği, Mahabad Cumhuriyeti’ni yüz üstü bırakmak durumunda kalmış ve bu cumhuriyetin yıkılması da kaçınılmaz olmuştur.
Kuzey Irak Bölgesel Kürt projesinin ana mimarlarından ve Mesut Barzani’ye yakınlığıyla bilinen Galbraight ise, Kuzey Irak bağımsızlık referandumunu Büyük Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılma nedeni, “Brexit”e benzetmesi ise, işin bir başka ilginç durumunu ortaya koymaktadır.
Şu da bir gerçek ki, Mesut Barzani’nin 25 Eylül referandum kararından sonra, “bekle gör” (wait and see) politikaları güden ülkelerin de son gelişmeler üzerine artık yavaş yavaş görüş beyan etmeye başladıklarını görüyoruz. Uzun bir aradan beri yan yana gelemeyen ülkelerin, bu gelişmelerden sonra aynı ortak noktada birleşmeleri ve ikili diyaloglarla adımlarını sıklaştırmaları dikkat çekicidir. Bu ülkeler arasında yaşanan yakınlaşma politikalarının “samimiyet” düzeyini ilerleyen günlerde görmek mümkün olacaktır.
Başkan Donald Trump’ın Amerika’da hala içsel sorunlarla uğraşması, bölgedeki etkinliğini de akamete uğratmaktadır. Bu nedenle, Kuzey Irak’taki gelişmelerde, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) kararlarının etkili olduğunu ve bu konunun da Ortadoğu’nun yeni şekillenmesi doğrultusunda çözüme kavuşturulmaya çalışılacağı göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Burada İsrail faktörünü de göz ardı etmemek gerekir. İsrail, “Methuselah”ın (Musa’nın kılıcı/ Kurtuluş Kılıcı) Kuzey Irak’ta olduğuna dair efsaneye göre değil, “Eretz Israel” projesi gereği; Kuzey Irak’tan Filistin’e göç eden Neo-Aramice dilini kullanan ve orayla bağları halen devam etmekte olan ve her yıl “Sehhara” festivalleri için Kuzey Irak’a giden yaklaşık 200.000 Yahudi’nin varlığı, Talmud’ta geçtiğine inanılan Erbil (Arabela) başta olmak üzere, Kuzey Irak’ın bulunduğu bölgenin (terra incognite) kendi yerleşim yeri olduğunu kabul etmeleri, ayrı bir gelişme olarak değerlendirilmesi gerekir kanaatindeyiz. Bu nedenle, Kuzey Irak üzerinden yeni kaos politikalarına yer vermemek amacıyla, konuya taraf olan bölge ülkelerinin dışlayıcı üslup yerine, yapıcı ve kalıcı “çözüm odaklı” politikalara yönelmeleri gerekir düşüncesini taşıyoruz.