Bugün “Sevgi ve Aşk”a dair bir çağrı var. Parlayan güneşin ayazla dostluk ettiği günün ortasında Beyazıt’a yürüyorum. Soluklanıyorum, huşûya dalıyorum, aşkın gönlüme değdiğini hissediyorum. Bir çağrıyı zamanın koynunda bırakarak, yeni çağrılara yürüyorum.
Çıkıyorum TGC Basın Müzesi’nin 2. katına, Abdullah Kırbaş beyefendinin objektifinden “Kuş Bakışı Muğla”yı seyrediyorum. Fotoğraf karelerinin içine dalıp “Allah’ım tıpkı hava, toprak ve su gibi Muğla’yı da ne güzel yaratmışsın” diyorum.
Sonra iniyorum basamakları yavaş yavaş, “Sevgililer Günü, Sevgi ve Aşk”a dair cümle ve dizelerin Divanyolu Caddesi’ne taştığı yere. Çayımı alıp, “mâziden âtiye akan zaman”a pür dikkat kesilmişlerin arasına oturuyorum sessizce. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Özdemir beyefendi gönül heybesinden çıkardığı naif ifadeleri misafirlerine ikram ediyordu, beyaz güller eşliğinde.
Leyla çıkıyordu sahneye, meğer çok da güzel değilmiş. Soruyorlardı Mecnun’a: “Onca sıkıntın bunun için miydi?” Mecnun cevap veriyordu: “Hayır gönlümdeki Leyla içindi!” Sonra Yunus geliyor, süzüyordu sevgi sahnesinin önünde toplaşanları: “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü” diyerek kararmaya yüz tutmuş gönül hanelerine ak bir çizik çekiyordu. Susuyor, fakat kaybolup gitmiyordu. O da bizim gibi, “Kardeşlerim sevin, dostça sevin! Sevgi gönül cennetinin kapılarını açan anahtardır” diyerek semâya duran Mevlânâ’yı izliyordu.
Roma Katolik Kilisesi’nin Aziz Valentine için bir güne hapsettiği “sevgi”; Ahmet Yesevî’de, Hacı Bektaş Velî’de, Karacaoğlan’da, Ruhsatî’de, Âkif’te dahası bu coğrafyada yılın bütün günlerinde mâkes buluyordu. Dizeler; neyden çıkan aşk kıvamında, uda eşlik eden sevgi yumağında akıp gidiyordu. Sevgi ve muhabbete akan zaman; biraz önce bizlere “hoş geldiniz” diyen Ahmet Özdemir beyefendiye, “bugün ayın 11’i, 65’ine hoş geldin Ahmet” diyordu.
Şaşkınlık ve mutluluğu aynı anda yaşayan Özdemir sunumuna “sevgi ve aşk” ile devam ediyordu. Bir şaire, bir ozana, bir hikâyesi olana söz veriyor ve sıra bana geliyordu:
Aşk
Aşk; ruh sahnenin sonsuzluğa açıldığı an
Öyle engin bir deniz ki, ucu bucağı olmayandır
Aşk; varlığın sırrı, hayatın demi
Sevmekten başka çaresi olmayanların eylemidir
Aşk; bülbülün güle hasreti
Allah’ın kuluna merhametidir
Aşk; Hâcer gibi Safâ’dan Merve’ye koşabilmek
İbrahim gibi İsmail’ini kurban edebilmektir
Aşk; Peygamberi, Hatice gibi sevebilmek
Vahşi’yi yahşiye çevirebilmektir
Aşk; dokunmadan ruhunla hissedebilmek
“Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim” diyebilmektir
Aşk; Fatih’in İstanbul’u, Sinan’ın Selimeye’si
Yunus’un Taptuk Emre’si, Mevlânâ’nın, Şemsi’dir
Aşk; bitmek bilmeyen bir hakikat
Sonsuzluğa inanmaktır.
Sabri Gültekin
11 Şubat 2012 – İstanrbul