“Sadıklarla beraber olun”
Yağmur çiseliyor… Anadolu’yu kar kaplamışken, İstanbul rahmetle ıslanıyor. Zaman ikindi vaktine, ıslananlar bu şehri kutsal kılan Ebu Eyyub el-Ensari’ye koşuyor. Eyüp Camii aziz misafirin hatrına doluyor; dualar, salatlar ve selamlar birbirine karışıyor.
Eyüp Camii’ne çıkan sokaklardan birisi nedense kalabalıklardan geçilmiyor. Biraz yürüyüp Feshane’ye ilerlediğimizde mesele anlaşılıyor. Hac, Umre ve İnanç Turizmi Fuarı’nı gezmeye gelenler Mihmandâr-ı Nebevi’yi de ziyarete koşuyor. O, kendine hicret edenleri; günahlardan, kötülüklerden kaçan muhacirler gibi karşılıyor. Misafirlerine Rabbinin katından müjdeler hatırlatıyor. Geleni boş çevirmiyor.
İstanbul’da gün bitiyor, fakat başka bir mecrada yeniden başlıyor. Maneviyatı zehirleyen sokakları akışına bırakıp Fatih İskenderpaşa Mahallesi’ne kıvrılıyoruz. Mahallede büyük bir hareketlilik yaşanıyor; birileri İskenderpaşa Camii’nin yerini soruyor, birileri arabasını park etmek için sokak sokak geziniyor. Koşuşturmacaları görünce, 1985’li yıllarda merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin “Pazar Sohbetleri”ni dinlemek için İskenderpaşa Camii’ne sığınışımız, gözlerimin önüne bir film karesi kopup geliyor. Bu güzel mekânın dolu dolu olduğu günlerdi o günler. 28 Şubat’ta öyle bir rüzgâr esti ki, çoğu güzellikler hicret etti bir yerlere.
Hicret eden güzelliklerden birisi de Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’ydi. 4 Şubat 2001’de Avustralya’nın Dubbo şehrinde geçirdiği trafik kazasında hicreti son buldu. Dostlarının omzunda yürüdü sevdiğine, peygamber mihmandârına komşu oldu. Sevenlerinin mürşidini unutmadığının, onun 76. doğum yıldönümünü (7 Ocak 2012 Cumartesi) yâd etmenin işaretiydi sokaklardaki koşuşturmacalar. İlim, fikir ve gönül önderi Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’yi yâd etmek için sevenleri memleketin değişik yerlerinden koşup gelmişti yine.
Bir taraftan karanlık çökerken sokaklara, İskenderpaşa Camii ve bahçesine nûrdan damlalar iniyordu. Akşam ezanıyla birlikte herkes susuyor, birbirine omuz veren cemaat mi’raca yükseliyordu. Sonra hafızlar Kur’an’la coşuyor, dualar Allah için kalplerden firar ediyor, naatlar kubbenin altındaki yürekleri okşayarak arşa yükseliyordu.
Kürsüye gelen Diyanet İşleri Başkanlığı Ümraniye Vaizi Mikdat Kutlu Hocaefendi’nin çileyle yoğrulmuş sesi titriyordu. En iyi tanıdığını, defalarca yâd ettiğini, dahası mürşidini cümlelerle ifade edememenin heyecanını bir kez daha yaşıyordu.
“Sadık kulları yâd etmek rahmet vesilesidir” ifadesinden sonra Enes bin Malik’ten(ra) rivayetle şu hadisi naklediyordu:
“Bir cenaze kötülenince Resulullah(sav): ‘O cezayı hak etti’ buyurdu. Başka bir cenazeyi de övdüler: ‘Ona da iyilik vacip oldu. Bunu övdünüz Cenneti, ötekini kötülediniz Cehennemi hak etti. Sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz’ buyurdu.”
“Sadıklarla beraber olun”masının, onların yâd edilmesinin faziletlerini kürsünün önünden dışarıya taşan cemaatle paylaşan Kutlu Hocaefendi, “Sıdk, sadakat, doğruluk ve ahde vefa” ifadelerini âdeta yeniden şerh ediyordu. Mevlânâ’dan, Gümüşhânevî’den, Bursevî’den, Âkif’ten örnekler veriyor, “Ya âlim ol, ya öğrenci; ya dinleyen ol, ya bunları seven; yoksa helak olursun” ikazını hatırlatıyordu.
Sonra yâd edilene tekrar dönüyor, ondan hatıralar paylaşıyordu… Aslında hocaefendinin aktardığı ufuk açıcı, yürek ferahlatıcı şu anekdot her şeyi özetliyordu: “Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi ‘tasavvuf nedir?’ sorusuna şu cevabı verirdi: ‘Allah’ı kullara, kulları da Allah’a sevdirmektir’ derdi. O ömrü boyunca hep bu uğurda mücadele etti.”
Peygamber varislerini bir çırpıda anlatabilmenin imkânsızlığı bu yâd gecesinde yine kendisini ele veriyordu. “Sözü dinleyip anlayan, ihlâs ile yaşayanlardan eylesin…” duaları gecenin karanlığını kandil gibi aydınlatırken, semadan damlayan rahmet zerrecikleri “sadıklarla beraber olanlar”ın üzerine yağıyordu.
SABRİ GÜLTEKİN