Milli Görüş ve R. Tayyip Erdoğan! (1)
İslami Analiz yazarlarından Necip Yavuzer'in yeni yazısı...
Özlü Söz: Bu dünyada işlenecek en büyük suç haksıza taraftar ve haklıya düşman olmaktır. (MEVLANA)
Milli Görüş; İslam ümmetinin birlik olmadığı ve sınırlarla birbirinden ayrıldığı son asırda batılıların dokunmasıyla ümmet şuurundan da uzaklaştığı bir dönemde İslam Birliğini yeniden tesis etmek ve ümmet şuuru ile İslam inancının ana temellerine dönmek gibi bir şiar ve eylemle Erbakan Hoca tarafından bir proje ve siyasi bir oluşum olarak kuruldu!
“Milli” kelimesi Arapçadan dini anlamı ile alınarak Türkçedeki “Görüş” kelimesi ile birleştirilerek “Dini Görüş” olarak bir mektebin ve bir siyasi hareketin adı olarak hayatımıza girdi. Hilafetin kalkması ile birlikte İslam dünyasını hegemonyası altına aldığını varsayan batı bu yeni görüşün söylem ve eylemleriyle dikkatle izlemeye başladı. Siyasi platformda koalisyonlarla başlayan Milli Görüş yaptıkları eylem ve söylemleri ile batının dikkatini çekmiş ve özellikle Siyonizm hakkındaki görüşleri hiç hüsnü kabul görmemişti. Ve haliyle dikkatle izlenmeye başlandı…
Erbakan Hoca Refah Partisi olarak girdiği 1994 yılındaki yerel seçimde İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıkları ile birlikte birçok ilde belediye başkanlıklarını almıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını 22 yaşlarında Milli Görüş saflarına katılarak adım atan R. Tayyip Erdoğan kazanmıştı.
R. Tayyip Erdoğan hitabeti, fiziği ve çalışkanlığı ile çok kısa bir sürede parti içinde yükselmişti. Belediye Başkanı olduktan sonra yaptığı çalışma ile göz dolduran ve katıldığı televizyon programlarında kendinden emin ve iyi yetişmiş bir Milli Görüş mensubu olarak gönüllere taht kurdu. Konuşma kabiliyeti konulara hâkimiyeti ile birlikte yaptığı çalışmalarla bütün Türkiye’de konuşulan kişi konumuna gelmişti.
Bu konumu batı emperyalizmi tarafından hiç kaçırılmadı ve kendisi ile temasa geçildi. Bu temaslar neticesinde yapılan teklifleri geri çevirmedi. Bu teklifler öyle sıradan ve basit teklifler değildi. Türkiye’nin başbakanlığı ve Büyük Ortadoğu Eş Başkanlığı teklif edilmişti. Konuya vakıf olan Erbakan Hoca kendisini çağırttığında olanların kendisini sevmeyenler tarafından ortaya atılan iftiralar olduğunu söyleyerek konuyu gizlemeye etmeye çalıştı. Erbakan Hoca olayı derinliğine araştırdığında olayın gerçekliğini öğrenmişti ve vazgeçmesi için kendisine birçok değerli kimseleri gönderdi ama vazgeçiremedi.
R. Tayyip Erdoğan’a gönderilenlerden biride çok değerli ve yakinen tanıdığım ağabeyimiz Van Milletvekili Fethullah Erbaş beydi. Kendisi ile yaptığı uzun görüşmenin sonunda Erdoğan “Ben Erbakan Hoca’nın gölgesi altında siyaset yapamam” sözünü Erbakan’a ilettiğinde hoca çok kızmıştı. Erbakan bu defa kendisine Suudi Arabistan’da kürsü başkanı olan ve fitne konusunda uzman olan bir profesörü gönderdi. Bu zatında görüşmesinden sonra söylediği tarihi sözü şöyleydi; “Efendim bu yoldan çıkmış feraseti kararmış ve batılı hak suretinde görüyor”. Bu söz ve tespit çok önemliydi ve bu görüşmenin ardından içte olan çekişme artık su yüzüne çıkmış gündeme oturmuştu…
Bugünle nasıl gelindiğini hatırlamak için biraz beyin jimnastiği yapıp geçmişi hatırlayalım…
Erbakan, iktidar olmadan önce 1993 yılında araştırmacı-yazar Aytunç Altındal ile yapmış olduğu bir söyleşide özetle şunları söylüyordu: "Bu güne kadar bizi engellemeye çalışan bazı güçler bizim önümüzü açarak iktidara getirmek istiyorlar. Biz iktidara geldikten sonra da bizi iktidarda perişan etmeyi düşünüyorlar. Bize iş yaptırmayacaklar, önümüze akıl almaz engeller çıkaracaklar. Atacağımız her adımda bizi sabote etmeyi düşünecekler. Hangi soruna el atsak, çözümü yokuşa sürüp, çok kısa zamanda bizleri iktidarda beceriksiz davranmış olmakla suçlayacaklar. İşte Müslümanlar ne kadar başarısızlar, görün diyecekler... Ama biz Allah'a güveniyoruz." diyerek meseleyi iktidara gelmezden üç yıl önce görebilmişti. (23-24 Aralık 1993 Yeni Günaydın)
İktidar ortağı ve ilk defa başbakan olarak göreve başlayan Erbakan, işin vahametini, siyonizmin oyunlarını ve ABD'nin müdahaleci olma tavrını iyi bilen biri olarak işi sıkı tutmaya ve onların düşünemeyeceği projeleri hayata geçirme yoluna gitti. Bu önem arz eden projelerinden biri olan D-8 projesi, İslâm dünyasını yan yana getirebilmek, ekonomik alanda atılımlar yapmak, ortak savunma ve ortak para birimine geçmek gibi hayati meseleleri hayata geçirmekti ve bunu kurmaya da muvaffak oldu. Havuz sistemi ve denk bütçe ile ülke ekonomisine yeniden hareketlilik kazandırmasının yanı sıra hazinenin para ile dolması neticesinde, bunu hak sahipleri olan işçi, memur, bağ-kurlu, dul ve yetimlere vererek iç piyasaya bir canlılık getirdi.
D-8 projesi ile karşı atağa geçerek ayaklanan ABD ve İsrail, bu oluşumun önünü kesebilmek için emrindeki bazı güçleri devreye soktu. O dönemde başlayan "İrtica geliyor, laiklik elden gidiyor" teraneleri için ve 28 Şubat'ın renkli simalarından olan İsmail Nacar o dönem için bakın 11 yıl geçtikten sonra ne diyor: "28 Şubat'ın irtica, laiklik gibi kavramlarla uzaktan yakından alakası yoktu. Laiklik gerekçeydi, bahaneydi. Erbakan'ın devre dışı bırakılması gerekiyordu. Erbakan ve kadrosu tarafından rantiyeci kesimin muslukları kesilince böyle oldu. Sebeplerinden biri bu, ikincisi, Erbakan'ın İsrail karşıtı olmasıydı. OPERASYONUN ARKASINDA, İSRAİL VARDI, uzantıları da rantiyecilerdi. 28 Şubat, dış destekle yapıldı. Erbakan'ın ekonomiye çekidüzen vermesi, şahsiyetli bir dış politikaya yönelmesi, rahatsızlık verdi."
"Türkiye'yi soyan bir takım şirketlere danışmanlık yaptılar, bazı parlak isimler. Rantiye, sömürü söz konusu olduğu zaman, daha doğrusu bu sömürü çarkına çomak sokulduğu zaman, laikliği bahane edip harekete geçerler, bu hep aynıdır. Bugün "laiklik laiklik" diye bağıranların da bazı önde gelenleri İsrail uşağıdır." (Vakit Gazetesi 28 Şubat 2008) (Anti parantez, bu sözleri söyleyen İsmail Nacar denilen zat'ta o dönemde onların değirmenine su taşıyanlarındandı!!!!)
Erbakan'ın bu çabalarına kayıtsız kalmayan ABD ve İsrail, Erbakan'ı iktidardan indirmek için hukuk dışı ne varsa yürürlüğe koydular. O dönemde medya, üniversiteler, bir takım sivil toplum örgütleri, yargı mensupları, iktidarı orduya şikâyet etme yarışına girmişlerdi. İsmail Nacar'ın tespitine göre orduya şikayet edenleri ayağa kaldıranlar bunu İsrail'in istemi doğrultusunda yaptılarsa, bugünde aynı organizeler olagelen bütün huzursuzlukların başını çekerek, kaos ortamının devamını bugünde aynı şekilde isteyen güçler aynı güçlerdir.
Müslümanları güçle yenemeyeceğini bilen ve her dönemde içten çökertmeyi kendine meslek edinen batılı güçler, Erbakan Hoca'ya da aynı oyunu oynadılar. ABD'nin dönem büyükelçisi Morton Abromowitz, Erdoğan'la Beyoğlu ilçe başkanı olduğu dönemde görüşmelere başladığı bilinirken bunun devamını da o dönemin hızlı İslâmcısı Mehmet Metiner’in rol aldığı söyleniyordu. Mehmet Metiner'in nasıl değişim gösterdiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Entelektüellik ve demokrasi teraneleri bir insanın beynini kemirdiğinde demek ki, kişi böyle değişebiliyor!
Büyükelçi ile görüşmelerine ara vermeyen Erdoğan en önemli görüşmesini 15 Ekim 1996'da belediye başkanlığı makamında gerçekleştirdi. Büyükelçi bu görüşmede Erdoğan'a "Türkiye'nin geleceği için çok önemlisiniz" dediği o dönemde basına yansıdı.
"Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan'ı, Erbakan'a tercih ederim" diyen Abromowitz, geleceğin başbakanını da böylelikle işaret ediyordu. Çünkü o dönemde başlayan ve bir şiir okumakla görevden alına Erdoğan'ı müthiş bir senaryo gereği adım adım iktidara getirebilmenin adımları atılıyordu. Erdoğan'ın okuduğu şiir, Ziya Gökalp'in yazdığı ve MEB'nın Talim ve Terbiye Kurulunun ilköğretim 4. sınıf Hayat Bilgisi kitabına konulmasına rağmen, bunu Erdoğan'ın okumasıyla siyasi hayatı bir andı bitivermesi akıllara durgunluk verebilecek bir nitelikte ve böylesi de ancak bizim ülkemizde ortaya çıkabilecek kadar garip bir olaydı.
Hapse girmesi ile başlayan hukuk mücadelesi şeklinde geçen senaryonun tek amacı, dağdaki çobanında bir belediye başkanı şiir okudu diye içeri atılıyor olması ve bu haksızlığa karşı bir halk desteğinin sağlanması isteniyordu. Geçen sürç içinde, Erdoğan hapisten çıktı ve yapılan propagandalar neticesinde yurt çapında büyük bir destek böylece sağlanmıştı. İş kalmıştı siyasi parti kurma çabalarına. Halk arasında herkese şu belletiliyordu "Bugün Erdoğan bir parti kursa, oyumu kesinlikle ona veririm" Bu senaryo tutmuştu, artık ABD'ye seyahatler ve Siyonist örgütlerle görüşme devreleri başlamıştı. Tabi ki, bu çalışmalardan halk haberdar edilmemesi gerekiyordu.
Yahudilik karşıtı güçlere karşı kurulan "Anti Defamantion League" ve kısa adı da ADL olan Siyonist örgütün başı Abraham Foxman, 2001 yılında Tayyip Erdoğanla görüşmek için İstanbul’a gelmişti. Erdoğan randevu vermesine rağmen Foxman'la görüşmekten çekinmişti. Konu Abdullah Gül'e intikal ettiğinde, Eroğanı telefonla arayan Gül, misafirin ehemmiyetini ve ADL'nin gücünü bakan olduğu dönemden bildiği için Erdoğan’ı ikna etmeye çalışırken, Erdoğan, Gül'e şunları söylüyordu: "Abdullah bey, bu insanların ehemmiyetini biliyorum, ancak ya buluşma basına sızar ve görüşmemiz duyulursa ben ne yaparım? Hoca'nın taifesi (Erbakan'ı kastediyor) ruhumu şeytana satmakla itham etmez mi beni?" A.Gül ise şu cevabı veriyor: "Doğru böyle bir risk var, ama görüşme gizli tutulur. Çok çok duyulursa, yalanlar kabul etmeyiz. Bu buluşmanın dışarıya vereceği mesajlar anlamında fevkalade önemlidir." (Yenilikçi Hareket, Nasuhi Güngör s. 98-99)
Parti kurma çabalarına hız vermeye başlayan Erdoğan-Gül ikilisi, ABD ile başlayan görüşme seyahatleri da o oranda çoğalıyordu. Ülke içinde de çeşitli kesimlerle irtibatlar kurularak geniş yelpazeli bir siyasi hareketin içine girilmeye çalışılıyordu. Fethullah Gülen ve Çevik Bir'in yanı sıra, general olduğu dönemde makamına güvenerek Erbakan Hoca'ya hakaret eden Tümgeneral Osman Özbek'e dahi birlikte çalışma teklifi götürüldü. Osman Özbek, kendisine birlikte çalışma teklifi hem A. Gül, hem de Erdoğan'dan ayrı ayrı geldiğini ifade ederek, aracının şimdiki Kayseri belediye başkanı Mehmet Özhaseki olduğunu bir konferansta açıkladı. Gelen aracıların "Amerika kararını verdi, Tayyip başbakan, Gül Dışişleri Bakanı olacak" diye beyanlarına olumsuz cevap verdiğini aynı konferansta açıklayarak, eğer yalan söylüyorsam Mehmet Özhaseki bani yalanlasın diyerek bir gerçeğin altını çiziyordu. (tevhidhaber.com/news_php?id=33617) (10.3.2008)
Yapılan tüm çabalar neticesinde hiç devlet yönetiminde görev almamış ve dış emperyalist güçlere karşı siyasi deneyini olmayan, sadece belediye başkanlığı yapmış ve hırslı olduğu her çabasında görülen Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AKP, 2002 seçimlerinde büyük bir halk kitlesinin desteğiyle iktidara geldi.
Gelecek yazım konunun devamı ve günümüze kadarki durumunu yazma dileğiyle…