"İktidarın her türlü savruluşuna elindeki tuzla koşma sevdasında olanların söyleyeceklerini zaten kimse ciddiye almıyor ancak hükümete yakın olmayan ya da en azından siyaseten mesafeli bazılarının da ilginç bir şekilde yabancı bir danışmanlık firmasıyla girilen bu anlaşmaya sıcak baktığını görüyoruz."
Türkiye’nin girdiği ekonomik kriz sarmalından çıkma çalışmaları çerçevesinde yabancı bir firmadan, denetim görevini de içeren danışmanlık hizmeti satın alma kararı, Türkiye’de muhalefete yakın cenahta tartışma yarattığı gibi iktidara yakın cenahtan bazı isimlerin de bu eleştirilere bigâne kalmağı görülüyor. Bu tartışma da kolay dineceğe benzemiyor. Özellikle Abdurrahman Dilipak’ın konuyla ilgili yaptığı çıkış, iktidara yakın olsun olmasın muhafazakâr çevrelerin görüşünü de önemli ölçüde etkileyecek gibi.
İktidara yakın çevrelerde tartışmaların bir kısmının söz konusu şirketin daha önce Gülen Örgütü’yle de bağlantılı Muhammed Dahlan’la yakın temas içerisinde olması, Lübnan’da hükümete uyuşturucu ekimi tavsiyesinde bulunması, G. Afrika’da yolsuzluklara bulaşmış olması gibi konular etrafında döndüğü görülüyor.
Tabii ekonomistler ya da ekonomik bağlamı önemseyenler konuya daha çok onca danışmanlık hizmeti veren ve oldukça da kaliteli Türk ve yerli firma varken hükümetin yabancı bir firmayla çalışmasındaki tutarsızlık açısından bakıyorlar.
Siyasi boyut üzerinde odaklananlar ise iktidarın bir ideolojik argüman olarak dış mihraklar söylemi ipine sıkı sıkıya sarıldığı bir süreçte nasıl olur da Amerikan müesses nizamı ve kurumlarıyla enteresan ilişkiler ağına sahip bir firmayla anlaşılabildiğini sorguluyorlar.
Eleştirilerin büyük bir bölümü haklı tabii ki. Ancak bu tür eleştirilerin en azından bir kısmına eminim hükümete yakın olsun ya da olmasın yanıt verecek kimseler var. Politik tutarlılık nedir bilmeyen ya da konuya bütüncül bakmayanlar açısından bu yanıtlar tatmin edici dahi olabilir. İktidarın her türlü savruluşuna elindeki tuzla koşma sevdasında olanların söyleyeceklerini zaten kimse ciddiye almıyor ancak hükümete yakın olmayan ya da en azından siyaseten mesafeli bazılarının da ilginç bir şekilde yabancı bir danışmanlık firmasıyla girilen bu anlaşmaya sıcak baktığını görüyoruz.
Bu kişiler, McKinsey danışmanlık firmasının sadece verili bir durumda bakanlıklar arası koordinasyon vs. gibi salt programlamayla ilgili bir denetim sürecinin olduğunu, IMF tarzı hükümetin icra görevlerinden herhangi birine müdahale edecek bir yetkisinin bulunmadığını da buna ekliyorlar.
Söz konusu kişi ve çevreler, bütün bunları ifade ederken gözden kaçırdığı şeyin büyüklüğünün farkında değiller. Getirilen eleştirilere cevap verme gayretkeşlikleriyle, bu danışmanlık firmasının şaibeli bir şirket olduğu, birilerinin şikâyet ettiği güç ilişkilerinin tam da merkezinde bulunduğu gerçeğini ısrarla göz ardı ediyorlar. Meselenin özünün bu olduğunu ve diğer bütün tartışma konularının birer teferruattan ibaret olduğu görmezden geliniyor.
Yine bununla bağlantılı ve meselenin özüne taalluk eden başka bir husus ise Neo-Liberal politikaların yarattığı tahribatın panzehrinin bu politikalardan uzaklaşmak, özellikle tarım sektöründe daha korumacı, halkın ihtiyaçlarını baş tacı eden, planlı bir ekonomik yapının önemsendiği politikalar güdülmesi zarureti gün gibi aşikarken söz konusu çevrelerin iktidarın ısrarla, sorunu bizatihi o sorunun kaynağı politika ve kurumlarla çözmeye çalışması şeklindeki yaklaşımına dikkat etmemeleri ya da kendilerinin böyle bir derdinin bulunmamasıdır.
Burada yanlış anlaşılmasın, hükümete Neo-liberal politikaların terk edilmesi çağrısında bulunacak kadar saf değiliz. Mevcut iktidarın hiçbir zaman serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmeyeceğini, tercihini en başından beri tavizsiz bir neo-liberal yapıdan yana yaptığını ve bunun Reis’in kırmızı çizgisi olduğunu biliyoruz. Bizim burada söylemeye çalıştığımız şey, en azından Neo-Liberal politikaların yarattığı tahribatı hafifletecek bir çizgiyi benimsemenin bile AKP gibi kapitalizmi sorgulama kapasitesinden yoksun bir parti açısından oldukça ileri bir nokta olduğunun altının çizilmesidir. Tabii gerçek çözüm ve dönüşümün AKP’nin de içinde olduğu, küresel kapitalist sistemle bağlantılı bu düzenin tümüyle tasfiye edilip yerine daha adil ve paylaşımcı bir ekonomik düzen kurulması olduğu gerçeğini unutmadan... Bu noktada Erbakan Hocanın Adil düzen söylemiyle ifade ettiği ancak gerek Refah Partisi’nin zamanında bir türlü içini dolduramadığı için vazgeçtiği kaygı, (içini doldurmak şartıyla) bize yol gösterebilir.
İktidarın kendi söylemini baz aldığımızda şayet ekonomik kriz ve sıkıntılar bizatihi Trump politikalarından ve ABD’nin düşmanca siyasetinden kaynaklanıyorsa çözüm o iktidarın zihniyeti ve yapısıyla iç içe geçmiş kurumlarda aranmamalıdır.
Bir başka göz ardı edilen husus ise bu firmanın gerçekten iddia edildiği gibi liyakata sahip olup olmadığı meselesi. Sadece S. Arabistan ve Lübnan örnekleri, söz konusu şirketin perfomansı açısından bize fikir verebilir. Lübnan’da esrar ekimini tavsiye etmesi meselesini geçiyorum, hükümete verdiği tavsiyelerin kamuoyunda ciddi ölçüde tartışıldığını Arap basınından okumak mümkün. Örneğin el Cezire’nin internet sitesinde yayınlanan bir haber, şirketin nasıl kuruntu sattığını ve yanılsamalara yol açtığını gayet güzel ve veciz bir şekilde anlatmış. Muhammed bin Selman’a 2030 projesini kabul ettiren şirketin bir süre sonra nasıl Selman’ı yüzüstü bıraktığını mı, McKinsey’in İsviçre Hava yolları ile Enron Şirketi’ne (Elon Musk’a) verdiği danışmanlık hizmeti sayesinde batışını mı, şirketin hangi fiyaskosunu anlatalım? McKinsey’in geçmişte izlediği en önemli taktik, Kral ve diktatörlerin çocukları ve damatlarının peşinde koşarak iş kapmaya çalışması. Seyfu'l İslam Kaddafi, Cemal Mübarek ve Ahmed Ali Abdullah Salih bunlardan sadece birkaçı. Bahreyn ve BAE veliahd ya da prensleri de McKinsey’in av sahasına giren ülkelerden.
Kısacası nereden baksanız McKinsey, bizim önümüzdeki ay ve yıllardaki en büyük baş ağrılarımızdan biri olursa şaşmamak gerekir.