Takva
Takva insanî ilişkilerde sosyal dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Zira Rabbimizin bizi mesûl tuttuğu konuların başında "iyi ve hayra yönelik insanî ilişkiler" gelmektedir.
Hazım Koral/İslamî Analiz
Takva kelimesi Arapça kökenli bir sözcüktür. Terim olarak "korkma" - "sakınma" ve "teyakkuz hâlinde olma" anlamlarına gelmektedir. Dinî terminolojide ise, "Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle riayet etmek" olarak ifade edilmektedir. Bu minvâl üzere bir yaşam sahibi olanlara ise "muttaki" denir. Muttaki yani takva ehli, katışıksız bir şekilde bütün benliğin Allah'a yönelmesi, insanı Allah'ın rızasından alıkoyan her şeyden uzak olmak anlamına gelmektedir. Takva ile ilgili bir ayet-i kerimede şu ifadelere yer verilmektedir: "Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde haşyet duyunuz (korkunuz). Ve ancak Müslümanlar olarak can verin." (Âl-i İmran:102) Bir başka ayette ise takva olgusu şöyle teşvik edilmektedir: "Kim takva sahibi olursa, Allah ona (hidayet ve hayat koşullarına ilişkin) bir çıkış yolu ihsanda bulunur. Kim Allah'a güvenip tevekkül ederse ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur." (Talak:2-3)
Takva sahibi insanın Allah Teâlâ nezdinde en yüksek mertebede olduğunu bildiren ayet şu müjdeyi vermektedir: "Muhakkak ki, Allah katında en makbul olanınız, takvaca en üstün olanınızdır." (Hucurat:13) Bu ayetleri kulakardı edenler için Rabbimiz şöyle buyuruyor: "O belde halkı inansalar ve takva ile hareket edip korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yüz çevirdiler. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik." (Araf:96) Özellikle Ehl-i Beyt kanalı ile bize ulaştırılan hadislerde takva olgusundan sıkça söz edilmektedir. Zira takva dinimizin olmazsa olmazıdır. Takvaya ilişkin birkaç hadis aktaracak olursak: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz ve Âdem'de topraktandır. Allah'ın nezdinde en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Arab'ın Acem'e bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır." Bir başka hadiste cennete girmenin yolu takvadan geçtiği şöyle dile getirilmektedir: "İnsanın cennete girmesine sebep olacak en etkili tutum, kişinin Allah'a karşı takvalı olmasıdır." Yine bir başka hadiste takvanın insani ilişkilerdeki etkisi şöyle beyan edilmektedir: "Birbirinize haset etmeyin. Birbirinizi hor görmeyin. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinizden yüz çevirmeyin. Alışverişte hile yapmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olunuz. Birbirinize zulmetmeyiniz. Yardıma muhtaç olanı yalnız bırakmayınız. Takva işte budur." Bu açıklamalardan sonra Resûlü Ekrem Efendimiz "Takva işte budur" sözünü üç kez tekrarlıyor.
Hadislerden de anlaşıldığı gibi takva insanî ilişkilerde sosyal dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Zira Rabbimizin bizi mesûl tuttuğu konuların başında "iyi ve hayra yönelik insanî ilişkiler" gelmektedir. Nitekim Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın." (Mâide:2) Bir mü'min için takvasız hayat düşünülemez. Ancak günümüzde Müslüman toplulukların yaşam biçimlerine baktığımızda takva olgusundan fersah fersah uzaklaşılmış olduğunu görüyoruz. Özellikle sosyal ilişkiledeki tutum ve davranışlarda takva eksikliğini müşahade etmekteyiz. Zahiren görülen manzara bu, yoksa elbette ki münferiden kimsenin çetelesini tutma diye bir lüksümüz yok. Görülen o ki insanî münasebetlerde, özellikle akraba ve komşuluk ilişkilerinde haset ve çekememezlik ve bunun sonucu dedikodu had safhada. Akrabalık ilişkilerinde miras, veraset ve intikal işlerine bakınız ne demek istediğimizi hemen anlarsınız. Bu konuda adeta sorunsuz aile yok gibi. Miras paylaşımından kaynaklanan husumet, düşmanlık ve işlenen cinayetler sıkça gazete haberlerinde tanık olmaktayız. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), "Alışverişte hile yapmayın, aldatan bizden değildir" diyerek uyarıda bulunuyor. Bugün Müslümanların alışverişlerine ve ticaretine bakın! Dürüstlük Hak getire.. Bu işe koyulanlar ticaretin faydalı püf noktalarını, helâl kazancın inceliklerini öğreneceklerine "nasıl kısa yoldan malı götürürüm" düşüncesiyle bir koyup beş almanın sahtekârlığını meziyet olarak öğrenmektedirler. Parayı peşin vererek sözüm ona adama iş yaptırıyorsunuz, adam işi eksik bırakıp gidiyor. Sonra bekle ki gelip işi tamamlasın. Bunlar hep yaşanan hadiseler, tecrübeyle sabit.
İnsanî ilişkilerimizdeki bir başka sorun ise "karz-ı hasen" olmaktadır. Oysa "karz-ı hasen" yani borç vermek dinimizce teşvik edilen iyi ve güzel davranışlardan biridir. Bu çok güzel bir sosyal dayanışma örneğidir. Hatta alacaklı borç verdiği kişiye toleranslı davranması da salık verilmektedir. Öyle ki, borcu iade edemeyecek durumda olanlara karşı alacağından vazgeçip bağışta bulunması önerilmektedir. Muttaki bir mü'minin kişiliğini yansıtan bu gibi davranışlar "karz-ı hasen" kapsamında değerlendirilmektedir. Günümüzde ise "karz-ı hasen" olgusunun iki boyutlu olarak istismar edildiğine tanık olmaktayız. Birincisi, imkânı olduğu hâlde borcunu iade etmeyip savsaklayanlar. İkincisi, bu tür istismarlara uğrama endişesiyle "karz-ı hasen" duygularını yitiren insanlar. Elbette ki bunların da yaptığı doğru değil. Bütün istismarlara rağmen iyilik yapmak ve bu duyguyu yitirmemek ahlâksal mükemmelliktir. Bir başka ifadeyle, "insanların fütursuzca vefasızlığına rağmen, insanların hayasızca kadir kıymet bilmemelerine rağmen doğruluk ve takva ahlâksal mükemmelliktir. Atalarımız ne güzel söylemiş: "İyilik yap, denize at, balık bilmezse Hâlık bilir." Takva ehli olmanın yegâne yolu hamiyetsever olmaktır, cömert olmaktır, varlıkta da, yoklukta da infakta bulunmaktır, yarım hurma ile de olsa gönül almaktır. Bunlar en önemli insanî hasletlerdir.
Biz bu satırlarımızda tabiri caizse öz eleştiri yapıp bir takım olumsuzluklardan söz ettik, ama hemen şu gerçeği de belirtmiş olalım ki, ümmet bünyesinde öylesine erdemli fertler ve öylesine faziletli hayır ve sosyal yardımlaşma derneklerimiz, vakıflarımız ve sivil toplum kuruluşlarımız var ki, bunlar gerçekten yaptıkları hizmetlerle bizim yüzakımızdır. Ancak İslâm'da zekât ve beytül mal olguları kamu yönetimine tekabül ettiği için ümmet bazında henüz halledilmemiş bir sorunla karşı karşıyayız. O da fakirlik ve geri kalmışlık zilletinden ümmet olarak kurtulmayışımız. Bu da kamusal alana "takva" olgusunu henüz taşıyamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Zira takva kavramı sadece bireysel yaşamımızla ilgili değil, toplumsal ahlâkımızla da ilintilidir. Daha açık bir ifadeyle, biz Müslümanlar devlet bazında takvayı yaşamalıyız. Kamusal alandaki bütün kurum ve kuruluşlarımıza takvayı taşımalıyız. Takvayı sadece münferiden ve vakıf bazında yaşamak yeterli olsaydı İslâm âleminde bir tek fakir ve bir tek ihtiyaç sahibi insan kalmazdı. Ama gelin görün ki, adımbaşı dilenci, adımbaşı sefalet ve adımbaşı kirlilik. Temiz siyasetle ancak temiz toplum oluşturulur. Bu ise günümüz itibariyle köklü bir arınmışlığı zorunlu kılmaktadır. "Allah arınanları sever." (Tevbe:108) Takva işte budur. Biz fert bazında olduğu gibi, ümmet olarak da her türlü kirlilikten arınırsak ancak o zaman takvaya ulaşmış oluruz.
Birçok konuda olduğu gibi takva hususunda da ümmet olarak bir kavram kargaşası, bir algı açmazı içerisinde olduğumuz acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Takvayı biz sadec bireysel "sakınma" olarak algılıyoruz. Bireysel olarak siz istediğiniz kadar iyi, dürüst ve erdemli insanlar olun bu asla yetmemektedir. Eğer yetseydi Allah Resûlü (s.a.a) Mekke'den Medine'ye hicret etmez ve orada anayasal bir düzen oluşturmazdı. Takva adına her alanda biz Allah'ın rızasını gözetmek zorundaysak bu kamusal düzenimize de sirayet etmelidir. Etmezse ne olur? Takvanın etki alanı dışında bir devlet şekli karşımıza çıkar. Bunun ismi ister saltanat sistemi olsun, ister saküler rejim olsun sonuç değişmez. Müslümanın haramlardan ve günahlardan sakınan ve sakındıran takva temeline dayalı bir devlet düzeni olmalıdır. Emr-i maruf ve nehy-i münker buyruğu sadece münferid bir vecibe değildir. Bu görev ağırlıklı olarak devletin uhdesindedir. Yüce Rabbimiz'in, "Hep beraber Allah'ın ipine sarılın" (Âl-i İmrân:103) buyruğu takva temelinde dayalı bir devlet düzenini zorunlu kılmaktadır. Hep beraber Allah'ın ipine ancak devlet yapılanması ile sarılabiliriz. İlâhî buyruktaki "Hep beraber" lafzı kamusal alandaki takva boyutlu mükellefiyetimizi de ihtiva etmektedir.
Birçok dinî kavramlarda olduğu gibi bugün ne yazık ki, takva hususunda da ümmet sınıfta kalmış bulunmaktadır. Ümmet olarak Rabbimiz bizleri gerçek takvaya ulaşanlardan eylesin. Böyle bir duanın tahakkuk etmesi için 57 ulus parçadan bir tek "İslâm Devleti" çatısı altında birliktelik oluşturmamıza bağlıdır. Takva olgusu insana ümmet bazında kamusal birliktelik hissi vermelidir. Vermiyorsa kişinin insanî hasletlerinde arıza var demektir. İnsan kendisini esfele safiline yuvarlanmaktan ancak takva ile kurtarabilir. Aşağılık ve zillet içerisinde bir hayata düçar olmak ancak tekva yitiminden sonra olur. Takva bir mü'min şahsiyetin olmazsa olmasıdır. İnsanın kemâle ermesi, insanın veli kul olması ancak takva ile mümkündür. Bir başka ifadeyle, insanın "insan" olması ancak takva ile mümkündür. Bu nedenledir ki bir özlü sözde kişinin makamı "insan" olmakla tarif edilmektedir: "Bir kişinin ulaşacağı en yüksek mertebe 'insan' olmaktır." Buna istinadendir ki merhum İmâm Humeynî, "Molla olmak zordur ama 'insan' olmak daha zordur" diye buyurmaktadır.
İnsanı faziletli kılan yüce erdemler için "insanî hasletler" ibaresini kullanırız. Zira bu erdemler ontolojiktir, yani insanın fıtratında, insanın yaradılışında vardır. Nitekim Rabbimiz, İsrâ Sûresi'nin 70'nci ayetinde "Biz Âdemoğlunu kerem sahibi olarak yarattık" diye buyurmaktadır. (Kerremna beni Âdem.) Tin Sûresi'nin 4'ncü ayetinde ise, "Biz insanı (kişilik ve şahsiyet olarak) en güzel biçimde yarattık" diye buyurmaktadır. (Ahseni takvim.) İnsan fıtratında var olan bu hasletlerini ancak takva ile koruyup tahkim edebilir. Bu nedenledir ki ayet ve hadislerle takvalı olmamız önerilmektedir.
"Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru." (Mü'min:7)
"Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa Allah onun işlerini kolaylaştırır." (Talak:4)