“Uzun yıllar boyunca Müslümanların kalbinden Kudüs aşkını, Kudüs sevdasını söküp almaya çalıştılar. Önce içimizdeki Kudüs’ü işgale koyulmuşlardı. Ardından nice siyasîlerimiz Filistin topraklarının karış karış işgal edilmesine göz yumdular. Her katliamın ardından yapılan pasif kınamalar şirret İsrail’i daha da cesaretlendirip saldırgan hâle getirdi.”
Her ne kadar başlığımızı böyle atmış olsak da, merhum İmâm Humeynî’nin dünya Müslümanlarına kutsal bir emanet olarak bıraktığı “Kudüs Günü” bizim ardımızda kalması gereken bir gün değildir.
Her günümüz Kudüs Günü’dür. Zira ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa, Sevgili Peygamberimiz’in miraca çıktığı kutsal mekan ve bu mekanı bağrında taşıyan Kudüs kenti, ayrıca “barekna havlehu” bütün çevresi mübarek kılınmış Filistin toprakları tümüyle biz İslâm ümmeti için “namus-u ekber” konumundadır. Bu vecihle diyebiliriz ki Kudüs ve Filistin davası bizim imanî bir meselemizdir. Filistin toprakları 1917 tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmesi, ardından 1948 yılında Siyonist Yahudilere peşkeş çekilip o topraklarda bir işgal rejimi kurulmuş olması İslâm coğrafyasına saplanmış bir hançer mesabesindedir. Ve o gün bu gündür, o topraklardaki işgal devam etmektedir. İngilizler Filistin topraklarından çekilip Siyonist Yahudileri oraya yerleştirirken sorunun hâllini Birleşmiş Milletler’in uhdesine tevdi etmişti. BM Filistin sorununu çözmek için iki devletli bir önersemede bulunmuş ve böyle bir neticeye varılmıştı. Ancak her iki taraf da bu çözüm önerisine razı olmamıştı. Çünkü Filistinliler doğal olarak bütün Filistin topraklarının kendilerine ait olduğunu, Yahudilerin ise dışarıdan gelip bu topraklara yerleştiklerini ve bunun bir işgal olduğunu söylemektedirler. Siyonist Yahudiler ise her ne kadar dışarıdan gelmiş olsalar da bu toprakların kendi anayurtları olduğunu öne sürüp Filistinlileri işgalci olarak görmektedirler. Ve hiçbir Filistinlinin o topraklarda barınma hakları olmadığını iddia etmektedirler. Böylesi bir inanç elbette ki çatışmayı beraberinde getirecekti. Birleşmiş Milletler Filistin toprakları üzerinde inisiyatif kullanıp karar alırken bu olguyu göz önünde bulundurmamakla büyük bir hata yapmış oldu. O topraklarda BM’nin ve Batılı devletlerin karar ve önerileriyle barışın tesis edilmesi mümkün değildir.
Siyonist Yahudiler 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel kantonunda gerçekleştirmiş olduğu ilk kongrelerinde bir takım kararlar alırlarken Filistin halkının inanç ve aidiyet duygularını tahlil etmeden bu işi şiddetle, tedhişle, katliamlarla halledeceklerini ve Filistinlileri o topraklardan tümden çıkaracaklarını sandılar. 70 seneden beri bu gayelerinden vazgeçmediler ve her Allah’ın günü sistematik bir şekilde işgal ve soykırımlarına devam etmektedirler. Soykırım, çünkü bu ardı arkası kesilmeyen katliamların soykırımdan başka bir izah tarzı yoktur. Üstelik bunu çocuk, yaşlı ve kadın ayırımı yapmadan topyekün bir katliam olarak icra ediyorlar. Zira kutsal kitapları muharref Tevrat soykırım emrediyor: “Ve İsrail onun mirasının sıptıdır; ismi orduların rabbidir. Sen benim topuzum ve cenk silahımsın; ve seninle milletleri kıracağım ve seninle ülkeleri helak edeceğim. Ve seninle atı ve binicisini kıracağım. Ve seninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım; ve seninle erkeği ve kadını kıracağım; ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım." (Yeremya, bab 51, ayet 19-23, s 777)
Filistinlilere ölüm emri: "Ey Kenan, Filistinliler diyarı, Rabbin sözü size karşıdır; seni yok edeceğim, öyle ki artık sende oturan kimse olmayacak." (Tsefenya, bab 2, ayet 5, s 887). “Hem yiğidi, hem kızı, emzikteki çocukla, ak saçlı adamı, dışarıdan kılıç ve içeriden dehşet telef edecek. Hasımlarından öç alacağım; ve benden nefret edenlere ödeyeceğim." (Tesniye, bab 32, ayet 25, s 211) Topyekün jenosit:
"Onların her şeylerini tamamen yok et, ve onları esirgeme, erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." (I. Samuel, bab 15, ayet 3, s 286) Acımasızlık emrediliyor:
“İhtiyarı genci ve eve varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun, gözünüz esirgemesin, ve acımayın." (Hezekiel, bab 9, ayet 5-6, s 794) Arz-ı Mevud adına Suriye’de iç savaş çıkarmak:
“Suriyelileri bitirinceye kadar Afekte vuracaksın." (II. Krallar, bab 13, ayet 17, s 383) Bölge halklarına tahakküm:
"Sizi kılıcın kısmeti edeceğim ve hepiniz boğazlanmak için eğileceksiniz." (İşaya, bab 65, ayet 12, s 722) Öldürmeye hazır ol; sen orada öldürmek için varsın: “Onları kasaplık koyunlar gibi ayır, ve öldürme günü için onları hazırla."
(Yeremya, bab 12, ayet 3, s 736). Diğer Müslüman ülkeleri ilgisiz kıl; yapacağın katliamlara seyirci kalsınlar. Üzülmesinler, “onlar hak etti” desinler: “Acıklı ölümlerle ölecekler, onlar için dövünen olmayacak." (Yeremya, bab 16, ayet 4, s 739). Vahşet uygulamalısınız: “Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek." (İşaya, bab 13, ayet 15, s 683).
Hamilelerin karınları deşilecek:
“Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar, gözleri çocukları esirgemeyecek."
(İşaya, bab 13, ayet 15, 16, 18, s 683). Düşünelim! Böylesi bir inanca ve akideye sahip olan Siyonistlerin Filistin halkı ile barış içerisinde yaşaması mümkün müdür? Asla!
Meseleye İslâmî zaviyeden bakıldığında da Birleşmiş Milletlerin önerdiği şekilde barış mümkün değildir. Zira başta da belirttiğimiz gibi Filistin toprakları Müslümanlar için kutsaldır ve “namus-u ekber” konumundadır. Bakınız büyük İslâm alimi merhum Alleme Hüseyin Fadlullah buyuruyor ki: “Bu topraklarda yaşayan Yahudiler din değiştirip Müslüman olsalar dahi biz onları buradan çıkarmalıyız. Zira onlar gasıp ve işgalcidirler. Bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşinin toprağına ve malına el koymaya hakkı yoktur.” Müslümanlar nezdinde Filistin davası bu kadar net ve açıktır.
Merhum İmâm Humeynî her ne kadar “Kudüs Günü”nü devrimden sonra ilan etmiş olsada onun gündeminde Filistin meselesi hep vardı. Gençlik yıllarından beri cami kürsülerinde ve ilim havzalarında dile getirdiği öncelikli konulardan biri de Filistin meselediydi. İlmi eserlerinin ilklerinden biri de Filistin üzerine yazdığı eserdir. İslâm Devrimi’nden sonra ise her Ramazan ayının son Cuma gününü “Dünya Filistin Günü” olarak ilân edip, dünya Müslümanlarının Filistin meselesini gündemlerine taşıyıp yürüyüş ve mitingler tertiplemelerini önermişti. Merhum İmâm Filistin topraklarının tümden bağımsızlığına kavuşuncaya dek bu etkinliklerin sürdürülmesini istemişti. İmâm’ın bu konuda dikkat çektiği husus sadece Siyonistler değil, onun hamisi olan ABD ve diğer emperyalist güçlerdi. İmâm buyuruyor ki: “Kudüs Günü evrensel bir gündür. Sırf Kudüs’e münhasır bir gün değildir. Kudüs Günü aynı zamanda mustazafların müstekbirlere karşı direniş ve başkaldırı günüdür. ABD ve diğer emperyalist ülkelerin zulüm ve baskıları altında bulunan milletlerin bu zulme karşılık verme günüdür. Mustazafların müstekbirlere karşı hazırlanıp techizatlanmaları ve onların burunlarını yere sürtmeleri gereken gündür. Kudüs Günü münafıklarla gerçek dindarlar arasındaki farkın gözetileceği gündür. Gerçek dindarlar bu günü Kudüs Günü bilir ve bu cihetle gerekeni yaparlar. Münafıklar ise, yani perde gerisinde süper güçlerle anlaşıp gasıp İsrail ile dostluk kurup ticaret yapan yöneticiler ise bu güne karşı kayıtsız kalırlar ya da milletlerin protestoda bulunmalarını engellerler. Şunu bilin ki; Kudüs Günü, mustazaf milletin kaderinin belirlenmesi gereken gündür. Bugün mustazaf milletler müstekbirlere karşı varlıklarını ilân etmelidirler. İran halkının kıyam edip müstekbirlerin burunlarını sürtmesi gibi bütün milletler kıyam etmeli ve bu fesat tümörünü çöplüğe atmalıdırlar.”
Şükürler olsun ki, bütün Müslüman ülke halkları bu çağrıya “lebbeyk” deyip her yıl etkinliklerde bulunulmaktadır. Avrupa’nın başkentlerinde bile Kudüs Günü” etkinliği tertiplenmekte, yürüyüşler yapılıp “İsrail’e ölüm” sloganları atılmaktadır. Elbette ki, Filistin davası için dertlenen sadece İmâm Humeynî değildi. Filistin ve Kudüs davası, (“Müslüman Kardeşler” örgütünün kurucusu şehid Hasan el- Benna olsun, büyük mücadele adamı şehid Seyyid Kutup olsun, Pakistan Cemaati İslâmî lideri merhum Mevdudi olsun) İslâm dünyasının her yanındaki “dava adamı” dediğimiz alimlerimizin ve bir takım siyasilerimizin sürekli gündeminde olmuştur. Bu arada merhum Erbakan’ı rahmet ve minnetle anmadan geçemeyeceğiz. Zira merhum Erbakan’ın 40 küsur yıllık siyasî hayatına baktığımızda hemen hemen bütün konuşmalarında, özellikle büyük mitinglerinde Filistin meselesini gündeme taşıyıp kamuoyunu Siyonist tehlikeye karşı uyarmıştır. Merhum Erbakan’ın en meşhur sloganlarından biri de, “İsrail laftan değil, güçten anlar” sözüydü. Müslümanlar bu gerçeği bilmeli ve anlamalıdır, hazırlıklarını da ona göre yapmalıdır. Erbakan bir siyasî lider olarak bu işi sadece lafta bırakmamış ve proje içerisinde İslâm Savunma Gücü olan D - 8’i kurmuştur. Erbakan’ın bu projesine ilk müspet cevap veren ülke İran İslâm Cumhuriyeti olmuştur. Siyonistlerin içimizdeki uzantıları ise bu projeyi akamete uğratmak için 28 Şubat postmodern darbesini yapmıştır. Bugünkü mevcut iktidardan beklentimiz o ki, D - 8 projesinin hayata geçirilmesini sağlamasıdır. Bu proje biz İslâm ümmeti için imanî bir meseledir ve mutlaka hayata geçirilmelidir.
Hiç kuşkusuz, İslâm birliğinin tesis edilmesi Kudüs’ün özgürlüğünü ve kutsal Filistin topraklarının bağımsızlığını beraberinde getirecektir. Bu nedenle diyeceğimiz o ki; Kudüs Günü sadece Sivil Toplum Kuruluşları’nın gündeme getireceği bir mesele de değildir. Bu mesele Müslüman halkların başlarındaki siyasîlerin çözümlemesi gereken meseledir. Şunu da hemen belirtmiş olalım ki: Bazı siyasilerin manipülatif hezeyanlarla dile getirdiği gibi, sadece doğu veya batı Kudüs değil tüm Filistin toprakları İslâm ümmetinin her bireyi için “namus-u ekber” konumundadır. Biz Müslümanlar için “kırmızı çizgimiz” 67 sınırları değil “İsrailsiz bir dünya”dır. Uzun yıllar boyunca Müslümanların kalbinden Kudüs aşkını, Kudüs sevdasını söküp almaya çalıştılar. Önce içimizdeki Kudüs’ü işgale koyulmuşlardı. Ardından nice siyasîlerimiz Filistin topraklarının karış karış işgal edilmesine göz yumdular. Her katliamın ardından yapılan pasif kınamalar şirret İsrail’i daha da cesaretlendirip saldırgan hâle getirdi. Siyonistler Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerin suskunluğunu fırsat bilip sahipsiz Filistin halkını sistematik olarak soykırıma tabi tuttular. Kan içici Siyonistler her Allah’ın günü katliam yaparken başta Suud olmak üzere Arap ülkelerinin gıkı çıkmadı. Yine aynı şekilde her katliam sonrası bir araya gelen İslâm İşbirliği Teşkilatı hiç bir yaptırımı olmayan beyanat ve demeçlerle yetindi.
Ümmet olarak zillet içerisindeyiz. Rabbim bizleri bu aşağılanmışlık halden kurtarsın. Daha dün diyeceğimiz Ramazan arefesinde 60 tane Müslümanı katlettiler ve yüzlercesini yaraladılar, yine bir hemşire bacımızı kahpece katlettiler, şehid ettiler. Siyonist İsrail’e ve onun hamisi olan büyük şeytan ABD’ye lânet olsun. Bizim siyasilerimizi de Rabbim ıslah etsin ve onlara basiret versin... “Kudüs Günü İslâm’ın vahdet ve diriliş günüdür ve her günümüz “Kudüs Günü’dür.