"Kerbela örneğinde olduğu gibi ortada tamamen asimetrik bir durum var. Eşit koşullarda yapılan bir savaş değil bu. Nasıl ki Kerbela’da İmâm Hüseyin 72 yareniyle 30 bin kişilik Yezit’in ordusuna karşı onur ve izzet dolu bir savaş verdiyse, birkaç bin kişilik Ensarullah milyon kişilik dokuz Arap ülkesine karşı izzetlice savaşmaktadır. "
Elbette ki İslâm ve insanlık tarihinde yaşanmış en trajik hunharlık örneği Kerbela vakasıdır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) torunu İmâm Hüseyin (a.s) ve 72 yareninin Muaviye oğlu Yezit’in 30 bin kişilik ordusu tarafından lime lime doğrandığı Neyneva çölüne Kerb’ü Bela (kötülük ve musibet diyarı) denilmektedir. Yakın tarihimizde veya günümüzde katliam içerikli yaşanan acı olaylar genellikle Kerbela örneklemesi yapılarak anlatılır. Bu metafor bize günümüzde yaşanan katliamları acı, keder, hüzün ve matem olarak yansıtmaktadır. Ve fakat aynı zamanda Kerbela bütün çağlara ve bütün nesillere, zalimlere boyun eğmemeyi, izzetli duruşu ve gerektiğinde candan ve evlad-ü iyalden geçmeyi öğretmektedir. Elbette ki Müslümanlar olarak bu okuldan alacağımız ibretli dersler ve öğrenip kuşanacağımız sorumluluklarımız var. Ama şair diyor ki: “Eğer ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?” İbret almak sorumlulukları kuşanmak ve önlem almakla olur. Ümmet bu sorumluluğunu yerine getirmeyince, İslâm coğrafyasının herhangi bir yerinde vuku bulan katliamlardan muzdarip olan Müslümanlar hiçbir şey yapamamanın ezikliği içerisinde, “Külli yevmun aşura, külli arzın Kerbela” (Her gün aşura, her yer Kerbela) deyip, en azından kısmi feryatlarla itirazlarını dile getirmektedirler...
Dört yıla yakın bir süredir habis Suud rejiminin saldırı ve bombardımanlarına maruz kalan mazlum Yemen halkı hiçbir ayırım gözetilmeksizin kitleler halinde katledilmektedir. Bombardımanına uğrayan köyler, kasabalar ve diğer yerleşim birimleri tamamen tahrip olmuş vaziyette. Ülke baştan başa adeta harabeye dönmüş durumda. Yıkılan evlerin ve binaların enkazından çıkarılan kadın, yaşlı ve çocuk cesetleri vicdan sahibi her insanın yüreğini dağlıyor. Ayrıca hastaneler yaralılarla dolu. Altyapısı tahrip olan bu ülkede hijyenik bir ortam olmayışından kolera ve tifo hastalığı her tarafı sarmış vaziyette. Koleradan ölen çocuk ve yetişkinlerin sayısı binlerle ifade edilmektedir. Ayrıca ülkeye gıda maddesi girmeyişinden ve stokların tükenmiş olmasından dolayı açlık baş göstermiş, insanlar bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düşmüş vaziyette. Sosyal medyadan tanık olduğumuz kadarıyla, insanlar ot ve ağaç yapraklarından yemek yapmaya çalışıyorlar. Kısacası bugün Yemen’de tam bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Ve kan içici habis Suud rejimi dünyanın tepkisizliğini fırsat bilerek mazlum Yemen halkını bombalamaya devam ediyor. Peki ABD ve Siyonist İsrail’in piyonu katil Suud rejiminin bu insanlık dışı tutumu karşısında Müslüman ülkeler ne yapmaktadır? Neden İran’ın haricinde hiçbir Müslüman ülkenin gıkı çıkmamaktadır? Bu zalim Suud’a en azından diplomatik baskılar yapılmalı değil mi? Gerekirse her Müslüman ülke hac ve umre seyahatlerini iptal etmeli, askıya almalıdır. Alimlerimize de bu konuda sorumluluklar düşmektedir. Yayınlayacakları etkili fetvalarla hac ve umre organizasyonlarına engel olmalılar. Bir şekilde o zalimlere dur denilmeli. Dört yıla yakın bir süredir Müslüman ülkelerden gereği gibi bir tepki almadıklarından dolayı fütursuzca katliamlarına devam etmektedirler. Özellikle şunu ifade etmiş olalım ki, Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin vebali büyük. Hiçbir siyasi maslahat bu insanlık dışı katliamlar karşısında “susmak ve tepki vermemek” gerekçesini meşru kılamaz. Ahirette de bu tepkisizliğin, bu suskunluğun çok acı karşılığı olacaktır. Şu hakikatten yola çıkarak hiçbir zaman gaflette olmayalım ki, biz Müslümanların ahirete endeksli bir hayatımız, bir misyonumuz var. Başımızdaki siyasiler de tıpkı her bir Müslüman gibi bütün yapıp ettiklerinden ahirette hesap vereceği gibi, yapıp etmekle mükellef oldukları hâlde yapmayıp terk ettiklerinden de mahşer günü hesaba çekilecekler. İslâmi siyaset, yönetim erkini elinde bulunduranlara sadece Müslüman kardeşlerine karşı değil, tüm dünya insanlığına karşı mesuliyetler yüklemiş bulunmaktadır. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz...” (Al-i İmrân:110) Bugün Suud rejiminin Yemen’de yaptığı katliamlar “münker” (cürüm-kötülük) kapsamında değil midir acaba? Yemen halkı Müslüman olmasa bile siyasilerimiz oradaki zulme kayıtsız kalamaz, kalmamalı. Din adına, insanlık adına bunun çok acı bir vebali var.
Rabbimiz bir başka ayet-i kerimede şöyle ferman buyuruyor: “Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet bir grup diğerine saldıracak olursa, artık saldırıda bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (Hucurat:9) Ayet hiçbir tevile ve hiçbir mazerete mahâl vermiyor; Allah’ın buyruğu çok açık ve net. Allah Teâlâ, eğer saldırgan saldırısından vazgeçmezse “savaş” talimatını veriyor. Saldıran tarafın habis Suud rejimi olduğu da ortada. Ayrıca Suudi rejimi İslâm ve insanlık düşmanı olan ABD ve Siyonist İsrail ile aleni bir şekilde iş tutması ve onlar adına Yemen’i bombalaması bu rejimin Allah’a savaş açtığını zira Allah’ın mü’min kullarına savaş açmak, Allah’a savaş açmak anlamına geldiğini görüyoruz. Şu hâlde böylesi bir rejimin Müslüman bir rejim olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak Müslüman ülkeler acil bir eylem planıyla “barış gücü” oluşturup saldırgana (velev ki Müslüman bir rejim olsa da) haddini bildirmesi gerekmektedir. Her gün devam eden katliamlara ve bunun sonucu her gün artan vebale rağmen, Müslüman ülkelerin iş başındaki siyasiler dört yıla yakın süredir neyi bekliyorlar? Bazı siyasilerin beyanatlarına tanık olduğumuz kadarıyla, bu iş neden Birleşmiş Milletler’den bekleniyor? Bizim iki yüzlü Birleşmiş Milletler’den bir beklentimiz olmamalı. Bakınız, Cenevre Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları Akademisi uzmanlarından Annyssa Bellal, Birleşmiş Milletler yetkililerine ve dünya kamuoyu vicdanına şöyle sesleniyor: “Yemen'de sivillere yönelik saldırılar acımasızca devam etmektedir ve insani yardımlar da engellenmektedir. Yemen'de uluslararası hukuk ihlal ediliyor ve insanlığa karşı suçlar işleniyor. Yemen’deki savaş bilerek ve kasıtlı olarak unutturuluyor.”
Biz Birleşmiş Milletler’in ikiyüzlülüğünü, işgalci İsrail’in işgal ve bitip tükenmek bilmeyen saldırganlığına tepki vermemesinden biliyoruz. Birleşmiş Milletler, 70 küsur yıldan beri mazlum Filistin halkını bombardımanlarla, kitle imha silahlarıyla katleden ve her Allah’ın günü işgale devam eden Siyonist İsrail’e ses çıkarmamaktadır. Şu hâlde sormamız gerekmiyor mu, iki milyara yakın nüfus potansiyeline sahip olan ümmetin “barış gücü” nerede? İslâm’ın NATO’su nerede? İslâm ümmetinde neden birlik - beraberlik yok? Son 200 yıldan beri dış güçler dediğimiz emperyalist ülkelerin şamar oğlanına dönmüş vaziyetteyiz. Yeraltı - yerüstü zenginliklerimizi, kısacası enerji kaynaklarımızı sömürme adına işlemedikleri cinayet kalmadı. Şimdilerde ise perde arkasından maşa devlet ve paravan örgütlerle tahakküm ve katliamlarına devam ediyorlar. Suriye’de ihdas ettikleri ve kendi beslemeleri olan terör örgütleriyle bu işi yapıyorlar. (En son ABD, gözümüzün içine baka baka 6000 TIR dolusu silahı terör örgütlerine teslim etti.)
Yezit’in ordusu da Şam civarına konuşlanmış Emevi - Muaviye beslemesi Sıffin ardıllarından müteşekkil idi. Bugün de Suriye’de Emevî - Vahhabi devşirmesi olan IŞİD, el Kaida, el Nusra (veya oluşturdukları koalisyonun yeni adıyla) HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) terör örgütü Siyonist İsrail’in projesi olan “Arz-ı Mevud” adına katliamlarına devam etmektedirler. Şükür ki son zamanlar direniş cephesinin mukavemet ve taarruzlarıyla büyük bir hezimete uğrayıp İdlip’e sıkışmış vaziyetteler. Yemen’de yaşanan ise ABD ve Siyonist İsrail adına habis Suud rejimi tarafından yapılan katliamdan başkası değildir. Bu katil Suud’un saldırılarına karşı mukavemet eden gönüllü Ensarullah mücahidlerinden başkası değildir. Ensarullah Yemen halkının her kesiminden oluşan ve kendilerini Allah’a adayan gözü pek gönüllüler ordusudur. Evrensel direniş cephesinin bir kolu olan Ensarullah bütün olumsuz koşullara rağmen katil Suud rejimine karşı İmâm Hüseyin’in evlatları olarak mücadele ediyor. Ensarullah daha önce başlarındaki 32 yıllık ABD, Siyonist İsrail ve Suud kuklası dikta rejime karşı mücadele vermiş ve bi iznillah bu zalim rejimi yıkmayı başarmışlardır. Fakat bu bu durumdan rahatsız olan ABD ve Siyonist İsrail derhal maşaları olan Suud rejimini devreye sokup saldırı emrini vermişlerdi. Bu işe dünden teşne olan Suudi katiller arkalarına aldığı dokuz Arap rejimi ile alçakça ve orantısız olarak katliama girişmiş oldular.
Kerbela örneğinde olduğu gibi ortada tamamen asimetrik bir durum var. Eşit koşullarda yapılan bir savaş değil bu. Nasıl ki Kerbela’da İmâm Hüseyin 72 yareniyle 30 bin kişilik Yezit’in ordusuna karşı onur ve izzet dolu bir savaş verdiyse, birkaç bin kişilik Ensarullah milyon kişilik dokuz Arap ülkesine karşı izzetlice savaşmaktadır. İşin ilginç tarafı Ensarullah saldırılara mukavemet verirken, perdenin arkasındaki asıl düşmanı görerek, “el mevtu Amerika, el mevtu İsrail” (Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm) sloganları atmaktadır. Ensarullah’ın yiğit lideri Abdülmelik el Husi, kukla ve kuklacılara seslenerek, “Bizi asla yenemeyeceksiniz, çünkü biz Bedir’den ve Kerbela’dan ilham alıyoruz ve Rabbimize tevekkül ediyoruz” diyor.
Elbette ki bütün olumsuz koşullara rağmen Ensarullah’ın verdiği mücadele takdire şayan; fakat biz Müslümanlar İslâm ümmeti olarak ne yapmaktayız? Sivil Toplum Kuruluşlarımız ne yapmakta? Bu zulme, bu insanlık dışı katliama bizim de bir tepkimiz olmamalı mı? Şiddete mahâl vermeden yapılacak bir takım kitlesel eylemlerle belki başımızdaki siyasilerimize sesimizi duyurabiliriz. Elbetteki asıl olması gerek bu değil, asıl verilmesi gereken tepki bu değil. Çünkü Kûr’ân’da tanımı yapılan İslâm ümmeti bu değil, bu yüzden ümmet olması gereken yerde değil. Bu savaşı durdurmak ve saldırgana hak ettiği cezayı vermek ümmetin evrensel birlikteliğini zorunlu kılmaktadır. Her şeyden önce İslâm ümmetinin gerek kamusal alanda ve gerekse uluslararası arenada “yaptırım gücü” olmalı. Merhum Erbakan hocamız neden ısrarla D-8 diyordu? Neden ortak para birimi diyordu? Neden ısrarla “İslâm barış gücü” diyordu? Bu olmayınca “hiç yoktan iyidir” deyip lokal çarelere baş vuruluyor. İşin bu yönüyle, “her gün aşura ve her yer Kerbela” olsa da bu ümmetin yüzakı ve iftiharı olan İmâm Hüseyin’in has evlatları Ensarullah evrensel direnişin Yemen’deki kolu olarak onurlu bir şekilde mücadelesine devam etmektedir. Yezit’in günümüzdeki temsilcileri ise ABD, Siyonist İsrail ve al-i Suud bi iznillah yenilmeye ve zelil olmaya mahkumdurlar. Bu vecihle son söz olarak biz de diyoruz ki: Ey emperyalist ABD, ey Siyonist İsrail ve ey zalimlerin maşası habis Suud hepiniz tıpkı Yezit gibi, tıpkı Firavun gibi akıttığınız kanda boğulup yenileceksiniz ve toptan cehenneme sürüleceksiniz.