Değerli dostlar ve siz kıymetli aziz okuyucularım; şu son bir kaç günde aile fertlerimizin bireylerine peş peşe isabet eden her iki musibet tarzındaki üzücü haberler, bizleri yaklaşık bir aydır günümüzü memlekette geçirmemize sebep oldu. Bu meyanda hem acımızı yaşadık hemde adı gibi şanlı, şanı gibi büyük Şanlıurfamızda hasret gidermiş olduk. Dayım oğlu Murat’ın vefatı, akabinde amcam oğlu Mehmet Nazif’in beyin kanaması geçirmesi bizlere derin acılar yaşattı. Bu sebepten dolayı kaç haftadır güncel değerlendirmeleri ve makalelerimi kaleme alamadığım için, her birinizden ayrı ayrı özür diliyorum...
Cenab-ı Allah vete kaddes hazretlerinden hastamıza ve cümle hastalara acil şifalar dilerken, genç yaşta vefat eden kuzenime ve hakkın rahmetine kavuşan bütün ehli kaf ve ehli iman sahibi mümin kardeşlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Allah azze ve cel, cümle geçmişlerimize rahmet eylesin...
Değerli dostlarım, yaklaşık 10 yıldır memleketimizi göremediğimiz için, ciddi anlamda bir özlemin ve genel kültürüne hasret kaldığımızı oraya varınca fark ettik. Şu bir aylık gibi kısa bir zaman diliminde izlenimlere göre kendi öz kültüründen ziyade, yoğun bir şekilde özenti kültürün hakim olduğunu gözlemledim...
Bu özenti kültürü şayet iyi bir alamet olsaydı, bugün bu kadar rezillikler yaşanmazdı. Çünkü böyle rezaletlerin memleketimizde yaşanması, asil insanların kanına dokunduğu için böyle değişken haller zuhurunu kabullenemediklerini de gördüm...
Hastamızın halen yoğun bakımda gözlem altında olması hasebi ile memleketimin mülki erkanı ile fazla bir hasbihalimiz olmadı. Lakin her fırsat buldukça memleketimizi dolaşırken, memleketin fiziki yapısı her ne kadar yapmacık bir şekilde değişkenlikler olmuşsa da, nispeten de olsa görsel bapta hayranlığımıza şayan oldu...
Bu tarz değişkenliklerle beraber genel kültürün ve milli ahlakın bir bir yok olması, bizi derinden hüzünlendirdi. Bu mübarek memleketin böyle halini görünce, sandım sanki ecinniler müdahale edip al aşağı etmiş gibi bir hissiyat oluştu...
Aslında memleket değişmemiş, bilakis tam tersi, ahlak değişmiş. Örf değişmiş, adetler değişmiş. Anlayış değişmiş, tarzların değiştiğini görüyorum. Keşke bu değişkenliklerin yerine nemrudi ahlaklar değişseydi de bu halleri görmemiş olsaydık. Keşke bunların yerine içinize kadar sirayet eden batının o pis çirkefliklerine özendirilen ahlaksızlıklar değişseydi bizde bu gün bunları yazmamış olsaydık...
Bakın, biz yaklaşık 20 yıl önce memleketten zorunlu hicret ederken, nemrutlukları bu kadar aşikârane cirit attığını görmezdik. Herkes örfünü adetini bilir ve geleneğine göreneğine sadıkane bir biçimde yaşardı. Böyle bir moda soytarılığına boyun eğmezdi...
Ne o öyle üstü başı yırtık pırtık pejmürde kıyafetlerle dışarı çıkmalar!.. Zira herkes haddini bilir, hududunu da tanırdı. Herkes giyimine kuşamına özen gösterirdi. Kıymetli ebeveynler, evlatlarınızı elinizle ateşe atmayın! Çünkü bunun üzerine Yüce Allah’ın bir kanunu ve nizamı var...
Atalarımızın mirası olan güzel ahlakı evlatlarınızın ruhuna işlercesine bütün benliklerine kadar lütfen nakş edin. Öyle bir nakşedin ki hem fiziki, hemde ruh olarak genel ahlakları güzrl olsun kültürümüze sahip çıkarak yaşayın ve yaşatın İbrahim Aleyhi Selamın yolunda gittiğiniz belli olsun...
Bakınız, her memlekette olduğu gibi bizim memlekete de para, mal, mülk gibi hırslar ve daha bir çok mikrobik hastalıkların aşırı derece nüks ettiğini gördüm. Çünkü günümüzün zamane evlatları her ne yapıyorsa, hiç bir ebeveyn karışmıyor. Bu da ciddi bir felakettir...
Bakın, memleketin fiziki yapısında olan değişkenlikten rahatsız olmadım, benim burda bahsetmeye çalıştığım, gördüğüm manzaranın gidişatı hiç hoş değildir. Sonuçta her büyük şehir gibi o da büyüyor ve keşke o büyüme Nemrut’un kültürü üzerine değil, İbrahim Aleyhisselam’ın ahlaki değerleri üzerine büyüseydi...
Bakınız, memleketimize dalga dalga gelen göçün olduğunu biliyoruz. Bununla beraber nüfusun artığını da biliyoruz, doğal olarakta şehrin fiziki yapısı büyüdüğü gibi bir takım değişkenliklerin zuhur ettiğini gördüm. Ama bu demek değildir gelen göç seni öz değerlerinden uzaklaştırsın. Sen ey Urfalı nasıl böyle bir hadsizliğe müsemma gösterirsin ? Para hırsı bu kadar mı sizi kör etti ?...
Yeter artık bi silkelenin de kendinize gelin. Bakın, yanlış anlamayın beni, bu demek değildir her Urfalı böyle, sümme haşa, iyilerini tenzih ederim onlar daima başımın tacıdırlar. Ama onlarda azınlık olduğu için istisna katagorisinde oluyorlar. Maalesef ki istisnalarda usul kaideyi bozmuyor...
Bakınız, Urfa’mda gözlemlediğim bir diğer değişkenlik daha var, Urfa’mızın tarihi yarım adası olan 58 Meydanı, Hekim dede, Bey Kapısı, Harran kapısı, Tılfındır bölgesi ismini sayamadığım bir çok bölgede edindiğim bilgiye göre iki yüz küsür tarihi hayatlı evi ranta dönüştürerek konuk evi adı altında eğlece mekanlarına dönüştürüldüğünü gördük...
Bu değişkenlik, sözde tarihi kültürü yaşatmakmış, asıl tarihi katlettiklerin farkında bile değiller. Çünkü öyle rahatsız edici bir hal zuhur etmiş ki hiç alakası olmayan bir yaşam alanına getirilmiş. Bu alanlar normalde mesken mahali idi, tarihin buram buram koktuğu öyle bir atmosferde, İlahi arzular değil, nefsani arzuların ve iblisane fikirlerin cirit attığı yer haline geldiğini gördüm...
Orda, metropol şehirlerindeki gazinolar gibi sabahlara kadar müziklerin coştuğu sokaklar haline gelmemesi gerekirdi. Binanaleyh, eskiden bu sokaklarda sabahlara kadar Allah Allah nidaları ile zikirler tesbih edilip, memlekete bereket kazandırılırdı...
Memleketimi yöneten ey efendiler, tarihin zengin olduğu bu şehirde, konuk evi adı altında sıra gecesi diyerek gecenin geç saatlerine kadar canlı müziklerin yüksek sesle yapılmasına bir önlem almadığınız takdirde, üç beş yıl sonra bu işin önüne geçmek isteseniz dahi, artık geçemezsiniz!...
Bu alanlarda bir çok aileyi ciddi derecede rahatsız ettiği için, göç etmesine sebep olmuştur. O tarihi yarım adada asırlardır ikamet eden çoğu aile, şu berbat projeniz sayesinde doğup büyüdüğü mahallelerinden bir bir göç ettiklerini öğrendim. Aslında o insanlar için hayatlı evden daire ortamına geçmek zulümden öte ölüm gibidir...
Bakınız, Urfa içinde yeni yeni Urfalar çıkmış olabilir. Hatta bu yeni yapılaşmalarla beraber gelişen Urfam’da yeni yeni adetler de zuhur etmiş olabilir...
Zira, hiç görmediğim kültürlerin memleketimizde geliştiğini ve bu kültürlerin nefsani arzulara daha meyilli olduğunu görmek, genç nesillerde onlara özenerek tevessül etmeleri ise bir hüsranlığın neticesi olduğu gibi, yeni nesillerin de yok olması demektir...
Örneğin eskiden Allah’ı her anımıza nakşetmek için tanıyan tanımayan, herkes birbirine selam verirdi, birbirini tanıyanlar, merhabaya durur ve hal hatır sorurdu. Ya şimdi, herkesin kulağında bir kulaklık, herkesin elinde bir telefon, adeta dünyadan kopuk yaşıyorlar. Vallahi ne bu gidişat hoş ne de bu yaşamak yaşamaktır. Onun için herkes şapkasını önüne koymalı...
Bakınız, bir konuya daha değinmeden edemeyeceğim. Urfa dili ile söyleyim ki herkes beni net anlasın! Evet memleketim doğal afetlerin en alasını gördü Eyvallah, peki afetler hizmetlerin aksamasına sizce de engel mi ? Hele bilhassa yapılıyormuş gibi gösterip, hiçbir şey yapmamak Ak belediyeciliğin meşrebine sığar mı ?...
Bence sığmaz, çünkü Ak belediyelerin şiarıdır hizmetkar olmak. Böyle bir halin zuhurunda, Memleketimin belediyelerin ne kadar başarısız olduğunu gösterir değil mi ? Peki size soruyorum mevcut belediyeler sizce de başarılı mı ? Bence değil, örneğin bir Şani Efendi caddesinin bitimindeki o zorunlu köprünün halen yapılmamış olması, öte tarafta toplu taşıma sürücülerin bırakın vatandaşlara nezaketli davranmalarını, araçları sert kullanmaları ve klimaların sadece fanları açıp klimalar çalışıyormuş gibi gösterilip çalıştırılmaması sizce dedoğru mu ?...
İlk gittiğimde Abide Kavşağı’ndan şehre girerken yürüyen merdivenleri gördüm adeta göğsüm kabardı, ama bi vardım adeta sanki süs için yapılmış yürümeyen merdivenlermiş. Oradaki görevli zabıtaya söyledik te 1 ay sonra aktif olduğunu gördük. Bunlar, gözümüze ilişenler. Daha görmediğimiz, duymadığımız kim bilir neler var neler...
Bakın efendiler, bu durumlar Ak belediyelere yakışır bir durum değildir. Çünkü siz, iktidar belediyesisiniz bir muhalefet belediyesi değilsiniz!...
Bakın efendiler, bu memleketin güzel insanlarının size küstüğünü gördüm. Siz, adeta sorun çözen değil, bilakis sorun üreten hale gelmişsiniz. Buda halkın size küstüğünün resmidir. Bu milleti kendinize küstürmeyin efendiler küstürmeyin!...
Bu aziz millet size bir küserse varya, ne iktidarınızı dinler, ne ağalığınızı dinler ve ne de paşalığınızı dinler. Öyle bir sille ile sizi al aşağı eder ki, bir daha sittin sene de geçse iktidarın yüzünü asla göremezsiniz...
Bakınız, yaklaşık bir aydır halkın içinde duyduğum bir tek cümle var. Size oy verende, vermeyende herkes aynı sakızı çiğniyor. Bunlar gitsin, kim gelirse gelsin cümlesi kulaktan kulağa hızlıca yayıldığını duydum...
Böyle kısa sürede ben bunları duyduysam, siz o makamlarda nasıl duymuyorsunuz? Ya kulağınızı tıkamış halkın sesini duymak istemiyorsunuz, yada vurdum duymaz olmuşsunuz. Yoksa bu kadar sorumsuzluk neden sirayet etsin ki ?...
Bakın efendiler, takdire şayan birçok hizmetinizin olduğunu söyleyenler oldu, inkar edemem. Ama bu olumsuzluklar sizi yıpratacağı için sadece uyarıyoruz. Öte tarafta bazı efendilerin telefona çıkma nezaketinde dahi bulunmamaları, oda başka bir ayıp...
Bakın efendiler, o makamlar babanızdan size miras bırakılan makamlar değildir. Lütfen o makamların vahametine kapılarak insanlara tepeden bakmayın! Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, gönüllere dokunun. Ancak böylelikle dava adamı olunur...
Eskide Urfamız’da yaşamın her alanında zikir vardı, bereket vardı, böyle yapmacık yaşamlar yoktu. Komşusu komşusuna seslendiğinde dahi, huuu hu, diye seslenirken eyvallah cümlesi, adeta dillerin pelesengiydi...
Ne güzel di, haydan gelip huya gitmek. Hele teklifleri kabul ettiğimizde dahi, hay hay efendim diyerek hem cevap verip, hem de farkına varmadan zikir ederdi lisanı halimiz...
Peki ya hayretlerimiz, Allah Allah demez miydik ? Şimdiki müptezeller gibi Vavvv, oha, o my got cümleleri ile ecnebi çığlıklarını atmazdık...
Kızgınlığımızda Fesuphanallah, kötü bir halin sirayetinde Neuzibillah idi tek cümlemiz. Bismillah ise, her halimizin lisanı ve her anımızın başıydı. Hay Allah iyiliğini versin, hamd olsun, şükürler olsun gibi telaffuzlar, vücut dilimizin bütünlüğüydü...
Peki ya şimdi, taziye evlerine gidiyorsun dört gözün görmediği yerde bakıyorsun taziyenin sahipleri ve gelen misafirler hemen eline telefon, hemen sosyal medyalara dalıp dalıp çıkıyorlar...
Ya Allah aşkına bir kafanızı kaldır etrafınıza bakın! Bir yanda cenazen var, öte taraftan acını paylaşmaya gelenler var sen orda çık çık çık telefonla meşgul oluyorsun...
Şu bir aylık zaman diliminde en az 30 taziyeye gittik, geneli bu şekilde idi. Bu hareketleri yapanlar ise öyle çoluk çocuk değil, bilakis yaşını başını almış insanlardı...
İla ahiri kelamımızın hulasasında, eskiden yaşarken zikreden bir memleketim var idi, şimdi ise zikrederken zikrin feyzini yaşayamayan bir memleket var. Allah Azze ve Cel, cümlemizi hakkıyla ehli zikir ariflerin zümresinden eylesin. Allah, hakkı hak bilen kulların ve duaları kabul olanlardan eylesin. Rabbim Teala, cümlemizin geçmişlerine rahmet etsin, hasta yatağında şifa bekleyenlere Şafi ismi hürmetine şifalar ihsan etsin, borcu olupta borcunu ödeyemeyen bütün borçlulara ödeme kolaylığı versin. Allah, cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. Selam ve dua ile huzur içinde kalın selametle...
“SAYGILARIMLA VESSELAM”