İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi tarafından kentteki madde bağımlılığı konusunda araştırma yapması için görevlendirilen İBB Sosyal Hizmetler, Bağımlılıkla Mücadele ve Rehabilitasyon Komisyonu’nun çalışmaları rapor haline getirildi ve kamuoyuyla paylaşıldı.
Öncelikle her gün sinsice büyüyen bir sorunumuza gösterilen ilgiden ötürü İBB yetkililerini tebrik ediyorum.
Uyuşturucuya başlama yaşının 12’ye kadar düştüğü kaydedilen komisyonun raporuna göre; 2018’de 232, son 6 senede ise 3 bin 837 kişi uyuşturucu bağımlılığı sebebiyle hayatını kaybetti. Bu durum gerçekten vahim bir durumdur.
Özellikle İstanbul’un 39 ilçesinde ciddi bir uyuşturucu satışı ve kullanımı sorunu büyük ölçüde varlığını sürdürüyor.
Aile ve Sosyal Politikalar, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumda madde bağımlılığına yönelik çalışmalar yapılmasına karşın bu alanda hasta takibinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Konunun ciddi manada bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmadığının altı çizilmiş.
Hasta takibi gerçekten bu mücadelenin en önemli yanı, bu konuda alt yapımızın ve tecrübe eksikliğimizin bir an önce giderilmesi şart.
İstanbul’da 2018 senesinde yatarak tedavi gören bağımlı sayısı 3 bin 24 kişi olup bunun yüzde 54.3’ü tekrar tedavi gören bağımlılardan oluşmakta.
Aslında bağımlıların büyük bölümü tedaviden kaçıyor oluşu ve ikna edilemeyişi en büyük sorunumuzdur.
İstanbul’da hem yatarak tedavi olan bağımlı sayısı hem de ayakta tedavi gören bağımlı sayıları senelere göre artış göstermektedir.
Sorunun en bariz fotoğrafı işte sürekli artan bir sayısal veridir.
Bu mesele hâlâ emniyetin gücü ve insafına bırakılmış vaziyettedir. STK’lar bu soruna henüz yeterince ilgili değilken, kamu kurumlarımızın resmi mesai saatlerine sığdırılacak bir mücadele ile baş edilmesi mümkün değil.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, İstanbul’daki madde bağımlılığı inceleme raporuna göre, uyuşturucu satıcıları rehabilitasyon merkezlerine dahi “sızabiliyor.”
Maalesef bu gerçek bir tespit. AMATEM’lerin etrafında uyuşturucu madde satıcıları rahat bir şekilde bu tedavi merkezlerine her türlü madde sokabiliyorlar… Gerek tedavi gören bireyler gerekse ailelerin en büyük şikâyetleri budur.
CHP’Lİ ÜYELERİN AYRI RAPORUNDA, TALİHSİZ İFADELER VAR
Komisyonun CHP’li üyeleri Yusuf Koçhan ve Gencay Özcan’ın ortak raporun dışında kendi gözlem ve tespitlerini içeren ayrı bir raporunda, soruna sosyal değil, ideolojik olarak yaklaşılarak tarikat ve cemaatlerle ilgili çok talihsiz ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan açıklamalar var.
CHP’li üyelerin, “Tespitlerimiz merkezi idarenin, ilgili projelere herhangi bir maddi destekte bulunmaması nedeniyle tarikatların ve cemaatlerin bu rehabilitasyon sürecinde aktif rol aldıkları ve bağımlıları şehirler arası seyahat ettirerek kendi merkezlerinde bilimsel olmayan yöntemlerle sözde tedavi ettikleri anlaşılmıştır” kısmı bana göre sorunlu bir yaklaşımdır.
Uyuşturucu bağımlılarını tedavi eden kurumlarımızın başarı oranı maalesef yüzde 3 oranındadır.
AMATEM’de tedavi görenlerin yüzde 97’si bir süre sonra maddeye tekrar başlıyor, yetkililer maalesef başarılı olamıyoruz diyorlar, AMATEM sonrası psikolojik ve sosyal desteğin eksik ve yetersiz olması bir kısır döngüdür.
Hiçbir cemaat ya da vakıf uyuşturucu bağımlılarının peşinde koşmuyor. Tam tersine sokaklarda yatıp kalkan ve ailelerinin evde koma halinde ölümü bekleyen çocuklarına sosyal bir yardım eli uzatılıyorsa bunu empati ile anlamaya çalışmak lazım.
Bağımlıların tedavisinde en büyük başarının sivil toplumun ilaçsız, uzun süreli kamp merkezlerinde olduğu açık bir gerçektir.
Vakıflar devletin güvenlik ve sosyal kurumlarınca denetime tabidir. Türkiye’nin birçok sosyokültürel sorunlarına destek verebilecek potansiyele sahiptir.
Eski madde kullanıcısı olan, arınmış, maddeden temizlenmiş bireylerin içinde olduğu bu özel yapıların Avrupa’da devlet tarafından desteklenmesine rağmen bizde hâlâ ideolojik bir ön yargıyla karşılanması şaşkınlık oluşturuyor.
Uyuşturucu madde sorununun, devletin bugünkü mevcut kurum ve politikaları ile çözülmesinin mümkün ve kolay olmadığını fakat bu sorunun gerçekçi bir şekilde yüksek sesle tartışılmadığı, ortak bir mücadele mutabakatının olmadığı görülmektedir.
Türkiye’de akademik mücadele yöntemi ile alternatif ilaçsız mücadele yöntem kavgasına şahit olurken Batı’da tam tersi bir uygulamaya her zaman müsaade olduğunu görüyoruz.
AMATEM’in kurucusu Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, Türkiye’nin aslında radikal kararlar almasını savunan bir bilim adamı olarak;
AMATEM’lerin kesinlikle tedavi merkezi olmadığını, yalnızca detoks yaptığını, Türkiye’nin acilen uyuşturucu tedavi merkezlerine ihtiyacı olduğuna dikkat çekmişti.
Türkiye’nin uyuşturucu madde sorunu gibi önemli bir konunun kamuoyu ile paylaşılan yönünün siyasi ve ideolojik tartışmalara asla sahne olmamalıdır.
Türkiye’de uyuşturucu ile mücadele konusu çok derin radikal geniş çerçevede ele alınmadıkça orta vadede üstesinden kolayca gelmemiz zor.
Batı’da madde bağımlılığı ile mücadelede başarının devlet ve sivil yapılar iş birliği ile elde edildiğine şahit oluyoruz.
Sivil gönüllü kişi kurum akıl ve alternatiflere yer vermeyen, bürokratik bilimsel ön yargıcı bakış açısı ile sorunumuzu ötelemekten başka bir şey yapmamış olacağız.