Zaman zaman Amerika’dan şöyle bir ‘hortum’ gelir geçer. Hortum felaketi… Yani doğa olaylarından biri. Her hortumda da aşağı-yukarı bir kasabaları eksilir.
Amerika büyük bir ülke. Onu kabul ediyoruz. Yani yüzölçümü oldukça büyük. Kasabaları da kim bilir on binlere varan sayıdadır. Yani bir kasabanın bir hortum felaketinde eksilmesi devede kulak gibi bir şey.
Kim olursa olsun insanların başına bir felaketin gelmesini doğrusu arzu etmeyiz. De zalimin de haddini bilmesi gerekir.
Ancak Amerika, onca gücüne ve bütün tedbirlerine rağmen önüne geçemediği bu vâri felaketlerden Müslümanları sorumlu tutuyor! Neden mi? Çünkü biliyor ki Müslümanların Allah’ı bütün bu felaketleri başlarına yetiriyor… Beter olsunlar…
Hal böyle olunca da “Siz misiniz?” diyerek İslam coğrafyasını kana buluyorlar. Tabii aslında bu bizim ilkokul kitaplarındaki kurtla kuzu hikâyesine benziyor. Hani suyun akıntısına göre alt başta olan kuzu, kurdun suyunu bulandırıyormuş ya, işte öyle bir şey.
Her neyse biz gelelim yine şu taksim merkezli olaylara. Özellikle neden taksim?... Var bu Taksim’de bir şeyler. Asıl bunun biraz kurcalanması lazım. Taksim’de kanlı 1 Mayıs hala hafızalardan silinmiyor… Taksim’e cami olayı birilerine ne kadar da çok batmıştı… Şimdi bir takım düzenlemeler yapılıyor, birileri yine diken üstünde…
Acaba Taksim de bir şey mi var? Yani mesela bir yerinde bir hazine mi var? Acaba Bizans’tan kalma bir hazine olmasın!? Kim bilir belki de heykelin tam altında bir şeyler var. Belki birileri, ‘İstanbul yeniden bizim olursa bu hazineleri çıkartırız.’ düşüncesindedirler. Yani açıkçası birileri Taksim’de taşların yerinden oynamasını istemiyor. Var bu taşların altında bir şeyler!...
Bazen insanın aklına öyle yorumlar geliyor ki… Kendi kendine “Yok artık.” dedirttirecek cinsten… Hayırlısı bakalım…
Bütün bunlar genel bir bakış açısının özetiydi. Şimdi de biraz daha farklı ama somut bir değerlendirme yapalım.
Daha dar bir açıdan bakılırsa; bu gezi parkı diye isimlendirilen olayların altında aslında “Sayın Başbakan’ın son Amerika gezisi de olabilir.” diyebiliriz. Öyle anlaşılıyor ki bu seferki ziyarette kapalı kapılar arkasında başka şeyler konuşuldu…
Mesela ne mi? Mesela, görüşmelerde Amerika’nın talepleri bu sefer ağır geldi ve buna karşılık ‘Yetti artık.’ imasıyla karşılaştı. Eğer mesele buysa, biz Millet olarak bedel ödemek pahasına da olsa dik durmalıyız. Yani Sayın Başbakanımıza destek olmalıyız. Bizim milletimiz sağduyuludur, olgun bir millettir, itidalli olmayı sever. Anlatırsak, provokelere fazla kapılmaz.
Yoksa o gün dik duruldu da yaşanan Gezi Parkı olaylarından sonra durum değişti mi? Ne bileyim yani Sayın başbakanın Kuzey Afrika ziyareti akıllara bunu getiriyor da. Zira Sayın Başbakanımız Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin yani BOP’un hala eş başkanlarından bir tanesi.
Gerçi biz hala ‘eş başkan’ diyoruz ama sadece ‘başkanı mı’ demek gerekir acaba!? Çünkü diğer eş başkanlardan İtalya Eski Başbakanı Silvio Berlusconi ve Yemen Eski Devlet Başkanı Salah Abdullah şu an kendi ülkelerinde görevde değiller. Şimdiki onların görevini yürütenler aynı zamanda BOP eş başkanlığı da yapıyorlar mı doğrusu onu da bilmiyoruz.
Bağlantılı olduğu için konumuz biraz farklı yöne girdi. Ama acabalar da sürekli kafa kurcalıyor. Biz yine halis niyetle ilk ihtimal üzerinde duralım. Yani Amerika’ya rest çekildiyse ve bedel ödemek pahasına da olacaksa (ki tutarlı bir siyaset buna da mahal vermez) Millet olarak el ele verip bunun üstesinden geliriz.
Tabii “Nasıl olacak bu iş?” denilebilir. Bu, bizim iç meselemizdir. Demokratik kural ve kaideleri de göz ardı etmeden, milli ve manevi değerlerimizi de esas alarak; iktidarıyla, muhalefetiyle, askeriyle, STK’larıyla diğer devlet ricaliyle vs. bir araya gelerek; ön şartsız bir değerlendirme yapıp; iç ve dış meseleleri hakkıyla yorumlayarak yeni hedefler ortaya koyabiliriz.
Bu memleket hepimizindir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da birlikte yaşamayı daha bir anlamlı hale getirmeyi becerebilmemiz gerekmektedir.
Dış mihrakların hedefi, bizi yok etmekten başka bir şey değildir. Buna alet olmamalıyız!