Papaz bahane, hedef Türkiye; artık içimizdeki beyinsizlere 'ABD gerçekten bizim müttefikimiz mi?' diye sormanın vakti gelmedi mi?"
Dolar üzerinden Türkiye’ye yönelik ekonomik taarruz devam ederken Trump, Siyonist uşağı Evanjelistlere verdiği söz üzerine, “Rahip Pastör Brunson serbest bırakılana kadar Türkiye’ye yönelik savaşımız devam edecektir” gibi küstahça laflar etmeyi sürdürüyor. Bazı çevreler Trump’ın 8 Kasım tarihinde ABD’de yapılacak ara seçimlerde Evanjelist seçmenlerin oyunu konsolide etmek için Brunson davasını “siyasi amaçlarla” kullandığı yorumunu yapmaktadır. Oysa biz ABD politikalarındaki büyük pazıla bakmak zorundayız. Böylesi bir bakışla papazın “bahane” olduğu net bir şekilde görülecektir.
Biz bunların entrikalarını 15 Temmuz’da da görmüştük. Alçak darbe kalkışmasının ertesi sabahı Sayın Süleyman Soylu, "Bu hain darbe girişiminin ardında ABD var." deyip İncirlik üssünü işaret etmişti. Sonrasındaki gelişmeler zaten bunun böyle olduğunu ortaya koymuş oldu. Şimdilerde ise 15 Temmuz’da muvaffak olamadıkları sinsi emellerine ulaşmak için farklı taktik ve senaryolar üretmektedirler. Bir milletvekilimiz, “Kurtuluş harbini kendilerine karşı yaptığımız müstevliler geri döndü” diyor. Biz de diyoruz ki: "Hayır, müstevliler hiç gitmediler ve farklı taktiklerle, farklı stratejilerle mütemadiyen saldırılarına devam ediyorlar. Şeytani emellerine ulaşamadıkları alanlarda farklı versiyonlardaki entrikalarını devreye sokuyorlar."
CİA ajanı olduğu tespit edilen ve Türkiye’deki faaliyetleri alenen ifşa olduktan sonra tutuklanan ajan-papaz Brunson üzerinden kılıçlar çekilip Türkiye’ye diplomasi savaşı başlatılması tamamen bahanedir. En son döviz üzerinden "ekonomik terör" yöntemini devreye sokup Türkiye’ye (kısmi) devalüasyon yaşattılar. Ama elbetteki bu savaş sadece ekonomik olarak devam etmeyecek. Emperyalist ABD’nin bölgemize yönelik bir tek amacı var o da coğrafyamızdaki enerji kaynaklarının transferini güvenli bir şekilde kontrol altında bulundurmak.
ABD bölgemizdeki emperyal hegemonyayı 1943 yılından itibaren İngiltere’den devralmış durumdadır. Özellikle o dönemde ABD, İran ve Suudi Arabistan petrollerine odaklanmıştı. Sonrasında BAE ve diğer petrol zengini ülkeler üzerinde bir şekilde tahakkümünü pekiştirmişti. 1979 İslâm devrimiyle İran’ı elinden kaçıran ABD, bu ülkeye karşı şirretleşerek 40 yıl boyunca ekonomik ambargolar uyguladı ve uygulamaya devam etmektedir. Bush’un, “Ya bizimlesiniz, ya da karşımızdasınız.” sözü bugün akli sorunu olan Trump için de zirve yapmış durumda.
Bildiğiniz gibi BM nezdinde İran ile yapılan atom enerjisi anlaşmasını tek taraflı fes eden ABD, bu kararından kısa bir süre sonra İran’a yönelik ambargoyu ve bir takım yaptırımları tekrar devreye sokup, “Bu kararımıza katılmayan ülkelere de yaptırım uygulayacağız.” deyip efelenen Trump’a, Avrupalı siyasiler tepki vererek bu karara uymayacaklarını ilan ettiler. Eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, “İran ile ticari ilişkilerimiz devam edecektir, İran aynı zamanda bizim stratejik ortağımızdır.” ifadesini kullanması ABD’yi küstahça tavır almaya yetmiş oldu. Şimdi ABD böylesi histerik bir refleksle Türkiye’yi cezalandırmanın derdine düştü.
ABD aleni bir şekilde Türkiye’ye yönelik “ekonomik savaş” taktiğini devreye sokmuş bulunmaktadır. Ekonomi Bakanı Berat Albayrak açık bir biçimde, “ABD Başkanı Trump’ın bizzat kendisi Türk lirasına savaş açmış bulunmaktadır.” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ekonomik savaşla karşı karşıyayız; bu savaşı kazanan biz olacağız, onların doları varsa bizim de Allah’ımız var.” ifadesini dile getirdi. Dövizin endişe verici bir şekilde yükselmesinden anlaşılan o ki, ABD açık açık TL üzerinden Türkiye’ye savaş açmış bulunmaktadır.
Şunu da kaydetmiş olalım ki ABD’nin kırmızı kartı sadece İran değildir. Şangay beşlisi de öteden beri ABD’ye rağmen bir tercih olduğu için rahatsızlık vesilesi olmuştu. Öte yandan son yıllarda uçak düşürme krizinin aşılıp dostluk ilişkisi geliştirilen Rusya’nın pozisyonu ABD’yi son derece rahatsız ediyordu. Bir de buna S 400’lerin alınması eklenince tahakkümcü ABD oldukça rahatsız oldu. Son yıllarda Türkiye’nin ABD’ye rağmen atmış olduğu politik adımlar “sisteme başkaldırı” olarak değerlendirilmeye başlandı. Bir başka ifade ile, “Bu tutum uluslararası hukuka ve uluslararası iradeye aykırıdır.” denilmektedir. Oysa uluslararası hukuka ve BM Güvenlik Konseyi’nin karalarını hiçe sayan en sicili bozuk ülke ABD’dir.
ABD dünya jandarmalığını elinden kaçırmaya başladığı bugünlerde öfke krizlerine kapılmaktadır. Biz bunu geçen yıl NATO’nun Norveç’te yapmış olduğu tatbikatta Türkiye’nin düşman safında gösterilmesinde gördük. Ayrıca kısa bir süre önce ABD, işgalci İsrail ve Yunanistan’ın, Akdeniz sularında yapmış oldukları ve adını “Nobla Dina” koydukları ortak tatbikatta Türkiye’nin hedef alınması “aleni düşmanlığın” ibrazından başka nedir ki? Bu tatbikatın, tahrif edilmiş Tevrat’ta ismi geçen “Noble Dina” isimli bir bayanın, tecavüzcüsü olan Türkiye’nin elinden kurtarma operasyonu olarak lanse edilmesiyle, düşmanlığın hangi boyutlara taşındığını görmüş oluyoruz.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek cumhurbaşkanlığı seçim arefesinde bu meseleyi TV ekranlarında ve bazı gazetelere verdiği mülakatta dile getirdi. Perinçek şöyle konuştu: “Tatbikatın adı ‘Noble Dina', Türkçe ifadesiyle ‘Asil Dina' anlamına geliyor. Dina kelimesi ise ‘Temize çıkarılan' anlamında kullanılıyor. Meis Adası'nda yapılan tatbikat senaryosuna göre, Kıbrıs Rum Kesimi-İsrail ortak doğalgaz arama platformu, ‘düşman kuvvet' diye nitelenen Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının saldırısına uğruyor. Bu saldırıyı defetmek için, Kürecik'teki füze kalkanı devreye sokuluyor. Radar, Türk jetlerini izliyor ve ABD gemisindeki füzeler, Türk uçaklarını vuruyor. Ve böylece Türkiye’den intikam almış oluyorlar.”
“Tevrat'ın Yaratılış bölümünde Dina, Hz. Yakup'un ilk karısı Lea'dan olan kızıdır. Kenanlı (Filistinli) prens Şekem, Dina'yı kaçırıp ırzına geçmiştir. Bunun üzerine Dina'nın ağabeyleri Şimon ve Levi, kardeşlerinin intikamını almak için Şekem'e gider. Şekem, Dina'yla evlenmek istediğini söyler. Dina'nın kardeşleri tüm bunları kabul etmekle beraber, ‘Sen de bizim gibi sünnet olursan, bizim gibi inanırsan bu olabilir' derler. Şekem, ağabeylerin önerisini kabul eder ve halkına, İsrailoğulları ile dost olacaklarını anlatır ve halk onların dinine uyar. Ancak Yakup'un oğulları çok geçmeden şehri yağmalar ve Şekem'i öldürürler. Burada Dina'nın ağabeyleri ABD ve İsrail. Kenanlı Prens Şekem ise Türkiye. İşte bu tatbikata bu yüzden Noble Dina dediler ve Türkiye'den intikam alıyorlar.”
Norveç’te olduğu gibi bu tatbikatta da Türkiye aleni düşman ilan ediliyor. Peki içimizdeki beyinsizlere sormanın zamanı gelmedi mi?! ABD gerçekten bizim müttefikimiz mi?
Şu gerçeği bilmiş olalım ki; ABD, İran’ın dışında dünyanın bütün ülkeleriyle çıkara dayalı ilişki içerisindedir. Kendisini ise dünya jandarması olarak görmektedir. Kurmuş olduğu hegemonyanın dışına kısmen de çıkma teşebbüsünde bulunan ülkelere asla tahammülü yoktur. Böylesi bir durumda havuçu değil beyzbol sopasını devreye sokar.
Peki böylesi bir durumda bizim siyasilerimiz nasıl bir tavır almalıdır? Biz bu sorunun cevabını 80’li yıllarda Yunanistan’da iktidara gelen sosyalist bir partinin tavrında görüyoruz! Parlamento’da çoğunluğu alan bu parti hükümeti kurduktan sonra ilk icraat olarak NATO’dan çıkma kararı aldı. Biz 80’li yılların Yunanistan’ı kadar ABD karşısında dik duramıyorsak vah bizim hâlimize! Rabbimiz siyasilerimize basiretler versin.
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan dolayı ABD, Türkiye’ye ambargo uygulamaya koyulduğunda biz de misilleme olarak İncirlik ve Karamürsel üslerini kapatmıştık. Şimdi tam zamanı ve bu fırsatı kaçırmamalıyız. Türkiye topraklarındaki tüm ABD üsleri ivedilikle kapatılmalı ve derhâl NATO’dan çıkmak için girişimde bulunalım. Biz bir taraftan Şangay beşlisi ile yapacağımız ittifaklarla birlikte merhum Erbakan hocamızın D-8 projesini hayata geçirmeye çalışmalıyız. Bu ödev tarihi ve ilahi bir sorumluluk olarak siyasilerimize tevdi edilmiş bir vecibedir. Şu gerçeği de bilelim ki, ABD hiçbir halt edemez.