Srebrenitsa’yı Unutmayalım...
Avrupa’nın göbeğinde Sırp ve Hırvat canileri tarafından 312 bin savunmasız insan katledildi. Katledilenlerin 35 bini çocuktu. 50 bin dolayında kadın sistematik olarak tecavüze uğradı, namusları payimal edildi. 2 milyon insan evini-barkını terk etti. 18 bin kişi hâlâ kayıp. Bugüne kadar 300’ün üzerinde toplu mezar bulundu. Aslında 4 yıl içerisinde bütün Bosna soykırıma uğradı. Şu hâlde Srebrenitsa’yı unutmayalım, Bosna’yı unutmayalım.
İnsanlık tarihi kadar eskidir savaş ve soykırımlar. Bir hukuk sistemi olarak hayatı tanzim etmek için inzal olan İslâm şeriatı savaş hususunda da bir takım kriterler vaz etmiştir. Elbette ki başta Birleşmiş Milletler olmak üzere beşerî hukukta da savaş esnasında riayet edilmesi gereken kurallar vardır. Geçmiş tarihleri tetkik ettiğimizde de benzeri hususlara tanık olmaktayız. Ayrıca genel olarak riayet edilen husus; iki düşman ordu yerleşim birimlerinin dışında kozlarını paylaşmak için karşı karşıya gelirmiş. Sivil yerleşim birimlerine ise saldırılmazmış. Bunun aksi ise namertlik sayılırmış.
Ancak medenî bir zaman diliminde yaşadığımız çağımızda öylesine savaşlar ve öylesine soykırımlar yaşandı ki tam bir hunharlık, tam bir vahşet örneği. İkinci Dünya Harbi’nden sonra Batılı ülkeler bir araya gelip dünya barışını temin amacıyla Birleşmiş Milletleri kurdular. Kurdular kurmasına fakat sürekli yanlı ve taraflı hareket ettiler. Batılı Hıristiyan toplumlara yönelik bir tehlike, bir güvenlik tehdidi söz konusu olduğunda hemen harekete geçtiler. Zulme uğrayan Müslüman bir toplum söz konusu olduğunda ise hep ağırdan aldılar. Katliam ve soykırımlara seyirci oldular. Hatta zemin hazırladılar. Öyle ki kendilerine sığınan insanları canavarların eline teslim ettiler.
Srebrenitsa soykırımı da bunlardan biridir. Birleşmiş Milletler Hollanda askerî gücünün kontrol ve güvenliğinde olan Srebrenitsa halkı Sırp canavarı Ratko Mladiç’in komutasındaki Çetnik eşkıyalarına teslim edildi. Hatta bu teslim törenle, içkili parti ile yapıldı. Öyle ki, devir teslim esnasında NATO sözcüsü Albay Karemans ve Çetnik komutan Ratko Mladiç, havaya kaldırdığı kadehlerini “şerefe” diyerek tokuşturdular. Ardından Hollandalı NATO askerleri araçlarına binip bölgeyi terk ettiler. Katliamları rahat yapsınlar diye kasalar dolusu silah ve mermileri de o canavar sürüsüne verdiler.
Devir teslimden önce Hollandalı Albay Karemans nezaretinde Sırpların tarafını temsilen Ratko Mladiç, Müslümanları temsilen öğretmen Nesib Mandzic bulunmaktaydı. Bu görüşmede Mladiç söz alıp gayet ekabirce teminatta bulunuyor: “Bak Nesib! Burada yaşayan binlerce insanın hayatı ve geleceği senin elinde. Hemen silahlarınızı teslim edin. Silahlarını teslim eden herkese yaşamlarını garanti ederim.” Buna mukabil Nesib ezgin bir psikolojik hâlet-i ruhiye içerisinde şu sözleri sarf ediyor: “Size samimi olarak şunu söyleyebilirim ki, ben kazara temsilci oldum. Mesul olamam.” Mladiç ikna için yine söze giriyor: “Bak Nesib! Silahlarınızı teslim etmeli ve insanlarınızı yok olmaktan kurtarmalısınız.”
Sonuç olarak ne yazık ki, düşmana itimat edilip silahlar teslim ediliyor. Ardından megafonla halka sesleniyorlar: “Yaşamınız Birleşmiş Milletler’in garantisi altındadır.” Bu sözlerle birlikte çaresiz halk alkış ve ıslıklarla tezahürat yapıyor. Ancak ne yazık ki, Birleşmiş Milletler görevlileri ve NATO askerleri bölgeyi terk eder etmez Ratko Mladiç kameralar karşısına geçip, “Artık Müslümanlardan 600 yılın intikamını almanın zamanı geldi” diyerek komutasındaki Çetniklere katliam emrini veriyor.
Gözleri dönmüş canavarlar hemen harekete geçiyor. 30 saat içerisinde 33 bin çocuk ve kadını otobüslerle kendi bölgelerinde oluşturdukları esarethanelere götürüyorlar. Bu esarethanelerde kadınlar, genç kızlar sistematik olarak tecavüze uğradılar. 12 ile 77 yaş arası binlerce erkek kamyonlarla ayrı ayrı depolara nakledildi. Sonra acımasızca katliama giriştiler. Hızar makinalarında, testere şeridi ile insanları kestiler. Ormanlık alana götürülen gençleri ise elleri arkadan bağlı vaziyette tek tek kurşuna dizdiler. Cesetleri arkadaşlarına sürüyerek taşıtıp çukurlara attırdılar. Ardından onları da katlettiler. Ve bu genç insanları kurşuna dizerlerken sadistçe kahkahalar atıyorlardı. Bu katliamlardan sonra sıra evlere gelmişti. Ellerinde silahlarla adeta sürek avına çıkmışlardı. Evlerin içine girip çocuk, yaşlı ve kadın demeden savunmasız insanları orada da katlettiler.
(Dehşet ve korku içerisinde küçük kız çocuğu annesine soruyor: “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?)
Yaşanan tam bir soykırımdı. 11 Temmuz 1995 tarihinde başlattıkları bu katliam 5 gün sürmüştü. Bu 5 günlük süre içerisinde tam 8372 insan acımasızca ve canavarca katledilmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa böylesi bir toplu katliam gerçekleşti medeni Avrupa’nın göbeğinde. Böyle mi olmalıydı? Bu nasıl bir medeniyettir ki, ne Birleşmiş Milletler ne NATO bulunduğu taahhüdü yerine getirmedi, sözünde durmadı. Savunmasız mazlum insanları canavarlara teslim etti.
Peki, bu katliamlar olurken İslâm ülkeleri ve Müslüman halklar neredeydi? Elbette ki münferiden gönüllü olarak Bosna cihadına katılan mücahid gençlerimiz vardı. Bu cengâver, bu bahadır gençlerimizle elbette ki gurur duyuyoruz. Ancak İslâm ümmetinin NATO’su neredeydi? İslâm ümmetinin Birleşmiş Milletleri nerede idi? Müslümanlar olarak bunu sormak ve sorgulanmak zorundayız. İslâm ümmeti kurumsal ve siyasî anlamda güç birliğine gitmediği takdirde nice katliamlar, nice soykırımlar yaşanır. Ne yazık ki, ümmet olarak sınıfta kalmış vaziyetteyiz. Aslında insanlık sınıfta kaldı.
Bu ümmet Osmanlı’nın dağılmasından sonra toparlanıp siyasî birliğini tesis etseydi elbette ki böylesi soykırımlar yaşanmazdı. Srebrenitsa bizi affeder mi bilinmez. Elbette Allah nezdinde sorumluyuz. Şairin dediği gibi, “Sınıfta kaldı insanlık, seni kurtaramadık Srebrenitsa. Hiçbir şey yapamadık, affet bizi Srebrenitsa. Bazen canavardır uygarlık denen illet. Her Temmuz’un 11’nde yaralar dağlanır, ağlaşır kabir başlarında çocuklar, kadınlar. Hiçbir şey yapamadık, seni kurtaramadık, affet bizi Srebrenitsa. Tam 20 yıl oldu, katliamın hesabını soramadık, affet bizi Srebrenitsa.”
Merhum bilge Kral Aliya İzzetbegoviç mazlum halkına hitaben diyor ki: “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Bir başka demecinde merhum Aliya şu anlamlı sözleri dile getiriyor: “Ben barış görüşmeleri için Avrupa’ya giderken, kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde…”
Evet, Avrupa’nın göbeğinde Sırp ve Hırvat canileri tarafından 312 bin savunmasız insan katledildi. Katledilenlerin 35 bini çocuktu. 50 bin dolayında kadın sistematik olarak tecavüze uğradı, namusları payimal edildi. 2 milyon insan evini-barkını terk etti. 18 bin kişi hâlâ kayıp. Bugüne kadar 300’ün üzerinde toplu mezar bulundu. Aslında 4 yıl içerisinde bütün Bosna soykırıma uğradı. Şu hâlde Srebrenitsa’yı unutmayalım, Bosna’yı unutmayalım.