ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 2003 yılında kaleme alınan yazıda, “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek, buna Türkiye de dahil” ifadesi o zamanlar çok dikkate alınmamıştı.
Irak’ın bütünlüğü ve Saddam’ın sonunu 2004’te izledik.
2010’da Arap Baharı, Ortadoğu’da depremlerin mihenk taşıdır.
Arap isyanların oluşturduğu tsunaminin en yıkıcı etkisi hiç kuşkusuz Suriye’de yaşandı.
Suriye halkı, 45 yıllık tek partili, azınlık Nusayri, Baas yönetimine karşı sivil reform isteği ile direnişe başladı.
Suriye rejimi, Rusya ile İran’a güvendi.
Rejim, halkın reform ve barışma isteğine asla yanaşmadı ve başarısız olunca önce İran ardından Rusya’yı davet etti.
İki ülke Suriye’de her zaman jeopolitik, stratejik, ulusal çıkarlarını ön planda tuttu.
Oysaki yüzde 80 Sünni halkın ülke yönetimine ortak edilme, demokratikleşme fikri Türkiye, AK Parti, Şam ilişkilerinin olduğu süreçte Esed’e hep tavsiye edilmişti.
Türkiye - Suriye yakınlaşması İran ve Rusya’nın o kadar kabul edeceği bir olay değildi.
Bugün Suriye’de gelinen nokta aslında Türkiye’nin savaşın başından beri Batı ve Suriye rejimine sunduğu usul ve yöntemdi.
Rejim nüfusun çoğunluğu olan Sünnileri iktidara asla ortak etmek istemiyordu aslında temel sorunda bu idi.
İran, Suriye’nin Sünni nüfusunu tolere etmek fikrini seçenek olarak asla düşünmez iken, Rusya ve Batı her zaman muhalefete Suriye’de kapılarını açık tuttu.
Kürtlerin Suriye’de Batı tarafından Kandil’den taşındırıp Suriye’ye yerleşmesine de Batı yardım ederken Rusya Kürtleri batıya kaptırmamak için tolere etti ve hiç ilişkisini koparmadı.
Gelinen noktada Suriye’nin toprak bütünlüğü İran için beka sorunu hayat meselesi haline gelirken, süreç İran’ın yalnızlığına doğru veriliyor.
Suriye’nin toprak bütünlüğü Sünni denklem ile ancak sağlanacağı gün gibi aşikâr hale gelmiştir.
Suriye en çok Afganistan’a benzer 20 yılsonunda NATO ve tüm koalisyon güçleri Taliban’sız hesap yapamaz duruma gelmiştir.
ABD önce Irak sonra Afganistan, 8 yıl sonra da bugün Suriye’den askerini çekmek zorunda kalıyor.
Bugün de ABD’nin DEAŞ İle Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün istifasını konuşuyoruz.
McGurk, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararının ardından istifa etti.
Terör örgütü PKK/YPG ile yakın ilişkileri olduğu bilinen McGurk istifa mektubunda, DEAŞ’ın henüz mağlup edilmediğini ve Amerikan kuvvetlerinin Suriye’den çıkması için erken olduğunu belirtti.
McGurk 2005’ten beri Afganistan, Irak ve Suriye’de Bush’tan Obama ve Trump’a kadar her ABD yönetiminde kendine yer buldu ve el attığı bu ülkelerde kaosu derinleştirmekten başka bir iş yapmadı.
ABD’nin, 2013’de Suriye politikasının üç önemli ayağı vardı. Birincisi; İsrail’in güvenliği. İkincisi de, Türkiye’de PKK ve Kandil’in başarısızlığını kabul edip örgütü Suriye’ye taşımak. Üçüncüsü ise İran’ın Lübnan ve Irak hattını etkisizleştirmekti.
McGurk, 2003’de Suriye rejimini Şam’ı bombalamakla tehdit etmiş ve Esed’in elinde bulunan kimyasal silahları BM üzerinden teslim aldıktan sonra Esed’e, İsrail’e ve PYD/YPG’ye nefes aldırmıştır.
Rusya ve İranlı yetkililer ise 8 yılın sonunda, son günlerde sık sık Suriye’nin geleceğine Suriye halkının karar vereceği sözünü dillendirip duruyor.
İran ve Rusya, 8 yıldır Suriye’de muhalefeti dize getiremedi, sonunda Astana çerçevesinde Türkiye ile iş birliği sürecinde karar kıldı.
TÜRKİYE, 2011’DEN BU YANA REJİME, “MUHALİFLERLE MASAYA OTUR” DİYORDU
Türkiye 2007’den itibaren Esed ile geliştirdiği ticari, siyasi, kültürel ilişkiler sürecinde özellikle demokratikleşme, iç barış, geçmişe yönelik siyasi aflar konusunda çok ısrarcıydı.
İki ülkenin Schengen vizesine atıfta bulunarak Schengen esprileri, bakanların yoğun iş birliği ve devlet üst yöneticilerinin ailecek tatilleri bile AB ve Ortadoğu ülkelerinde şaşkınlıkla izleniyordu.
Arap isyanları ve kaosun bir sene içinde Suriye’ye sıçramasıyla Türkiye - Suriye ilişkileri tamamen kopma noktasına geldi.
Türkiye’nin Suriye’ye 2007 - 2010 yıllarında ısrarla üzerinde durduğu konu nüfusun yüzde 80’ini oluşturan Sünni kesim ile acil barışmasıydı.
Bu fikir göz doktoru Esed’e mantık olarak doğru gelse de babasından miras aldığı 45 yıllık tek partili diktatör bir sistemi, tek başına dönüştürecek bir gücü yoktu.
Bir yandan 1945’lerden bu yana Sovyetler Birliği, Rusya’ya askeri, siyasi bağımlılığı, diğer yandan 1979 İran devrimi ile iç içe geçen Tahran, Şam ilişkileri, Suriye için demokrasi ve bağımsızlık düşlerinin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu.
Yüzyıl önce Sykes Picot, Suriye’de sınırları çizmiş ve Fransa, Nusayri azınlığın temsilcilerine ülkeyi teslim etmişti.
Ardından Rusya, Suriye ilişkileri ve İran iş birliği, Suriye devletini rehin almıştı.
Suriye, hiçbir zaman bağımsız bir Arap ülkesi olmadı.
“Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?”, “Türkiye, Esed ile masaya oturmalı” diyen, Suriye’nin toprak bütünlüğü tavsiyelerini 8 yıldır hükümete ısrarla yapan kesimin, bugünkü fotoğraf üzerinden yeniden bir Suriye okuması yapması gerekiyor.
Komşumuz olan Suriye’ye 80 ve 30 sene önce giren devletler, hiçbir zaman bizim hayrımız için orada değildi.
Her iki ülke kendi çıkarları doğrultusunda bir Suriye toprak bütünlüğünden bahsediyor.
Suriye’nin geleceğine kim karar verecek sorusuna tabii ki, göç etmek zorunda kalan 7 milyon insan ve hayatını kaybeden 500 bin Suriyelinin yakınlarını unutmamak gerekiyor.
Biz Suriye’ye maalesef çok geç girdik. Diplomaside “Yurtta sulh cihanda sulh” teorik olarak ne kadar doğru ise atalarımızın “Su uyur düşman uyumaz” sözü de pratikte o kadar doğrudur.
Türkiye’nin Suriye politikası ne AK Parti ne Erdoğan ne de Davutoğlu projesiydi.
Bu ulusal çıkarların zorunluluğunu gerekli kılan bir devlet politikası idi, 15 Temmuz sonrası ve bugün çok daha iyi anlamış olduk.
Maalesef Suriye meselesi yıllardır siyasi ideolojik kavga ve hırslara kurban edildi.