Esed rejimi ile Rusya’nın, Kurban Bayramı’nda İdlib’e saldırılarında yerlerinden edilen 124 bin sivil, Suriye-Türkiye sınırındaki kamplara göç etti.
Rusya’nın Eylül 2015’te Suriye’deki savaşa fiili olarak katılması Suriyeli muhalifler için önemli bir kırılma noktasıydı.
İran’ın, Lübnan Hizbullah’ı ve rejimle birlikte muhaliflere karşı başarısız kalması sonucunda Rusya, Suriye rejiminin tek umudu haline geldi.
DEAŞ ile mücadele adı altında kurulan ABD, İngiltere, Avrupa ve Rusya koalisyonu, Suriye muhaliflerini çok parçalı etkisiz bir pozisyon haline getirdi.
Suriye’nin kuzeybatısında iç göçle nüfusu 4 milyona ulaşan İdlib’in merkezi, Mart 2015’ten bu yana muhaliflerin kontrolünde bulunuyor.
İdlib, rejimin en yoğun hedef aldığı bölgelerin başında geliyor.
Türkiye, Rusya ve İran, 4-5 Mayıs 2017’deki Astana toplantısında, İdlib ve çevresini “Gerginliği Azaltma Bölgesi” ilan etti.
Rejim güçlerinin ateşkesi sık sık ihlal etmesi üzerine Türkiye ve Rusya ek mutabakata vardı.
Rejim güçleri, destekçilerinin yardımıyla 17 Eylül 2018’de Rusya’nın Soçi kentinde imzalanan mutabakata rağmen saldırılarına devam ediyor.
Kazakistan’ın başkenti Nur Sultan’da 25-26 Nisan’da Türkiye, Rusya ve İran arasında düzenlenen 12’nci toplantı sırasında artan saldırılar aynı yoğunlukta sürdü.
Esed rejimi güçleri, Rusya’nın desteğiyle Kurban Bayramı boyunca İdlib’in güneyinde ilerlemeyi sürdürmüş ve Han Şeyhun ilçesine yaklaşmıştı. Bir aydır yoğun saldırılar sonucunda yüzlerce sivil hayatını kaybetti. Askeri muhalif kaynaklara göre, rejim Han Şeyhun’u da içine alacak şekilde bölgede yeni bir kuşatma alanı oluşturmayı hedefliyor.
Rusya’nın Suriye’de 2015 yılından itibaren sürdürdüğü askeri strateji ve düzenlediği hava saldırılarında sivilleri hedef alması, daha önce Çeçenistan’da özelikle Grozni şehrinde uyguladığı taktiğini akla getiriyor.
Çeçen savaşçılarını kara gücüyle alt edemediği için hedefi sivillere yönelten Rusya, katliam ve korkutma yoluyla yoğun hava bombardımanlarıyla sivilleri evlerini terk etmeye ve göçe zorluyordu.
Bugün Suriye’de önemli güce kavuşan Rusya, Esed’in kara saldırılarına havadan destek sağlayarak daha önce Halep’te de yaptığı gibi sivilleri ve yerleşim alanlarını bombardıman altında tutuyor.
İdlib’i Halep şehri gibi kontrol altına almayı planlayan Rusya, sivil katliamlar konusunda uluslararası camialar tarafından maalesef ciddi bir uyarı ile karşılaşmamaktadır. Batı ülkeleri geçtiğimiz yıl Suriye’de ılımlı muhaliflere ve sivillere yönelik saldırılarına son vermesi çağrısına rağmen Rusya, sivilleri hedef alan saldırılarına devam etti.
Rusya’nın sivilleri, Çeçenistan savaşında olduğu gibi özellikle taktiksel açıdan hedef aldığını görüyoruz.
1994-1996 arasında, Çeçen savaşçılar Rusya’yı büyük bir kara hezimetine uğratmış ve ateşkes imzalanmıştı. Ancak, bağımsızlığa razı olmayan Rusya, 1999’da bu özerk cumhuriyeti işgal etmişti. Bu kez hava kuvvetlerini de devreye sokan Rusya, başkent Grozni ve çevresine yaklaşık bin 700 hava saldırısı düzenlemişti.
Misket bombalarının kullanıldığı saldırılar yaklaşık altı ay sürmüştü. Saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybetmiş, yaklaşık yüz bin sivil de yerlerinden edilmişti.
Rusya’nın Çeçenistan’da sivillere yönelik saldırıları, halkın yerel savaşçılara desteğini kesmesi için psikolojik baskı oluşturmayı amaçlıyordu.
Rusya’nın halihazırda Suriye’de Hama, Humus, Halep, Şam’ın doğusundaki Guta bölgesi ve Türkmendağı’nda düzenlediği saldırılar Çeçenistan’da uyguladığı taktiğe benziyor.
Rusya’nın sivil yerleşimlere, fırınlara, camilere, okullara, hastanelere saldırıları, sivillerin muhaliflere desteğini kesmeyi, tüm ülkeyi savaş alanına çevirmeyi amaçlayarak sivilleri göçe zorlamaktır.
Rusya, rejim ve İran için gerçekten bir kurtarıcı mı yoksa sonu belirsiz Afganistan kâbusuna doğru giden sürecin destekçisi mi?
Ortadoğu Enstitüsü kıdemli araştırmacısı Charles Lister’in şu tespitlerini dikkate almakta fayda var:
“Hâlihazırda Suriye’nin yüzde 62’si rejimin kontrolünde. Kalan yüzde 38’lik toprağın tamamı, yabancı hükümetlerin nüfuzu altında ve onlara bağımlı olan Suriyeli aktörler tarafından -farklı düzeylerde- kontrol ediliyor. Türkiye, kuzey Halep ve Suriye’nin kuzeybatısına odaklanarak Suriye topraklarının yüzde 10’unda etkin bir kontrol sağlarken, doğuda ve kuzeyde ABD ve onun DEAŞ karşıtı koalisyon müttefikleri ülkenin yüzde 28’ini elinde tutuyor. Türkiye ve ABD’nin müdahilliği, devletlerarası ve devlet altı birden çok muhtemel çatışma hattı meydana getirmiş durumda. Kürtler ile Araplar arasında; muhaliflere karşı SDG; ABD’ye karşı İran, Rusya, Suriye rejimi ve muhtemelen Türkiye; rejime karşı diğer herkes.”
ABD, en azından yakın gelecekte, Suriye’de olacak. Barış görüşmelerinin bazısı (mesela SDG ile Şam arasındaki) duraklamış, bazıları da (ABD ile Türkiye arasında olduğu gibi) donmuş durumda. Hiçbirinde anlamlı bir ilerleme kaydedilmiş değil.”
22 milyonluk nüfusunun yüzde 90’ı Sünni olan bir Suriye fotoğrafının gerçek yüzüne kimse bakmaya cesaret edemiyor.
Oysaki Suriye’de 1 milyon muhalif, yüzde 10 orana sahip Nusayri Esed rejimi tarafından öldürüldü, 10 milyonu göçe zorlandı ve 2 milyonu sakat bırakıldı.
Böylesine parçalanmış ağır saldırılara maruz kalmış bir ülkeyi dünyanın hiçbir ideolojik formülü bir arada tutamaz.
Suriye bu saatten sonra en çok Afganistan’a benzer. Bu saatten sonra Türkiye, bir şekilde kuzeyde Kürt devleti senaryosuna karşı İdlib’le ilgilenmeye devam etmek zorundadır.
Kısa vadede Suriye’de önemli bir değişiklik olması mümkün görülmüyor.
İran kendi güvenliği için Esed’in iktidarda kalmasını sağlamak zorundadır. Suriye’de savaşan tüm ülkeler farklı ve çıkarcı nedenlerle savaş yürütüyor.
Suriye uzun bir süre Afganistan gibi parçalanmış bir şekilde belirsizliğini koruyacaktır.