İran “ērān ve aryān” kelimelerinin ikisi birden, (İranlı) Aryanların ülkesi anlamına gelen Aryānām teriminden gelmektedir. Bu terim kullanılmadan önce İran’a verilen isim “Fars (pars)” veya “Acem” deniliyordu. Bu kelimeler ırki bir mana ifade etmiyor, ulus devlet manasını çağrıştırmıyordu. Devrimden sonra ülkenin adının” İran İslam Cumhuriyeti” olarak değiştirilerek sürdürülmesi; Fars kültürüne dayalı yapının İslam kisvesi altında gizlenerek ulus devlet mantığı ile birlikte kullanılacağını gösteriyordu. İran nüfusunun %61'ini Farslar, %16'sını Azerî Türkleri, %10'unu Kürtler, %6'sını Lurlar, %2'sini Belûcîler, %2'sini Araplar ve %2'sini Kaşkar Türkleri ve diğer Türkmen gruplar oluşturur. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi'nin Ocak 2012 tarihinde verdiği demece göre İran nüfusunun %40'ı Türkçe konuşmaktadır. (Türkmence, Azerîce, Kaşkayca vd.) 1921 senesine kadar Kaçar Hanedanlığının iş başında olması dolayısıyla İran’da hâkim dil Farsça değil Türkçe idi. Ulus devlet mantığının uzantısı olarak, Fars kültür eksenli asimilasyon devam ettirilmesi sebebiyle Türkçe giderek unutulmaktadır.
18. yy’da İran; Rus-İran Savaşları sonucunda Rusya’ya karşı Gülistan Antlaşması, Türkmençay Antlaşması ve İngilizlere karşı Akhal Antlaşması ile topraklarının neredeyse yarısını kaybetmiştir. Büyük Oyun'a rağmen İran’ı yöneten Kaçar Hanedanlığı egemenliğini korumayı becermiş ve çevresindeki diğer ülkelerin tersine asla sömürgeleştirilememiştir.
1908’de İran’da petrolün bulunması bir dönüm noktası oldu. Böylece hem emperyalist güçlerin İran üzerindeki hesapları hem de İran’ın 20. yüzyılına damgasını vuracak olan karmaşık sosyo-ekonomik yapısının kurcalanması için gerekçeler ortaya çıktı.
Kaçar Hanedanlığı’nın İngiliz denetimine girmeyeceği anlaşıldıktan sonra; İngiliz ajanı Sir Ardeşir J. Reporter aracılığıyla İngilizlere tanıtılan Rıza Pehlevî, 1921 darbesiyle İngilizler için çalışmaya başladı ve 1923 yılında başbakan ve sonunda 1925 yılında İran şahı oldu. İngilizlerin himayesi altında İran’daki birçok sosyalist, milliyetçi ve etnik hareketi bastırmayı başardı. İktidarını sağlamlaştırdı. İngiliz destekli yönetim 1950’li yıllara kadar devam etti. Bu tarihte sömürgeciliğe karşı başlayan halk hareketlerinin başına geçen Musaddık başbakanlığa geldi; ilk önce petrolün millileştirilmesi yönündeki kararı onayladı. Bu karar ve Musaddık’ın bağımsızlıkçı politikası İngiltere ve A.B.D.’nin hoşuna gitmedi. Bir süre sonra batı destekli kışkırtmalar başladı. Başlangıçta Musaddık’a destek veren ulema, Muhammed Musaddık’ın Sovyetler’le yakınlaşmasından kaygılanarak hükümete verdikleri desteği geri çektiler ve Ulusal Cephe dağıldı. TUDEH Partisi ise Musaddık’ı desteklemeye devam etmekteydi. Bu durumdan rahatsız olan ordu içindeki bir grup CIA ajanının desteğiyle bir darbe düzenlediler. 1953 yılında Şah, Musaddık’ı görevden almaya çalıştı fakat çıkan isyanın ardından ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Buna karşılık İngilizler, A.B.D.’yi Musaddık’ı devirmek için hazırlanan bir plana dâhil olmaya davet etti ve 1953’te Başkan Dwight D. Eisenhower Ajax Operasyonu’nun yapılmasını onayladı. Operasyon yapıldı ve Musaddık 19 Ağustos 1953’te tutuklandı. İşbaşından uzaklaştırıldı.
Batı işbirlikçisi İran Şah yönetimi 1979’a kadar sürdü. 1978’de Şah’a karşı geniş çaplı halk hareketleri başladı. İran Şahı ülkeyi terk etti. Sürgünde bulunan İmam Humeyni iş başına geldi ve İran İslam Cumhuriyeti kuruldu. İran devriminin ilk icraatı İmam Humeyni’ye bağlı, İslam Devrimini koruyacak bir muhafız teşkilatını kurmak oldu.
Devrim Muhafızlarının Sivil Alanı Kontrol Mekanizması: Besic-i Mustazafîn: İmam Humeyni, Kasım 1979’da, “İslâm Devrimi’ni iç ve dış tehditlere karşı koruyacak “20 milyonluk gönüllü/silahlı bir güç” kurulması talimatını verdi. Bu amaçla oluşturulan Besic-i Mustazafîn (Ezilenlerin Savunma Gücü), İran-Irak savaşında önemli hizmetler yaptı. Bilâhare, anayasal bir kurum olarak ihdas edilen Besic, Devrim Muhafızlarının kontrolüne verildi. Besic’e silahlı güçlerin bir parçası sıfatıyla ülke toprakları ve sınırlarını savunma, iç ve dış tehditlere karşı mücadele etme görevi yanısıra, kültürel saldırılarla mücadele ve devrimci İslâmi kültür yaratma görevi de yüklendi. Bugün 10 milyonun üzerinde üye sayısına sahip olduğu söylenen ve gönüllülerden oluşan bu kurum, İran içinde herhangi bir eylem ya da protesto ortaya çıktığında olaylara ilk müdahale eden, olayları bastırmaya ve sindirmeye çalışan güç olarak öne çıkmaktadır.
Besic, İran devleti tarafından, diğer ülkelere bir devrim ihraç modeli olarak sunulmaktadır. Bu model ilk defa Lübnan’da “Ordu, Halk (Besic), Direniş” sloganı ile ortaya çıktı ve Devrim Muhafızları’nın kontrolü altında, halk orduları kurmak üzere Hizbullah tarafından uygulandı. Yine Suriye’de, rejim ordusun yanında savaşmak üzere bu modelden ilham alan Ulusal Savunma Güçleri (NDF) oluşturuldu. Ekim ayında Suriye’de öldürülen Devrim Muhafızları komutanlarından Tuğgeneral Hüseyin Hamedani 2014’te yaptığı bir konuşmada; “Besic’in kurulmasıyla, Suriye ve Lübnan’da mobilize edildikten sonra Irak’ta devrimin üçüncü çocuğu doğdu” demişti. Devrimin çocuğu, Şiilerden müteşekkil Irak ordusuna destek amacıyla yine Şii milislerden oluşturulan Heşd El Şebî (Ulusal Birlikler) idi. Heşd El Şebî komutanlarından Muin el-Kazımi Haziran 2015’te yaptığı açıklamada, yüz bin olan mevcutlarını bir milyona çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Bu modelin Yemen’e ihracı ile ilgili olarak, Hamaney’in dış politika danışmanı Ali Ekber Velayeti, 2015 yılı başlarında Tahran’da bulunan bir Hûsi heyetine; “Ensarullah grubunun Lübnan’da Hizbullah’ın oynadığı role benzer bir rol oynaması gerektiğini” tavsiye etmişti.
Besic modeli, sadece Sünnilere karşı Şiiler için öngörülen bir direniş örgütlenmesi değildir. Temmuz ayında PKK’nın bazı şehirlerde özyönetim ilan etmesi ve özsavunma güçleri adı altında devlete karşı savaşa geçmesi de tipik bir Besic uygulaması modeli gibi görünmektedir. KCK eş başkanı Cemil Bayık’ın Tahran ile olan yakın münasebetleri, DMO Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin defalarca Kandili ziyareti, savaşın zamanlaması ve modelin işleyişi birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’sunda bu İran modelinin uygulamaya geçirildiği söylenebilir.
Besic modelinin ana hedefi, bir gün genel bir seferberlik ilan edildiğinde, farklı ülkelerdeki Şii güçlerin İran namına savaşan bir ordu haline dönüşmesi olarak ifade edilebilir.
İran, Şii Jeopolitiğini Nüfuz Alanı Olarak Görmektedir.
Resmi ağızlarından da ifade edilen 'Büyük İran' coğrafyası ile kastedilen bölge; günümüzde İran, Azerbaycan, Afganistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Pakistan’ın bazı bölgeleri, Türkiye’nin doğusu, Basra Körfezi, Yemen, Irak ve Suriye’yi kapsamaktadır.
İran devleti, 'Büyük İran' hedefi için bu devletler bünyesinde yaşayan Şii unsurlarla güçlü bağlar kurmayı stratejik hedef olarak benimsedi. Hatta İmâmiye Şiası’nın, ‘gulâtı şia’ olarak tanımladığı ve tarihi süreç içerisinde Şiilikten sapma olarak kabul edip tekfir ettiği guruplarla bile ortak aidiyetler geliştirme yoluna gittiği görülmektedir. Şii unsurları Velâyet-i Fakih’in otoritesine bağlamaya çalışarak, Ali Hameney’i tüm dünya Şiilerinin siyasi ve dini otoritesi olarak kabul ettirmeye yöneldi. Şiiliğin bir araç olarak kullanıldığı 'Büyük İran' hedefi için Kum kenti, dünyadaki Şii din adamı ve siyasetçilerin eğitim yeri olarak tanzim edildi. Irak Şiilerinin merkezi olan Necef önemini kaybetti.
İran’ın otoritesi altına toplamayı hedeflediği Şii nüfusu, dünyadaki toplam Müslüman nüfusun %10-13’ünü oluşturmakta olup, yaklaşık 150 ile 200 milyon arasında bir nüfusa tekabül etmektedir. Şii nüfusun en yoğun yaşadığı yer İran’dır. Burada yaklaşık olarak 69 milyon Şii yaşamaktadır. İran’dan sonra en büyük Şii nüfusu 23 milyonla Pakistan (toplam nüfusun %20’si), 21 milyonla Irak (%60-65), 20 milyonla Hindistan (%1,5), 8,5 milyon nüfusla Yemen (%35), 7,5 milyonla Azerbaycan (%85), 4 milyon nüfusla Afganistan (%15), 2,4 milyon nüfusla Suudi Arabistan (%12), 1,6 milyon nüfusla Lübnan (%40), 700 bin nüfusla Kuveyt (%30-35), 500 bin nüfusla Bahreyn (%75), 320 bin nüfusla BAE (%12), 310 bin nüfusla Umman (%10), 280 bin nüfusla Katar (%30) takip etmektedir. Türkiye’deki Alevi-Caferi nüfus (yaklaşık nüfusun %10’u kadar) 7-8 milyon civarındadır.
İran bütün İslam ülkelerindeki Şii ve Şii benzeri mezhep, tarikat ve cemaatlerle işbirliği yapmaktadır. Ancak, Şiilik anlayış pek çok yerde birbirinden farklılık damarlar üzerinden gelişmiştir.. İran’ın İmâmiye mezhebi dışında, Şia içerisinde Zeydîler, İsmailîler, Dürzîler, Nusayrîler, Alevîler (Kızılbaşlar) gibi farklı Şia kolları mevcuttur. Bunlardan Yemen’de yaşayan Zeydiler kendilerini Sünniliğe daha yakın bulurlar. İsmailîler, Dürzîler, Nusayrîler, Alevîler ise mezhebi açıdan İmâmiye’ye (Caferilik’e) tâbi değildirler. Öte yandan İmâmiye’ye mensup olup da Velâyet-i Fakih otoritesini kabul etmeyenler de vardır. Irak’ın en güçlü dini lideri ve Mercî-i Taklid olan Ayetullah Ali el Sistani Velâyet-i Fakih müessesesini reddetmektedir.