Mustafa “Yaman” bir avukat!
1987…
Bağcılar MGV okuma salonunda gördüm, ilkin. İbrahim Keresteci ile lise sohbetinde idi.
Gençler yaşanmışlığı idrak ediyordu, ikilinin ağzından.
Hicret’ti adı.
Bağcılar bereketti, huzurdu; 72 buçuk milletti, Ümmetti.
Hukuk’u yeni kazanmıştı. “Andolsun, İslam Hukuku şiarımız, Mecelle başucu kitabımız olacak!” diyordu.
Coşkulu canayakındı. “Her genç bizim”di. Fetih şuuruyla arınabilirdi, öteleyici bölücü anlayıştan.
Bir yolunu bulur, tanışırdı mutlaka.
“Yüce Allah beni bu gençle minübüste vapurda trende bir araya getirdiyse, vardır bir hikmeti. İmtihan bu!” derdi.
Abdullah Sevim’den teşkilatçılık, Osman Öztürk’ten ilmihal dersi alırdı.
Fatih’in anlamı büyüktü. Herkes oradaydı. İskenderpaşa, İsmailağa, Fetih Yurdu, RP, Sultan Mehmet, Akıncı şehitler…!
Yürürken aklından neler geçerdi, kimbilir?
İlkokul yıllarından tanırdı Lider’i!
Her sözünü su gibi ezberlemiş, bir solukta anlatmıştı. Ondaki cesarete ferasete dirayete hayran kalırdı.
Yaman’ı sevmezdi, diğerleri…
Demirel’in tekkesi Yeni Asyacılar, ithal malı Gülenciler, kuzucuklar, ya sev ya terk etçiler, zerdüştler…
Oysa o, daima açık kapı bırakırdı. Vebale girmek istemezdi. “Benim yüzümden davaya küsmesinler!” diye de kılı kırk yarardı.
Hastaya kızılmazdı, zaten hastaydı. Tedavi edilirdi, sadece.
Erbakan onun için İslam’ın pratiğiydi, Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeni Bir Dünya, aslında Medine’ydi, Kudüs’tü, Goradze’ydi, Diyarbakır’dı.
Diplomasını aldı, baktı uzun uzun, şükretti Allah’a. Lakin uzun bir yoldu, önündeki.
28 Şubat yıllarında işi gücü bırakmış, fetözedelerin jitemzedelerin masonzedelerin duruşmasına giriyordu.
“Ben İslami davadan para almam!” diyerek ilkeli bir duruş sergiliyordu, dünyaya.
Alttan alta, içten içe Gülen’le pazarlık yapanları biliyordu. Ama ifşa etmek istemiyordu. Ne de olsa, eski dostlardı.
Canını sıkan işlerin haddi hesabı yoktu. Lider’i hançerleyenlerle iş tutmak hangi ahlak ölçüsüne sığardı?
Ne zaman Gülen’i eleştirse, birisi provoke edip, “Hocaefendimizle aramız iyi. Bize tam destek veriyor. Geçmişte hataları oldu. Ama onlar da yanlışlarını anladılar!” ikazına uğruyordu.
İkazları, enkazları olacaktı. Çocuk değillerdi. Onlar da yaşamıştı, peruklu baloyu, darbesever günleri…
Ama sonra sonra “Başörtüsü % 1.5’un meselesi!” deyip sıyrılıvermişlerdi, işin içinden.
Oysa başörtüsü, her müslümanın meselesiydi.
“Gülen, hocamızın nefesini sevmez, sizi kullanıyor!” dedikçe, “Biz de onu kullanıyoruz, karşılıklı!” seviyesizliğini işitiyordu.
Gerçi buna hazırlıklıydı. Dostum’un ihanetini okumuş, Fadimeleri izlemişti, beyaz ekrandan.
Yükünü yüklenenler, sınırsız ve sorumsuz destek verenler…
Midesi kaldırmıyordu, artık.
Parsel parsel satıyorlardı, arsaları.
Yaman hedef tahtasıydı, gülenistler için. Suyun başını onlar tutuyordu.
15 Temmuz akşamı sahada kaybetti, gülenciler. Lakin masada listeler hazırdı. Gün gün hafta hafta ay ay servis edildi.
İnsanlar, adını bile duymadığı bylock’tan tutuklandı, Kapalı’yı boyladı.
İtibarsızlaştırma hücreleri 7/24 çalıştı.
Anlamlı bir tutuklama olmalıydı. Teşkilat’ın kapısında gözaltına alındı, Yaman!
Bilmiyorlardı ki, sert kayaya çarpmışlardı. Yaman bu ülkenin hafızasıydı, hafızayla alay edilmezdi.