Bugün 27 Mayıs… Demokrasi tarihimizdeki cinnetin de başlangıcı bugün. Sözde çok partili olduğu iddia edilen, ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin diktasında yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nde 1950 yılında yapılan seçimlerde, Demokrat Parti, “Yeter Söz Milletin” sloganıyla iş başına geldi. Geçmişinde, “Açık oy, gizli tasnif” sabıkası bulunan Cumhuriyet Halk Partisi, o tarihten sonra hiçbir zaman iktidara gelemedi zaten…. 27 Mayıs, Türkiye’de demokratik olarak kurulduğu hükümetin alaşağı edildiği bir süreçti. Kendilerini bu ülkenin tek sahibi olarak gören, askeri vesayet ve askeri bürokratlar, yoktan yere uydurdukları bir ihtilalle ülkenin demokratik geleceğini karanlığa taşıdılar. Türkiye Cumhuriyeti, bu darbeyle 50 yıl daha geriye gitmiş oldu. Hakkında üfürükten iddianameler yazılan Demokrat Parti’nin Başbakanı Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan bu yargılamalar sonrasında idam edildi. Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar ise ne hikmetse kurtuldu. Cumhuriyet Partisi, tamamen siyasi olan bu davalarda hür, bağımsız, özgür olması gereken yargının demokrasiyi katletmesine göz yumdu… Demokrasiden taraf olmadı… Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik olarak iş başına gelmiş bir hükümetinin başbakanı ve bakanları yargılanırken, sadece seyretmekle yetindi. Çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi de, askeri vesayetin ve askeri bürokrasinin hamiliğini yapan taraftaydı… Demokrat Parti’nin iktidardan uzaklaştırılmasıyla, kendisine yeni bir iktidar alanı açılacağını biliyordu. Ama öyle olmadı… Cumhuriyet Halk Partisi, o tarihten beri, Türkiye’de yapılan hiçbir seçimde tek başına iktidara gelemedi! 31 Mart 2024 seçimlerinde yüzde 37’lik oy oranıyla belediyeleri almak dışında hiçbir marifetleri de olmadı. Darbeler tarihi sadece 27 Mayıs’la sınırlı kalmadı… 1970 muhtırası… Ve 12 Eylül 1980 darbesi… Bu darbelerin, sadece Türkiye’nin iç saikleriyle yapıldığını söylemek mümkün değildir. Dış güçler de Türkiye’nin demokrasisini baltalamak için sürekli bir şeyleri kaşımış ve askeri kışkırtmıştır. 1980 darbesi öncesini hatırlayın. Anadolu’nun her köşesi parsel parsel solcular, sağcılar tarafından işgal edilmişti. Kurtarılmış mahalleler vardı. Sağcılar solcuların mahallelerine, solcular da sağcıların mahallelerine giremezdi. Gazetelerde her gün solcuların sağcıları ve sağcıların solcuları taradıkları, öldürdükleri haberleri yer alırdı. Aslında bu terör olgusu, ülkenin darbe sürecine götürülmesi için bir kışkırtma ortamından başka bir şey değildi. 12 Eylül darbesiyle birlikte ülkedeki terör ve vahşet ortamının birdenbire kesilmesini nasıl izah edebiliriz? Yıllarca ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve askeri kabinesi, 1960 ihtilalinde olduğu gibi Türkiye’yi yine 50 yıl geriye götürdüler. Kenan Evren’in, “Bir sağdan astık, bir soldan astık” sözünü unutabilir miyiz? Hapisler, işkenceler, işkencelerle öldürülenler… Memleketin o dönemde hapishaneleri tıklım tıklım dolduruldu… Bazı mahkumlar, mahpuslar kayboldu, bazıları işkencelerle öldürüldü. Ülkedeki siyasetçiler hapislere tıkıldı. Genel Başkanları yargılandı. Darbeciler, kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı bir Anayasa yaptılar ve referanduma sundular. Maalesef, 1980 Anayasası silah ve süngüden korkan vatandaşlarımızın kabulüyle yüzde 90’ları bulan bir oy oranıyla kabul edildi. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yürürlükten kaldırmaya çalıştığı, yeni bir Anayasa için çabaladığı Anayasa, işte bu darbecilerin ürünüdür. Ne yazık ki; 80 Anayasası’na en çok sahip çıkan ve korunması için debelenen de ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un ifade ettiği gibi, “Partilerin Anayasa’sı olmaz, Partiler Anayasa’yı yapmak için görüşlerini bildirir, tam anlamıyla bir consensus olur ve Anayasa yapılır”… Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 2028’te görev süresi dolmadan bu Anayasa’nın yapımına ön ayak olmalıdır. Zira, bu Anayasa kaydettiği gibi, “Yamalı bohçaya” dönmüştür. Öyle bir Anayasa yapılmalıdır ki, bu ülkenin demokratik zeminine göz diken, darbe yapmaya kalkışacak olanlar, başlarına gelecekleri görmelidir. Türkiye Cumhuriyeti demokrasisi artık darbeler ülkesi olarak anılmamalıdır. Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmesi, değiştirilmesinin bile teklif edilmesi noktasına biz de katılıyoruz. Ama, genel içerikle ilgili olarak, bu darbe anayasasının daha özgürlükçü, daha katılımcı, daha demokratik bir hale dönüştürülmesinin şart olduğunu düşünmekteyiz. Darbe tarihimize dönecek olursak… 28 Şubat post modern darbesi Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı hükümeti Refah-Yol’a ve cennetmekan Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamıza karşı yapıldı… Türkiye, en az 20 sene geriye götürüldü. Arkasından 15 Temmuz FETÖ kalkışması… Bu kalkışmanın ve darbenin arkasında da küresel eşkıya ABD’nin olduğunu biliyoruz elbette. Çünkü, FETÖ elebaşını Pensilvanya’da pamuklara saran, ama bir türlü ülkemize iade etmeyen küresel eşkıya ABD’nin ta kendisidir. Ve en son AK Parti hükümetine karşı 27 Nisan’da verilen e-muhtıra… Ne yazık ki, kendilerini Türkiye’nin tek sahibi zanneden askeri bürokratlar ve askeri vesayetin genetik kodlarından bu kepazeliği atabilme noktasında hala sıkıntılarımız olduğu bir gerçek. Bu ülke sizin değil! Bu ülke hepimizin! Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, konuşmalarında “Biz kefenimizi giyerek yola çıktık” diyor ya! Hiç kimse hiç kimseye kefen giydirmek için kendini yetkili olarak görmemeli. Kefeni giydiren, musallaya koyan, namazı kıldıranlar hiç istemedikleri imamlardır… İmam Hatiplerdir… Yazımı bitirirken, darbeler tarihi boyunca şehit olanlara rahmet diliyorum… Bu memlekette bir daha darbe olmaması konusunda umudumu koruduğumu söylemek istiyorum. Bilmem bana katılır mısınız?