Büyük Dava Adamı Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Hayatı26 Mayıs 1904’te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul’da büyük bir
konakta doğdu.Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı “Kısakürekler” soyuna mensuptur.Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa’da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır.Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi’den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü “abur cubur” romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa’nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere’de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi’nde bitirdi. 1916’da, “Ne oldumsa bu mektepte oldum” dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği “Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne”ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri “Şair” lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)17 yaşında, o günkü adiyle ” İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi “ne girdi. (1921) Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki
(sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi.1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı.O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. “Felemenk Bahr-i Sefit Bankası”nda çalışmakta olan Salih Zeki’yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı.1928 – 29 senelerinde “Bâbıâli” adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı “Bohem Hayatı”nı son kertesine çıkardı.Henüz 24 yaşındayken, “Kaldırımlar” isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti.1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara’da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929)Taksim’deki meşhur tarihi bina Taşkışla’nın 5’inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye’de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti.Askerliği bittikten sonra Ankara’ya döndü. Üçüncü şiir kitabı “Ben ve Ötesi’nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi.Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.
“O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret…
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî’nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.
Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:
-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!
Diyemiyordum.
Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
…Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini…”
1) HİKÂYELERİM2) CİNNET MUSTATİLİ (YILANLI KUYUDAN)3) BİR ADAM YARATMAK4) ÇİLE5) KAFA KÂĞIDI6) O VE BEN7) YUNUS EMRE8) AT'A SENFONİ9) PARA10) SAHTE KAHRAMANLAR11) HAZRET-İ ALİ12) TANRI KULUNDAN DİNLEDİKLERİM13) İHTİLÂL14) MOSKOF15) TOHUM16) AYNADAKİ YALAN17) REİS BEY18) BATI TEFEKKÜRÜ VE İSLÂM TASAVVUFU19) BÂBIÂLİ20) SOSYALİZM, KOMÜNİZM VE İNSANLIK21) HİTÂBELER22) PEYGAMBER HALKASI23) İBRAHİM ETHEM24) HESAPLAŞMA25) ESSELÂM26) DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR27) HAC28) TARİH BOYUNCA BÜYÜK MAZLUMLAR29) TÜRKİYENİN MANZARASI30) KANLI SARIK31) NUR HARMANI32) İMAN VE İSLÂM ATLASI33) MÜDAFAALARIM34) VELİLER ORDUSUNDAN 333 (HALKADAN PIRILTILAR)35) BENİM GÖZÜMDE MENDERES36) İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ37) MÜMİN KÂFİR38) KONUŞMALAR39) ÇÖLE İNEN NUR40) SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI41) ÖFKE VE HİCİV42) SABIR TAŞI43) ULU HAKAN44) BAŞBUĞ VELÎLERDEN 33 (ALTUN SİLSİLE)45) MUKADDES EMÂNET46) İMAN VE AKSİYON47) RÂBITA-İ ŞERİFE48) DOĞRU YOLUN SAPIK KOLLARI49) KÜNYE50) TASAVVUF BAHÇELERİ51) PARMAKSIZ SALİH52) NAMIK KEMÂL53) HÜCUM VE POLEMİK54) ABDÜLHAMÎD HAN55) SİYAH PELERİNLİ ADAM56) AHŞAP KONAK57) PÜF NOKTASI58) YENİÇERİ59) REŞAHAT60) BAŞMAKÂLELERİM 161) BAŞMAKÂLELERİM 262) BAŞMAKÂLELERİM 363) MEKTÛBAT64) GÖNÜL NİMETLERİ65) EDEBİYAT MAHKEMELERİ66) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 167) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 268) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 369) RAPOR 1-270) RAPOR 3-471) RAPOR 5-672) RAPOR 7-873) RAPOR 9-1074) RAPOR 11-1375) SAVAŞ YAZILARI 176) SAVAŞ YAZILARI 277) ÇERÇEVE 178) ÇERÇEVE 279) ÇERÇEVE 380) ÇERÇEVE 481) ÇERÇEVE 582) ÇERÇEVE 683) KÂTİBİM84) DEPREM (ÇİLE)85) VİLLA SEMER86) VATAN ŞAİRİ NAMIK KEMÂL87) CANIM İSTANBUL88) UFUK ÇİZGİSİ89) EN KÖTÜ PATRON90) VATAN DOSTU SULTAN VAHİDÜDDİN91) TİYATRO VE TESİRİ
konakta doğdu.Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı “Kısakürekler” soyuna mensuptur.Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa’da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır.Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi’den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü “abur cubur” romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa’nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere’de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi’nde bitirdi. 1916’da, “Ne oldumsa bu mektepte oldum” dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği “Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne”ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri “Şair” lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)17 yaşında, o günkü adiyle ” İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi “ne girdi. (1921) Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki
(sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi.1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı.O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. “Felemenk Bahr-i Sefit Bankası”nda çalışmakta olan Salih Zeki’yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı.1928 – 29 senelerinde “Bâbıâli” adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı “Bohem Hayatı”nı son kertesine çıkardı.Henüz 24 yaşındayken, “Kaldırımlar” isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti.1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara’da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929)Taksim’deki meşhur tarihi bina Taşkışla’nın 5’inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye’de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti.Askerliği bittikten sonra Ankara’ya döndü. Üçüncü şiir kitabı “Ben ve Ötesi’nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi.Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.
•
“O ve Ben” adlı otobiyografik eserinde, hayatının en “kritik” kesitlerinden biri olan “Bahriye Mektebi Yılları” itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:“O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret…
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî’nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.
Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:
-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!
Diyemiyordum.
Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
…Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini…”
1) HİKÂYELERİM2) CİNNET MUSTATİLİ (YILANLI KUYUDAN)3) BİR ADAM YARATMAK4) ÇİLE5) KAFA KÂĞIDI6) O VE BEN7) YUNUS EMRE8) AT'A SENFONİ9) PARA10) SAHTE KAHRAMANLAR11) HAZRET-İ ALİ12) TANRI KULUNDAN DİNLEDİKLERİM13) İHTİLÂL14) MOSKOF15) TOHUM16) AYNADAKİ YALAN17) REİS BEY18) BATI TEFEKKÜRÜ VE İSLÂM TASAVVUFU19) BÂBIÂLİ20) SOSYALİZM, KOMÜNİZM VE İNSANLIK21) HİTÂBELER22) PEYGAMBER HALKASI23) İBRAHİM ETHEM24) HESAPLAŞMA25) ESSELÂM26) DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR27) HAC28) TARİH BOYUNCA BÜYÜK MAZLUMLAR29) TÜRKİYENİN MANZARASI30) KANLI SARIK31) NUR HARMANI32) İMAN VE İSLÂM ATLASI33) MÜDAFAALARIM34) VELİLER ORDUSUNDAN 333 (HALKADAN PIRILTILAR)35) BENİM GÖZÜMDE MENDERES36) İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ37) MÜMİN KÂFİR38) KONUŞMALAR39) ÇÖLE İNEN NUR40) SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI41) ÖFKE VE HİCİV42) SABIR TAŞI43) ULU HAKAN44) BAŞBUĞ VELÎLERDEN 33 (ALTUN SİLSİLE)45) MUKADDES EMÂNET46) İMAN VE AKSİYON47) RÂBITA-İ ŞERİFE48) DOĞRU YOLUN SAPIK KOLLARI49) KÜNYE50) TASAVVUF BAHÇELERİ51) PARMAKSIZ SALİH52) NAMIK KEMÂL53) HÜCUM VE POLEMİK54) ABDÜLHAMÎD HAN55) SİYAH PELERİNLİ ADAM56) AHŞAP KONAK57) PÜF NOKTASI58) YENİÇERİ59) REŞAHAT60) BAŞMAKÂLELERİM 161) BAŞMAKÂLELERİM 262) BAŞMAKÂLELERİM 363) MEKTÛBAT64) GÖNÜL NİMETLERİ65) EDEBİYAT MAHKEMELERİ66) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 167) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 268) HÂDİSELERİN MUHASEBESİ 369) RAPOR 1-270) RAPOR 3-471) RAPOR 5-672) RAPOR 7-873) RAPOR 9-1074) RAPOR 11-1375) SAVAŞ YAZILARI 176) SAVAŞ YAZILARI 277) ÇERÇEVE 178) ÇERÇEVE 279) ÇERÇEVE 380) ÇERÇEVE 481) ÇERÇEVE 582) ÇERÇEVE 683) KÂTİBİM84) DEPREM (ÇİLE)85) VİLLA SEMER86) VATAN ŞAİRİ NAMIK KEMÂL87) CANIM İSTANBUL88) UFUK ÇİZGİSİ89) EN KÖTÜ PATRON90) VATAN DOSTU SULTAN VAHİDÜDDİN91) TİYATRO VE TESİRİ
DERLEME DİZİSİ
1) İSTANBULA HASRET2) YAHUDİLİK - MASONLUK - DÖNMELİK3) DİNİNİZİ ÖĞRENİNİZ4) VESİKALAR KONUŞUYOR5) NASREDDİN HOCA6) BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ7) BÜYÜK DOĞU CEMİYETİ