Bismillahirrahmanirrahim
Kardeşlerim,
Şu an okumakta olduğunuz bu yazıyı yazıp yazmama hususunda kendimle uzun bir süre mücadele ettim. Tarihe not düşmek ve vicdani sorumluluğumu yerine getirmek adına nihayet yazmaya karar verdim.
Bu yazıyı kaleme alan ben, 15 yıllık Ak Parti iktidarından ve nimetlerinden hiçbir şekilde nemalanmamış, ne mevki ne makam sahibi birisiyim. Ve bundan sonra da hiçbir beklentim yoktur. Bugün ki Ak Parti iktidarının en üstten en alta kadar çeşitli kademelerinde görev almış, pek çok insanın 70 li yıllarda içinde yer aldığı Akıncılar Hareketinin yeniden ve yenilenerek hayata geçmesi için çaba sarf etmiş, yol arkadaşları tarafından bu hareketin onursal başkanlığı yükü omzuma yüklenmiştir.
Türkiye İslami Hareketi’nin yüz akı olan Fatih Akıncıları’nın geçmişte ve bugünde sorumluluk üstlenerek, Türkiye İslami Hareketi’ne katkıda bulunmaktan başka hiçbir derdi ve hedefi olmamıştır.
2009 yılında yeniden harekete geçen Fatih Akıncıları, aktif olarak siyasi ve toplumsal hayatın içinde olmasına rağmen, Ak Partili yöneticiler tarafından yok sayılmış, hiçbir STK toplantısı veya istişareye bugüne kadar çağırılmamıştır.
Akıncılar Hareketi’nin içinden çıkmış pek çok Ak Partili üst düzey yönetici olmasına rağmen nezaketen de olsa derneğimiz ziyaret edilmemiştir. Kısacası Ak Parti ile ne göbek bağımız ne de kurumsal ilişkimiz olmuştur. Bugüne kadar ortaya koyduğumuz tavır ve söylemle Ak Parti iktidarının ne şakşakçısı ne de düşmanı olduk. Doğru iş yaptıklarında takdirlerimizi, yanlış yaptıklarında da eleştirimizi eylem ve söylemlerimizle ifade ettik.
Eski dava ve mücadele arkadaşımız Tayyip Bey’le yan yana gelmememiz ve kendimizi ifade etmemizin önüne geçilmesi için kimi Ak Partililer ve Etrafını kuşatan yalakalar tarafından ne kadar çaba sarf edildiğinin de farkındayız. Ne yazık ki yaşadığımız zaman diliminde iki yüzlülük, yalancılık, yalakalık, goygoyculuk etrafımızı kuşatmış durumda. Tüm bu kuşatılmışlık içerisinde dürüst olmak, ilkeli olmak, yaptığını Allah için yapmak bu kesimler tarafından sizin aptallığınızın göstergesi olarak değerlendirilir ve hiçbir kıymeti harbiyesi de yoktur.
Bunun pek çok örneğini verebilirim. 80 öncesi ve 12 Eylül Askeri Darbesi sırasında İslami kimliğinden dolayı her türlü çileyi çekmiş ve bedel ödemiş kimi insanlar bir köşede sessiz ve unutulmuş durumdayken bu dönemde suya sabuna dokunmayan bazı zevatın bu dönemleri anlatan konferanslarına, makalelerine şahitlik ettik. Yine 28 Şubat sürecinin tüm acılarını, sıkıntılarını yaşayanlar da ne yazık ki aynı kaderi paylaştı. Kimi belediyelerin ve STK’ların 28 Şubat konulu konferanslarında o dönem karakol yüzü dahi görmeyen hatiplerin çekilen çileleri ballandıra ballandıra, kendileri yaşamış gibi anlattıklarına şahitlik ettik.
15 Temmuz’da evlerinden dışarı çıkmayan, ‘’Acaba ne olacak?’’ endişesiyle TV’lerden haber almaya çalışan kimi zevatınsa 2. Gün arabalarına binip bayraklarla Dombıra çalarak dolaştıklarına şahitlik ettik. Bakkalımız, manavımız, simitçimiz, işçimiz, memurumuz hatta köylümüz sokaktayken direniş alanlarında göremediğimiz kimi STK’ların ve cemaatlerin önde gelen isimlerinin 15 Temmuz Direnişi konferanslarında nasıl tankları ele geçirdiklerini anlatan söylemlerine şahitlik ettik. Kısacası yalancılığın, iki yüzlülüğün, kağıttan kahramanların prim yaptığı bir zaman diliminde yaşamanın dayanılmaz hafifliğini hissediyoruz. Böylesi bir zamanda doğru söylemenin dokuz köyden kovulmamıza sebep olacağını bile bile hareket etmemizin gerektiğinin de farkındayız.
Bu yazının konusu “Anayasa Değişikliği Referandumu”. İslami Analiz takipçilerinin büyük çoğunluğu şahsımı tanır. Tanımayanlar da önyargıyla okumasınlar diye asıl konuya girmeden altının çizilmesi, bilgilendirilmesi gereken hususlar var diye düşünüyorum.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne kadar asla bağımsız olmamış ve özgürleşmemiştir. Sürekli küresel güçlerin kontrol ve balans ayarlarına muhatap olmuştur. Bu balans ayarları sürekli asker eliyle gerçekleşmiş TSK kullanılmıştır. İstiklal Mahkemeleri ile başlayan bu süreç 60 İhtilali, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat süreci ve nihayet 15 Temmuz Darbe girişimi ile sürdürülmüştür. Askeri okullar ve bu okullarda verilen eğitim buna göre ayarlanmış ve dizayn edilmiştir.
Küresel güçler ne zaman ihtiyaç duymuşlarsa bu gücü harekete geçirerek kurdukları sistemi ve düzeni baskı ve zulümle ayakta tutmayı başarmışlardır. 90 küsür yıldır, ülkemiz askeri vesayet altında yaşamaya ve küresel güçlere boyun eğmeye mahkum edilmiştir.
Günümüzün kafeterya Müslümanları, salonların protokollerin concon ları ve solcuları pek bilmezler ama askeri vesayet bu millete ağır bedeller ödetmiştir.
Bugün olup bitenleri doğru anlamak ve doğru tavır ortaya koyabilmek için bu süreçleri iyi bilmek gerekir. Yaşım itibarı ile 12 Mart Muhtırası ve 60 İhtilalini yaşamadım. 12 Eylül Darbesi ve 28 Şubat sürecinden ise İslami Kimliğimden dolayı bu zulümlerden çokça nasibimi aldım. 12 Eylül’de 5 yıl 2 ay 10 gün, 28 Şubat sürecinde idamla yargılandım ve 5 yıl cezaevinde kaldım.
80’li yılları yaşamış ve 12 Eylül işkencelerinden geçmiş biri olarak bu vesayet süreçlerinin ekonomik ve siyasi travmalarının yanında insanlık dışı işkence ve hukuksuzluklarından bahsetmeden anlaşılabileceği kanaatinde değilim.
Çok hoşumuza gitmese de böylesi dönemlerde neler oldu, neler yaşandı bir hatırlayalım.
12 Eylül döneminden başlarsak, Askeri Sıkı yönetim mahkemeleri kurulmuştur. En az 15 gün Polis’te, 15 gün askeri gözetimde tutulursunuz. Hakkınızda herhangi bir suçlama olması gerekmez. Bir asker ya da Polis’in hoşuna gitmeyen bir davranışınız bile bu sürecin başlaması için yeterli bir sebeptir. Bir örnek; 80 İhtilali sonrası cezaevinde bulunduğum dönemde bir gün üstünde pijamayla birini getirdiler. Geçmiş olsun faslından sonra ne olduğunu sorduk. Başına gelenleri anlattı. Sıkı yönetim uygulamasının sokağa çıkma yasağı saatlerinde hanımı ile evinin balkonunda çay içerken oradan geçen devriye gezen askerler “İçeri girin!” diye ikaz etmişler. Bu vatandaş da “Ben zaten sokakta değilim evimin balkonundayım.” deyince eve baskın yapıp adamcağızı göz altına almışlar. 30 günlük gözetimden sonra sıkı yönetim kanunlarına muhalefetten tutuklayıp cezaevine göndermişler. Hatırladığım kadarı ile 6 aydan fazla bir süre geçmesine rağmen mahkemeye dahi çıkartılmadı.
İşkencelere gelince, ister Polis’te olsun ister askerde kaba dayak, falaka, ayaklarınızın altı kan toplayıp şişinceye kadar vurulur. Sonra jiletle kesilerek toplanan kan boşaltılır ve yere tuz dökülmüş bir alanda dolaştırılırsınız. Filistin askısı dediğimiz askıya alınır, acıdan bayılıncaya kadar bekletilirsiniz. Soğuk su altında bekletilir daha sonra vücudunuzun çeşitli yerlerine elektrik verilir. Ananız, bacınız, eşiniz, karşınıza getirilir, çırılçıplak soyulur ve tecavüzle tehdit edilir. Jop ve şişe ile tecavüze uğramamışsanız, şanslısınız demektir. Olmadı gözleriniz bağlanır, bir ormana ya da köprü üstüne götürülürsünüz. Öldürüleceğiniz söylenir, kafanıza silah dayanır, kulağınızın dibinde ateş edilir ( Öldürülüp bırakılanlar da olmuştur.). bu şekilde kulağının zarı patlayan pek çok insan tanıdım. İşkenceler tutuklanınca da bitmez. Disiplinsizliğiniz bahane edilerek hücreye atılırsınız. Her nöbet değişiminde dayak mangasının saldırısına uğrarsınız. 12 Eylül Döneminde cezaevlerinde hücrelere atılarak öldürülen 300’den fazla insan var. Kayıtlara faili meçhul olarak geçmiştir. Bütün bu anlattıklarımı herhangi bir solcunun hatıra kitabından okuduğumu zannetmeyin. Bizzat yaşayarak öğrendim.
28 Şubat sürecinde ise Umut Operasyonu’nda göz altına alınarak Terörle Mücadele Şubesinde 8 gün boyunca yukarıda anlattığım işkencelerden fazlası profesyonel işkenceciler tarafından üzerimde uygulandı. Bütün bunları yaşamamın tek bir sebebi vardı; İslami kimliğim.
Suçlu olmanız, herhangi bir suç işlemeniz gerekmez. Eğer sisteme muhalif bir duruşunuz varsa başınıza gelecek bunlardır. 28 Şubat sürecinde Tevhid-Selam gibi uydurma örgütlerle nice Müslüman’ın canı yakılmış, halen 20-25 yıldır cezaevlerinde çile dolduran kardeşlerimiz var.
Kısacası kardeşlerim, askeri vesayet hukuksuzluk demektir, zulüm demektir, küresel güçlere boyun eğmek demektir.
Önümüzde bir referandum süreci var. 18 maddelik Anayasa değişikliği halkın oyuna sunulacak. Ya kabul edilecek ya da reddedilecek. Toplum “Evetçiler” ve “Hayırcılar” olarak bölünmüş durumda. Kimilerinin bu değişiklikleri hiç okumadan ya da anlamadan evet ya da hayır pozisyonu aldıklarını üzülerek müşahade ediyoruz. İslami Camiada’da bir kafa karışıklığı olduğu ortada. Hatta bu mesele bir itikadi boyuta çekilip kendisi gibi düşünmeyenleri din dışı görmeye kadar vardırılmıştır.
Ne yazık ki, her konuda olduğu gibi Müslümanlar olarak yapmamız gerekenleri değil de yapmamamız gerekenleri yapıyoruz. Söz konusu değişiklikler halkımız ve vatanımız için önemlidir. Konuşmamız, tartışmamız ve karar vermemizi gerektiren bir durum arz etmektedir. Hiçbirimiz bizi ilgilendirmiyor diyemeyiz. Yaşadığımız coğrafyanın ve vatanımızın geleceği söz konusudur.
Hepimizin bildiği gibi ülkemiz iki yıla yakın bir zamandır olağanüstü bir hal yaşamaktadır. Bugün geldiğimiz noktada Anayasa değişikliğini Ak Parti iktidarının yaptığı yanlışlıklar ve hatalarla birleştirerek değerlendirme lüksümüz olmadığı kanaatindeyim. Neden böyle düşündüğümü siz kardeşlerimle bütün bir açıklığıyla paylaşmak isterim. Özellikle sosyal medyada kendilerini yakından tanıdığım kimi kardeşlerimiz Ak Parti’nin küresel bir proje olduğunu, yolsuzlukları, Ortadoğu ve Dış Politikadaki yanlışlıkları dile getirerek Anayasa Değişikliğine hayır denmesi gerektiği yönünde görüşler beyan etmektedirler.
Kanaatimce bu kardeşlerimiz fotoğrafın bir tarafına bakarak hareket ediyorlar. Oysa fotoğrafın tamamını görmek gibi bir zorunluluğumuz var. Öncelikle bir Müslüman olarak tavrımız duygusallıktan uzak ilkesel olmalıdır. Bu Anayasa değişikliklerini tek tek inceleyerek bu değişikliklere kimlerin hangi saiklerle karşı çıktığını ya da desteklediğini görerek, İslam’ın ve Müslümanların maslahatı doğrultusunda karar vermemizi gerektirir.
Şahsım adına bu gözle baktığımda neler gördüğümü siz kardeşlerimle paylaşırsam;
* Bu Anayasa değişikliğinde 90 küsur yıldır küresel güçlere hizmet eden ve yukarıda ayrıntılarından bahsettiğim askeri vesayetin sona erdirilmesi konusunda ciddi bir çaba görüyorum. ( MGK’dan, HSYK’dan, Anayasa Mahkemesinden, Askerin yetkisinin azaltılması veya tamamen kaldırılması gibi.)
* Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa küresel güçlerin müdahalesi ve isteği dışında bir Anayasa değişikliği öngörüldüğünü düşünüyorum.
* 12 Eylül Anayasasının en temel ilkelerinin çökertildiğini görüyorum.
* Sayın Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti içindeki ve etrafını kuşatan hainlere rağmen bir şey yapamayacağını anladığını ve bunların temizlenebilmesi için yetki istediğini görüyorum.
* 12 Eylül Anayasasındaki Kenan Evren’in kendisi için yerleştirdiği en önemli maddelerin olumlu yönde değiştirildiğini düşünüyor, şu andaki Cumhurbaşkanı icradan sorumlu olmadığı halde icranın başı gibi yetkilerle donatılmışken bu değişiklikle Cumhurbaşkanını hem yetkili hem sorumlu olacağını görüyorum.
* Anayasanın 9. Maddesine bağımsız ibaresinden sonra “ Tarafsız” ibaresinin konulmasını tam bağımsız olma yolunda bir adım olarak görüyorum.
Bakınız:
Madde 105 : Cumhurbaşkanı hakkında bir suç işlediği iddaasıyla TBMM üye sayısının salt çoğunluğunun vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir…….
TBMM üye tam sayısının 2/3 ‘sinin gizli oyuyla Yüce Divan’a sevk kararı alabilir………
Hakkında soruşturma açılması karar verilen Cumhurbaşkanı seçim kararı alamaz……
Yüce Divan’da seçilmeye engel bir suçtan mahkum edilen Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erer.
Madde 106 : ………… Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında görevleriyle ilgili suç işledikleri iddaasıyla TBMM üye tam sayısının salt çoğunluğunun vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir……
TBMM üye tam sayısının 2/3’sinin gizli oyuyla Yüce Divan’a sevk kararı alabilir………..
Yüce Divan’da seçilmeye engel bir suçtan mahkum edilen Cumhurbaşkanı yardımcısının veya bakanın görevi sona erer.
Madde 13: ………… Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulamaz. Ancak savaş halinde asker kişilerin görevleriyle ilgili işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabilir.
Madde 16 : …………. A) Sıkı yönetim…….. Yüksek Askeri Şuranın kararları yargı denetimi dışındadır………
Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi…………. Jandarma Genel Komutanı………….. metinlerden çıkarılmıştır.
B) ……….. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanlarından ibaresi, Genel Kurmay Başkanı Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlarından…………. şeklinde değiştirilmiştir.
C) 108. Maddesinin 1. Fıkrasında ………….. Silahlı Kuvvetler ibaresi madde metninden çıkarılmış
D) 146. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan ………….. bir üyeyi Askeri Yargıtay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ……… ibaresi ile 4. Fıkrasında yer alan Askeri Yargıtay Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ibareleri madde metninden çıkarılmıştır.
Geçici Madde 21 : ………………. E) Bu kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdaresi ve Askeri Mahkemeler kaldırılmıştır.
Madde 116 : TBMM üye tam sayısının 3/5 ‘ü çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verilebilir. Bu halde TBMM Genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.
Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde TBMM seçimi ile Cumhurbaşkanı seçimi birlikte yapılır.
Söz konusu bu değişikliklere statükocuların, Kemalistlerin, kafeterya solcularının, homoseksüellerin, liboşların, küresel güçlerin kurduğu beslediği kimi örgütlerin karşı çıkmasını anlayabiliyorum. Ama İslami çevrelerden özgürlükçü, devrimci ve değişimden yana bildiğimiz, tanıdığımız kardeşlerin de şiddetle karşı çıkmalarını; CHP, HDP, Kemalistlerin ve statükocuların ağzı bir üslup kullanmalarını anlamakta zorlandığımı ve yadırgadığımı ifade etmek isterim. Bu kardeşlerimizden “bu maddeler yetmez, 12 Eylül Darbe Anayasasının tamamının halkımızın talepleri doğrultusunda değişmesi gerekir.” sesini yükseltmelerini beklerdim.
Fotoğrafın bir başka yönü, son 2 yıldır özellikle Amerika ve Avrupa basınını takip edenler bilirler. Ak Parti değil, Tayyip Erdoğan hedefe konmuştur. Ak Parti’nin doğru bir seçim olduğu ama Tayyip Erdoğan’ın tehlikeli ve güvenilmez olduğunu açıkça dile getiren makaleler yazılmış, açıklamalar yapılmıştır. Tayyip Erdoğan’a yönelik bitirme operasyonları düzenlenmiştir. Ayrıntılarına girmeden özetle Ak Parti içinden ve mezhepçi kliklerin de desteği alınarak bir operasyona kalkışılmış ve başarılı olunamamıştır. Ardından FETÖ devreye sokulmuş ve nihayet 15 Temmuz’da Askeri Darbe planlanmıştır. Bu da başarılı olamayınca ekonomik, siyasi, zaman zaman (Suriye’de olduğu gibi) askeri kuşatmalarla Tayyip Erdoğan diz çökmeye, teslim olmaya zorlanmıştır.
Küresel güçler ve Siyonistler, One Minute ve İran’la Dolar by pass edilerek yapılan ticari anlaşmanın intikamını almak isterken, üstüne üstlük Suriye’de keskin bir politika değişikliği ile Türkiye, Rusya, İran ekseninde Amerika ve NATO devre dışı bırakılmıştır. Bu da yetmezmiş gibi 90 yıldır kontrol altında tuttukları Türkiye’de onların onayı alınmadan Anayasa değişikliğine start verilmiştir.
Bu fotoğraf karşısında Amerika sakin gözükse de diplomatik bir dille tehditlerini sürdürmüş ( CIA Başkanını, Genel Kurmay Başkanını ve Dışişleri Bakanını Türkiye’ye göndererek), Avrupa ise çileden çıkmış, adeta kudurmuştur.
Ben onları da anlayabiliyorum. Türkiye onlar için stratejik önemi olan ve el altında tutulması gereken önemli bir ülke. Ama Tayyip Erdoğan olmasa…
Bazı kardeşler buraya kadar okuduklarında şunları söyleyeceklerdir; One Minute’tan sonra ne oldu? İsrail’le anlaşmalar devam etti. Mavi Marmara davası düşürüldü. 15 Temmuz Darbe girişiminin ardında Amerika ve Nato’nun olduğu bilindiği halde halen görüşmeler ve bir takım işbirlikleri devam ediyor vs. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu..
Bunlara ek olarak Ak Parti’nin 15 yıllık iktidarında FETÖ yapılanmasını, Dış Politika hatalarını, parti içindeki hainlere göz yumulmasını vs. tüm olumsuzlukları tek tek sıralayabiliriz.
Fotoğrafa bir de öbür taraftan bakalım; kanaatimce, 15 Temmuz’dan sonra Tayyip Bey’in tüm bu yanlışlıkları gördüğünü, etrafının kuşatıldığının farkına vardığını, olağanüstü hal yaşandığını ve bu halin gereği olarak acilen Anayasanın bazı maddelerinin değişikliğine start verdiğini, 90 yıldır vesayet altında bir NATO ülkesi olan Türkiye’den kimsenin kolay kolay vazgeçmeyeciğinin farkında olduğunu,Kendisinin hedef tahtasına konulduğunu ve üstünün çizildiğini, tüm bunlara karşı koymak için zamana, kadroya ve yetkiye ihtiyacı olduğunu, zaman kazanmaya yönelik dışarıdan baktığınızda “tutarsızlık” olarak görebileceğiniz davranışlar sergilediğini ve stratejik ataklar gerçekleştirmeye çalıştığını düşünüyorum. ( MHP ile yakınlaşma gibi ) TSK ve Emniyetin durumu ortada. Parti içi hainler ve mezhepçi klikler iş başında ve saf bağlamış durumda. Suriye üzerinden özellikle Şii ve İran düşmanlığı pompalayarak mahalle baskısı kurup Türkiye’nin İran ve Rusya’ya yakınlaşıp NATO’dan uzaklaşmasının önü kesilmeye çalışılmakta. Fotoğrafın öbür tarafında ise böyle bir Tayyip Erdoğan var.
Soru şu:
Şimdi ne yapmalıyız? Nerede durmalıyız?
Küresel güçlerin statükocuların, Kemalist solcuların, liboşların, parti içindeki hainlerin, Fetö’nün ,mezhepçi kliklerin karşısında durduğu Tayyip Erdoğan’ın yanında mı duracağız? Ya da bu saydığımız koalisyonun içinde mi yer alacağız?
Önümüzdeki bu referandum aslında bu karşılaşmanın son raundu gibi duruyor. Ya Tayyip Erdoğan kazanacak ya küresel güçler…
Küçük bir hatırlatma: Suriye’de tüm karartmalara, manipülasyonlara, olumsuzluklara rağmen bizim mahallenin ilkesel duruşu ve tavrının ne kadar haklı olduğu zaman içerisinde ortaya çıktı. Bu durumla ne kadar övünsek yeridir. Şimdi aynı ilkelerle Tayyip Erdoğan’ın yanında durmamız gerekmez mi?
İki Anektot
Birincisi : Eski tüfek solcular, ( günümüzün kafeterya solcuları değil) zamanında birbirimize kurşun attığımız, bedel ödemiş, 12 Eylül Travmasını yaşamış, gerçek devrimci arkadaşlardan bazıları ile görüşüyoruz. Onlar bu referandumda evet diyeceklerini ifade ediyorlar. Gerekçeleri “ 12 Eylül’ü biz yaşadık. Hiçbir Anayasa, Darbe Anayasası kadar kötü olamaz. Ak Parti’nin yanlışlarını görmüyor değiliz ama bu emperyalist bir saldırıdır. Karşısında durmalıyız.”
İkincisi : Yurt dışından gelen pek çok Müslüman kardeşimizin de ifade ettiği bir şey ; Gürcistan’da yaşayan bir Çeçen kardeşimiz ki Suriye’ye savaşmaya giden Çeçenlere “ Müslüman kardeşlerinizi öldürerek cihat yapamazsınız” diyen birisidir. “Siz dünyadan Türkiye’nin nasıl görüldüğünü anlamıyorsunuz. Türkiye her Müslüman’ın sığınacağı 2. Evi gibi. Ve Tayyip Erdoğan bizim umudumuz. Türkiye Müslümanları olarak ona sahip çıkmalısınız. “ diyor.
Son söz
Bugüne kadar hiçbir güce ya da iktidara sırtımızı dayamadan devrimci kimliğimizle, ilkelerimizle, İslami Harekete katkıda bulunmaya çalıştık. Bundan böyle de böyle olmaya devam edecek inşallah.
Bu referandumda vicdanının sesine uyarak “Evet” diyen de “Hayır” diyen de sandığa hiç gitmeyen de , eğer Müslümansa bizim kardeşimizdir ve kardeşimiz olarak kalacaktır…
Vesselam…