Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu'nun 7. padişahı ve İstanbul'un fatihidir. 1432 yılında Edirne'de doğan Fatih Sultan Mehmet, 1451 yılında tahta çıktıktan sonra önemli başarılara imza attı. İşte Fatih Sultan Mehmet hakkında bazı önemli bilgiler:
Başarıları:
- İstanbul'un Fethi (1453): Fatih Sultan Mehmet'in en önemli başarısı kuşkusuz İstanbul'un fethidir. 29 Mayıs 1453'te gerçekleşen fetih, Osmanlı İmparatorluğu'nu güçlendirdi ve Doğu Roma İmparatorluğu'nu sona erdirdi.
- Devletin Güçlenmesi: Fatih, güçlü bir ordu ve donanma kurarak devletin askeri gücünü arttırdı. Ayrıca, merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimsedi.
- İlim ve Kültür: Fatih, döneminde ilim ve kültüre önem verdi. Kütüphaneler kurdurarak çeviri çalışmalarını destekledi.
Ölümü:
Fatih Sultan Mehmet, 1481 yılında 49 yaşındayken vefat etti. Ölüm nedeni olarak tarihçiler arasında iki farklı görüş öne sürülmektedir:
- Gut Hastalığı: Çoğunluk görüşe göre Fatih Sultan Mehmet, gut hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Gut, eklem ağrılarına neden olan bir romatizma hastalığıdır.
- Zehirlenme: Bazı tarihçiler ise Fatih Sultan Mehmet'in zehirlenerek öldürüldüğünü iddia etmektedir. Ancak bu iddiayı destekleyen kesin bir delil bulunmamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet'in Ölümüyle İlgili Tartışmalar:
Fatih Sultan Mehmet'in ölümüyle ilgili gizem hala çözülmüş değildir. Gut hastalığı ve zehirlenme tezleri arasında kesin bir sonuca varmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Mirası:
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş dönemini başlatan önemli bir padişahtır. İstanbul'un fethi ile imparatorluğun merkezi konumunu güçlendirmiş ve ilim ve kültür alanında da önemli adımlar atmıştır. Fatih Sultan Mehmet'in mirası, günümüz Türkiye'si ve dünya tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.
Sultanın defni temsili Fatih Sultan Mehmet 3 Mayıs 1481 yılında Memlukler üzerine sefere çıktığı bir sırada bugün Gebze tarafında bulunan Tekfur Sarayı civarında hayatını kaybetti. Öldüğünde daha 51 yaşındaydı. Padişahın naaşı gizlice İstanbul'a gönderildi. Fatih'in dehası ve eğitimi İkinci Murat Han'ın Türk eşi Hüma Sultan'dan dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, her zaman özel bir çocuk olmuştu. Sahip olduğu eğitim ve kişisel kabiliyetleri dikkate alındığınızda denilebilir ki Osmanlı Sultanları içerisinde hiçbir padişah onun ilminin zirvelerine yetişememiştir. Genç şehzade zengin birikimine rağmen dehasının bir yansıması olsa gerek eğitiminin ilk devresinde büyük zorluklar yaşamıştı. Hocalarının bütün gayretlerine rağmen Şehzade Mehmet okumayı dahi sökemiyor ve herhangi bir ilerleme kaydedemiyordu. Fatih'in zihin dünyasında harikalar yaratacak Molla Gürani'nin Hocalık sürecini Süheyl Ünver, "İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han" isimli çalışmasında şöyle anlatır; Bursa'da Çelebi Sultan Mehmet'in yaptırdığı Yeşil 'Sultaniye, medresesinde müderris olan Molla Yegân 'Mehmed bin Armağan, bir sene Hacca gider. Dönüşte mu'tâd veçhile İlmî temaslarda bulunmak gayesiyle Mısıra uğrar. Orada tahsilini henüz bitiren genç ve kuvvetli âlim Molla Gürâni ile tanışır. Bu olgun ve ciddî âlimi pek beğenir, beraberce Anadolu'ya "Rum'a, yani Türkiye'ye gitmeği teklif eder. Molla Gûrâni bu arzuyu kabul eder. Beraberce Bursa'ya gelirler. Molla Yegân usulen İkinci Sultan Murad'ı ziyarete gider. Molla Gûrâni de beraberdir. Lâkın yanına girmez, dışarda kalır. Padişah bu ziyarete memnun olur. Bana Hacdan ne hediye getirdin diye sorar. O da kapının arkasında hazır duran Molla Gûrâni'yi içeri alarak takdim eder. Molla ile görüşürler. Pâdişâh onu pek beğenir. Ciddiyet ve ilmine hayran kalır. Söz Mehmed Çelebi'ye intikal edince daha henüz Kur'anı bile sökemediğinden üzüntü ile bahsederek onu hoca olarak intihâb eder, Bu ciddi ve okumayanlara karşı asla müsamahası olmayan Molla Gûranî genç şehzadenin ilk dersinde yanma sopa ile girer.Mehmed Çelebinin yeni Hocasının sopa ile yanma girmesi tuhafına gider ve tecessüsle bunun neye yarayacağını sorar. Molla Gûrâni kesin olarak şu cevabı vermiştir;
Eğer okumakta tekâsül gösterirseniz Pâdişâh babanızın emriyle bunu istimâle mecbur kalacağım.
Bu rivayete göre Gürani'nin Fatih üzerindeki en önemli etkisi genç şehzadenin dehasını ortaya çıkartması olmuştu. Namık Kemal, bu zekânın ortaya çıkarılması sürecini 'avcı elinden kaçamayan bir yavru aslanın' terbiyeye razı olması olarak değerlendirir: Avcı elinde muztar kalmış aslan yavrusu gibi bir şeye muktedir olamayarak çaresiz derse başlamış, fakat nefsince bir eziyet bildiği tahsili ilerlemiş, fıtratında gizli istidat inkişafı lezzet ve haz duymuştur. (Namık Kemal – Evrak-ı Perişan)
Molla Gürani'nin genç şehzadeye verdiği eğitim ondaki öğrenme arzusunu büyük bir açlığa dönüştürmüştü. Molla Hocazâde, Molla Hatipzâde, Molla Hasan Samsunî, Sinan Hocapaşa, Molla Abdülkadir Hamidi ve Molla Ahmed gibi isimler Şehzade Mehmet'in ilim havuzunu doldurmak üzere birbiriyle yarışıyorlardı. Fatih'in ilme olan tutkusunu Süheyl Ünver ilginç bir anekdotla şöyle aktarır: Fatih esasen İlmî tecessüse malikti. Her şeyi öğrenmek isterdi. Hıristiyanlık esasını ve afaroz edilenlerin Ölüsü, gömülünce çürüyüp çürümediklerini Patrik ve Hıristiyan âlimlerinden sordu Konya'dan Edirne'ye gelen Hekim. Beşir Çelebi ile konuştu. Bu Beşir Çelebi Risalesinde yazılıdır. O sÖylenilen her şeye tecrübesiz inanmazdı. Bu da aldığı müspet ilim terbiyesinin iktizası idi. Beşir Çelebinin bir rivayetini toprağı kazdırarak teşvik etti. Afaroz edilenler den birisinin mezarını açtırarak yapılan iddiaya tevsik ettirmeden inanmadı. Bunlar hep Fatihte ilmî zihniyetin mevcut olduğunu gösterir birer misaldi. (Süheyl Ünver - İlim ve Sanat
Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han)
Fatih'in hoşgörü yönetimi ve liderlik vasfı Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettikten sonra tarihte eşine az rastlanır bir hoş görü yönetimi kurmuştu. Mısır'dan Kürdistan'dan, İran'dan ve Avrupa'dan birçok ilim insanı Fatih'in ricası ve davetiyle İstanbul yolunu tutmuştu. Yalnızca Müslüman sanatkâr ve ilim erbabları değil, yabancı sanatkâr ve bilim insanları da bu devirde büyük itibar görüyordu. Örneğin; İstanbul fethedildikten sonra Bizanslı sanatçı Ciovanni Kirisolora'nın kayınvalidesi ve kızı esir pazarına düşmüştü. Kirisolora, son çare olarak bir mektupla durumu Fatih Sultan Mehmet'e bildirdi. Fatih konuyu öğrenir öğrenmez Kirisolora'nın kayınvalidesi ve kızını kurtararak kendisine teslim etti. Ayrıca Kirisolora'ya isterse faaliyetlerine İstanbul'da özgürce devam edebileceğini bildirdi. Fatih'in ilmi konulardaki hoşgörüsü şahsi kütüphanesine de yansımıştı. Dünyanın dört bir ucundaki değerli çalışmaları temin edip Osmanlı'nın ilmi birikimine kazandıran Fatih, zengin bir kütüphane kurmuştu. Anjiyolulu, meşhur Osmanlı tarihi çalışmasında bu zengin kütüphaneyi şöyle tarif ediyordu: O, buraya binlerce cilt eser toplamış ve tefsire ait olan kitapları da kurdurmuş olduğu diğer camilerin her birine paylaştırmıştı. Bu eserlerin büyük bir kısmı yazarlarının kendi el yazıları ile yazılmış olup söz konusu camilerin her birinde görevli memur ve muallimlere birer kaynak olma özelliği taşıyorlardı. Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmet, 1481 yılının 3 Mayıs'ında vefat etti. Fakat bu ölüm, ardından pek çok sır bıraktı. Tarihçilerin büyük çoğunluğuna göre Fatih'in ölüm nedeni gut hastalığıydı. Ancak Alman bir tarihçinin ortaya attığı 'Zehirlendi' iddiası epey taraftar buldu. Peki kim haklı? Gerçekte ne oldu? Fatih Sultan Mehmet neden ve nasıl öldü? Fatih Sultan Mehmet, 26 Nisan 1481 günü sefere çıkmak üzere yola çıktı ama kronik hastalığı gut (Kral ya da mareşal hastalığı olarak da bilinen gut; şiddetli bir romatizma hastalığıdır, eklemlerde iltihaba ve yoğun ağrıya neden olur) nüksetti. Gebze'ye götürüldü. Sancıları dayanılmaz boyuta gelen, tedaviye de cevap vermeyen Sultan Fatih, 3 Mayıs Perşembe günü saat 16.00 sularında ruhunu teslim etti. BİTKİSEL İLAÇ KULLANILDI O dönem tutulan yerli ve yabancı pek çok belgeye göre Fatih'in ölüm nedeni kayıtlara gut hastalığı olarak geçti. Ne var ki Osmanlı tarihi konusunda çalışmalarıyla ünlü Alman tarihçi Franz Babinger, yabancı arşivlerde bulduğu bazı belgelere dayanarak Fatih'in zehirlenmiş olduğu iddiasını ortaya attı. Aynı belgelerde Fatih için düşmanları tarafından 12 ile 15 kez suikast girişimi düzenlendiği ve son girişimde de Fatih'e bitkisel bir ilacın verildiği ve bu ilacın padişahın bağırsaklarını tıkadığını belirtiyordu. Bu arada Fatih'i öldürmek için yapılan planlara dair belgelerde katil olarak Fatih'in hekimi (aslen Venedikli Yahudi dönmesi olan) sarayın baş doktoru Yakup Paşa işaret ediliyordu. SULTAN FATİH'İ ÖLDÜRMESİ KARŞILIĞINDA YÜKLÜ MİKTARDA PARA... Fatih'i öldürmesi karşılığında Yakup Paşa'ya yüklü miktarda ödeme yapıldığı söyleniyordu… Bu iddialar epey taraftar buldu. Yerli tarihçiler de bu tezin göz ardı edilemeyeceğini söyleyince büyük bir tartışma başladı. Tarihçi Ahmet Almaz, 'Fatih Sultan Mehmet Nasıl Öldürüldü?' adlı kitabında Fatih'e verilen zehrin formülünü "Fatih'i zehirleyen şurubun içeriğinde üç farklı bitkiyle (isimlerini de vermiştir) ve kargabüken ağacının tohumlarından elde edilen maddeyle üç tane etkili alkoloid kullanılmıştır" diyerek açıkladı.
BU İHTİMAL GÖZ ARDI EDİLMEMELİ Türk tarihini en iyi bilen isimlerden biri olan ve bu konuda otorite kabul edilen Prof. Halil İnalcık, kesin deliller olmadığı için zehirlenme tezinin ancak bir ihtimal olarak ileri sürülebileceğini; ancak yok da sayılamayacağını belirtti. Bu açıklama üzerine araştırmalar derinleştirildi, ölümle ilgili tezler ve antitezler arka arkaya sıralandı.
BATI KAYNAKLARI NE DİYOR?
Bu konuda en derin araştırmalardan birine Şehabeddin Tekindağ imza attı. Tekindağ, 'Fatih'in Ölüm Meselesi' başlıklı araştırmasında iddiaları tek tek sıraladı ve iddialarla diğer belgeleri mukayese etti. Tekindağ'a göre iddia tutarsızdı. Ünlü araştırmacı finalde şu hükmü veriyordu: "Doğu kaynaklarında Fatih'in zehirlendiğine dair bir ibareye rastlanmaz ve 'Eceliyle öldü' denir. Batı kaynaklarına gelince, Türkler'e esir düşen ve Osmanlı sarayında bulunan daha sonra kaleme aldığı eserinde padişahın iç hayatından bahseden Vicenzalı Gian-Maria Angiolello, yine İstanbul sarayında bulunan İtalyan müellif Theo; Fatih'in ölüm nedeni olarak ağır bir hastalığa tutulmasından bahsetmiş, zehirlenme hadisesinden asla söz etmemişlerdir. Öte yandan İstanbul'da bulunan Venedik Sefiri A. Grittinin raporlarında da zehirlenmeden hiç bahsedilmez." Şehabeddin Tekindağ'ın bu araştırmasını referans olarak kabul eden pek çok Türk tarihçi de bu yönde fikir beyan etti. Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil de 'Fatih Sultan Mehmet Han Zehinlendi mi' başlıklı yazısında zehirlenme iddiasına şiddetle karşı çıktı.
MEZAR AÇMA TEKLİFİ REDDEDİLDİ
Bitip tükenmeyen zehirlenme iddialarıyla ilgili 1964 yılında ilginç bir olay yaşandı. Topkapı Müzesi eski müdür muavini Elif Naci, Fatih Sultan Mehmet ve Genç Osman'ın mezarlarının açılarak, inceleme yapılmasını istedi. Elif Naci, bu amaçla Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık dilekçeyi Topkapı Müzesi Müdürlüğü'ne havale edip bir sakınca bulunup bulunmadığını sordu. Müze Müdürlüğü sakınca görmedi, hatta dönemin İstanbul Valisi Niyazi Akı da bu girişimi destekledi. Ancak o dönem Anıtlar Yüksek Kurulu, "Mezarların açılmasına zaruret yoktur" kararı verdi.
FATİH'İN MEZARI 2. ABDÜLHAMİD DÖNEMINDE AÇILDI
Tarihçi Murat Bardakçı, Fatih Sultan Mehmet'in mezarının başka bir Osmanlı Sultanı, ll. Abdülhamid tarafından açtırıldığını şöyle nakletmiştir: "Nisan yağmurları İstanbul'a 1800'lerin sonunda her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih tarafları göle dönmüş ve her tarafı su basmıştı. Selin hemen ertesi günü, Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece halkın rüyasına girmiş, 'Boğuluyorum, beni kurtarın' demiştir. Bunun üzerine Abdülhamid, iki paşayı görevlendirir. Paşalar, türbeye giderek mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, halkın gördüğü rüyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor vereceklerdir… Mehmed ve Şerif Paşalar, Fatih Camii'nin yanı başındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazarlar… Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Kapağı açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerinde lambalarıyla merdivenden iner ve daha derine uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran başka bir mekâna gelirler. Ortada musalla taşına benzeyen bir mermer, mermerin üzerinde de bir işlemeli ağaçtan bir tabut vardır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih'in mumyasını. Yüzü aynen, yaşadığı devirde çizilmiş resimlerindeki gibidir. Mumyanın başında dua eden paşalar tabutu kapatıp saraya döner, durumu Abdülhamid'e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih'in cenazesine zarar vermemiş olmasından memnuniyet duyar."
CENAZESİ GÜN 19 SONRA FATİH CAMİİ'NE DEFNEDİLDİ Fatih Sultan Mehmet'in ölümün ardından da ilginç olaylar yaşanmıştır. Tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Truva'nın İntikamı adlı kitabında olayı şöyle anlatmıştır: "Fatih'in hayatta iki oğlu vardı. 34 yaşındaki büyük oğlu Amasya'da, 23 yaşındaki küçük oğlu Konya'da vali idi. Veziriazam derhal iki şehzadeye de ulaklar göndererek babalarının vefat ettiğini ve acele İstanbul'a gelmeleri gerektiğini haber verdi. İstanbul'a erken gelen şehzade tahta çıkacaktı. Fatih'in cesedi vakit kaybettirilmeden Gebze'den İstanbul'a, Topkapı Sarayı'nda getirildi. Evlatları taht için birbirlerini yerken, Fatih'in cesedi adeta çürümeye terk edilmişti. Ceset tamamen çürümeden Baltacılar Kethüdası Kasım ve iki hekim elbiseleri soyduktan sonra iç organlarını çıkarttılar ve daha sonra cesedi ilaçlayarak kefenleyip, defnettiler. Şehzade Bayezid, padişah ilan edildikten hemen sonra, yani Fatih'in ölümünden 19 gün sonra, cenazeyi Fatih Sultan Mehmet kendi adına yaptırdığı camiinin avlusuna defnetti."