Maltepe Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Erva Nur ERDOĞAN Bitmeyen Mücadele ERBAKAN Kompozisyonu Dalında 3.oldu
Şahı Mat Etmek isimli Kompozisyon
ŞAHI MAT ETMEK Bir gün gelir.
'Hey' demenin sırasıdır dünyaya.
Bin uygarlık içinden 'BİR' adam çıkagelir.
Kırmak için iblisin dolambacını, küçülen dünyada. Bir cambaz ipiyle sallanıyordu ülkemiz. Sokakların düşmanlık doğurduğu, yumrukların öfkeyle sıkıldığı günlerdi. Meydanda savaş vardı. Bir bir enjekte ediliyordu karabasanlar. Uyuyor muyduk, uyutuluyor muyduk?
Geceleri şekerlerini arka ceplerine saklıyordu çocuklar. Önce askerler geldi, sonra dev tankları.
Birileri bürokratlığını ünlemli cümleleriyle kuşatıyordu. Fikir çatışması yasaktı. Bir türlü dışına çıkamıyorduk ünlemli cümlelerin. Etten duvarlar örülüyordu her geçen gün. Eve dönmüyordu çocuklar.
Ağızlar sahte demokrasiyi zikrediyordu. Sömürüyü soluyordu fabrika bacaları. Kirletiyordu gökyüzünü is kokan havalar.
Evvela Erbakan Hoca’yı anlamak burada zuhur etti. Uzunca bir aradan sonra samimiyet çekirdeğinin tohumunu onda bulduk. Bu politika değil siyasetti. Damarlarından geçen Allah’ın rızasına tabii olabilmekti, ülke için emekti
İnancın ve bağlılığın dimdik duruşuydu karşımızda olan. Zulme karşı ilk defa böylesine meydan okuyorduk. İç savaşı bitirmekti gayesi Erbakan'ın. Patlatmadan şehrin topunu, tüfeğini.
Vakit tamamdı. Koşup oynadığımız günler geri dönecekti. Düşen yutulmayacaktı. Ve meydanlar doldu.
-EYYY Millet! Ne zaman uyanacaksın?
Vaat edilen milletin selametiydi. Demokrasiyi Erbakan ile pekala yakalayabilmişitk. Silkeliyorduk üzerimize atılan toprakları. Gelecek günlerimizin tohumlarını atıyordu Erbakan. Boğuyorduk zulmü. Barışı yazıyorduk ağaç kabuklarına. Utancından küçülüveriyordu top ve tüfek. Sonradan çatlayacak bir tohumun türküsünü söylüyorduk.
Dirilişimiz başladı. Meydanlardan yükseliyordu zafer şarkılarımız. Vurulan prangalara karşı dimdik yılmadan çalışıyordu Erbakan. Bir bedende imanın yayılışını izliyorduk. Karanlığın şavkında bir bir yanıyordu meşaleler. Toprağa tohum eken çiftçinin yüzü gülüyordu. Güneşi doğuruyordu gök.
Biz Türkiye idik. Toprak bizdik. Köylü biz. Amcası hasta olduğundan gününü bir çift zeytinle geçiren kızdık . Doğuda onlarca metre karda bata çıka ilerleyen çocuklardık. Erbakan'dan öğrendik birliği. Tanımayı yaşlı zeytin ağaçlarını, Kudus’ü...
Batı’nın mührünü kırıyorduk. Kısık gözlerimiz açılıyordu yavaştan. Kan nasıl dolaşırsa damarlarda,, bir millet de böyle dolanıyordu avuçlarında dünyanın. Biz büyüdükçe üşüşmeler arttı. Geliyordu akbabalar ardı sıra kargalarıyla. Erbakanın attığı tohum yeşillendi. Göğe kaldırıyorduk şehadet parmaklarını. Ne önemi vardı mezhebin ya da ırkın. Sağın ya da solun. Mutlak olan milletin selametiydi.
Çağları susturacaktı Erbakan. Batı’da bir telaş. Nasıl sıyrılabiliyordu bir adam Rönesansın iplerinden, nasıl yırtıp atıyordu sağırlığı?
Gerildi ve koptu ipler. Şahın sıkıştığı andı satrançta. Üzerimize dikilen blokların sesi alçalıyordu.
İşte bir adam. Bir başına çıktı dünyanın karşısına. Doların birimi burada geçmiyordu. Eliyorduk sancılarımızı.
Ve Erbakan...
Lacivertin geceden koptuğu bir sabahta seslendi bizlere.
İnsan ümmet için çalışmalı. Gayesi Allah olanın yardımcısı da Allah'tır. Vakit artık şehre dağlardan bakma vakti değil.
Sokulduğu mağaralardan çıkarmak vakti insanlığı. İndirmek yarıya, yüksek yüksek duvarları.
Güçsüz zamanda güçlü kalmak, bu çok sesli kargaşada.
Duğümleri açılıyor ağızların.
Şimdi bir şubat sonu Türkiye. Soluyor caddeler, nehirler. Art arda, eklene eklene büyüyor sesler. Kafkasya, Anadolu, Ortadoğu...
Herşey bizim meselemiz oluyor. Gözlerimiz ışığa dönük. Sulara sabah karışıyor ve tarih Erbakan Hoca’yı fısıldıyor. Vatanı omuzlamış bir adam. Elimizle sımsıkı tutuyoruz millet sevgisini.
Artık yolların dikenini kopardık. Yeniden yazıldı künyesi Batı’nın. Şimdi yaz güvercinleri uçuşuyor. Geri geliyor yitirdiğimiz çağlar. Çöpe attık bir kutu uyku hapını. Kolunun altındayız vatanımızın. Sen rahat uyu hocam MİLLET UYANDI!
ŞAHI MAT ETMEK Bir gün gelir.
'Hey' demenin sırasıdır dünyaya.
Bin uygarlık içinden 'BİR' adam çıkagelir.
Kırmak için iblisin dolambacını, küçülen dünyada. Bir cambaz ipiyle sallanıyordu ülkemiz. Sokakların düşmanlık doğurduğu, yumrukların öfkeyle sıkıldığı günlerdi. Meydanda savaş vardı. Bir bir enjekte ediliyordu karabasanlar. Uyuyor muyduk, uyutuluyor muyduk?
Geceleri şekerlerini arka ceplerine saklıyordu çocuklar. Önce askerler geldi, sonra dev tankları.
Birileri bürokratlığını ünlemli cümleleriyle kuşatıyordu. Fikir çatışması yasaktı. Bir türlü dışına çıkamıyorduk ünlemli cümlelerin. Etten duvarlar örülüyordu her geçen gün. Eve dönmüyordu çocuklar.
Ağızlar sahte demokrasiyi zikrediyordu. Sömürüyü soluyordu fabrika bacaları. Kirletiyordu gökyüzünü is kokan havalar.
Evvela Erbakan Hoca’yı anlamak burada zuhur etti. Uzunca bir aradan sonra samimiyet çekirdeğinin tohumunu onda bulduk. Bu politika değil siyasetti. Damarlarından geçen Allah’ın rızasına tabii olabilmekti, ülke için emekti
İnancın ve bağlılığın dimdik duruşuydu karşımızda olan. Zulme karşı ilk defa böylesine meydan okuyorduk. İç savaşı bitirmekti gayesi Erbakan'ın. Patlatmadan şehrin topunu, tüfeğini.
Vakit tamamdı. Koşup oynadığımız günler geri dönecekti. Düşen yutulmayacaktı. Ve meydanlar doldu.
-EYYY Millet! Ne zaman uyanacaksın?
Vaat edilen milletin selametiydi. Demokrasiyi Erbakan ile pekala yakalayabilmişitk. Silkeliyorduk üzerimize atılan toprakları. Gelecek günlerimizin tohumlarını atıyordu Erbakan. Boğuyorduk zulmü. Barışı yazıyorduk ağaç kabuklarına. Utancından küçülüveriyordu top ve tüfek. Sonradan çatlayacak bir tohumun türküsünü söylüyorduk.
Dirilişimiz başladı. Meydanlardan yükseliyordu zafer şarkılarımız. Vurulan prangalara karşı dimdik yılmadan çalışıyordu Erbakan. Bir bedende imanın yayılışını izliyorduk. Karanlığın şavkında bir bir yanıyordu meşaleler. Toprağa tohum eken çiftçinin yüzü gülüyordu. Güneşi doğuruyordu gök.
Biz Türkiye idik. Toprak bizdik. Köylü biz. Amcası hasta olduğundan gününü bir çift zeytinle geçiren kızdık . Doğuda onlarca metre karda bata çıka ilerleyen çocuklardık. Erbakan'dan öğrendik birliği. Tanımayı yaşlı zeytin ağaçlarını, Kudus’ü...
Batı’nın mührünü kırıyorduk. Kısık gözlerimiz açılıyordu yavaştan. Kan nasıl dolaşırsa damarlarda,, bir millet de böyle dolanıyordu avuçlarında dünyanın. Biz büyüdükçe üşüşmeler arttı. Geliyordu akbabalar ardı sıra kargalarıyla. Erbakanın attığı tohum yeşillendi. Göğe kaldırıyorduk şehadet parmaklarını. Ne önemi vardı mezhebin ya da ırkın. Sağın ya da solun. Mutlak olan milletin selametiydi.
Çağları susturacaktı Erbakan. Batı’da bir telaş. Nasıl sıyrılabiliyordu bir adam Rönesansın iplerinden, nasıl yırtıp atıyordu sağırlığı?
Gerildi ve koptu ipler. Şahın sıkıştığı andı satrançta. Üzerimize dikilen blokların sesi alçalıyordu.
İşte bir adam. Bir başına çıktı dünyanın karşısına. Doların birimi burada geçmiyordu. Eliyorduk sancılarımızı.
Ve Erbakan...
Lacivertin geceden koptuğu bir sabahta seslendi bizlere.
İnsan ümmet için çalışmalı. Gayesi Allah olanın yardımcısı da Allah'tır. Vakit artık şehre dağlardan bakma vakti değil.
Sokulduğu mağaralardan çıkarmak vakti insanlığı. İndirmek yarıya, yüksek yüksek duvarları.
Güçsüz zamanda güçlü kalmak, bu çok sesli kargaşada.
Duğümleri açılıyor ağızların.
Şimdi bir şubat sonu Türkiye. Soluyor caddeler, nehirler. Art arda, eklene eklene büyüyor sesler. Kafkasya, Anadolu, Ortadoğu...
Herşey bizim meselemiz oluyor. Gözlerimiz ışığa dönük. Sulara sabah karışıyor ve tarih Erbakan Hoca’yı fısıldıyor. Vatanı omuzlamış bir adam. Elimizle sımsıkı tutuyoruz millet sevgisini.
Artık yolların dikenini kopardık. Yeniden yazıldı künyesi Batı’nın. Şimdi yaz güvercinleri uçuşuyor. Geri geliyor yitirdiğimiz çağlar. Çöpe attık bir kutu uyku hapını. Kolunun altındayız vatanımızın. Sen rahat uyu hocam MİLLET UYANDI!