Hicret Haber / Yaşam BİR MÜMİNE SÜREYYA YÜKSELSüreyya Yüksel hanımefendi, 1954 yılında Bitlis’te doğdu. Babası İslâm dünyasında yakinen tanınan, ömrünü Kur'an hizmetine adayan merhum Molla Sadreddin Yüksel Hocaefendi, annesi Sarete Hanımefendi’dir. Süreyya Yüksel, ilkokul, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi. 1966 yılında ailesi ile birlikte Bitlis’ten İstanbul Fatih’e taşındı.
1971 yılından itibaren Fazilet Kur’an Kursu’nda öğrencilik ve öğrentmenlik yaptı. Bu kursta ve Suffe adı verdiği kurslarda yirmi yıl boyunca tefsir dersleri veren Yüksel, güncel meseleler hakkında fetva çalışmalarıyla tanınıyordu. Arkasında büyük bir talebe kitlesi bıraktı.
İstanbul Üniversitesi Astronomi Bölümü'nden mezun oldu. Özellikle üniversite gençliğinin yetişmesinde büyük emeği geçti.
Şahsiyet ve mücadelesiyle Türkiye müslümanlarına sönmez bir meşale olan kardeşi Metin Yüksel, 1979 yılında Fatih Camii avlusunda şehid edildi.
Hayatını ilme adayan, has bir mü’mine olarak yaşayan Süreyya Yüksel, 1980’li yıllardan itibaren başörtüsü mücadelesini omuzlayanlardan biri olarak öne çıktı.
Müslümanların olduğu her yerde ve her çalışmada ayrım gözetmeksizin bulunan, bütün samimiyetiyle destek veren Süreyya Yüksel, her zaman Allah rızası için koşuşturdu. Çok dinamik ve hareketliydi. Bu özelliği zihinsel olarak da aynıydı. Düşüncelerini anında ifade ederdi ve aktif biriydi. Kendisinden ilim konusunda her ne istendiyse yapmaya gayret etti.
Süreyya Yüksel, İslâm'ın bütün insanlara ulaşması ideali uğrunda bir ömür bütün çabasını ortaya koydu. Mücadeleci ve aktif kimliği ile birçok insanın hayatında yer edindi ve rehberlik etti. Aktif olarak Afgan direnişini destekleyen bir insan olarak da tanındı.
Çok iyi derecede Arapça bilen Süreyya Yüksel, Kur'an âşığı zeki ve cesaretli bir hanımdı. Öğrendiği bütün ilimlerle Kur’ân’ı anlamaya ve anlatmaya hayatını adamış bir Kur’ân talebesiydi. Özellikle Kur'an çağrısına kendini adamıştı, tarihselci ve reformist akımların karşısında çok ciddi eleştiriler getirdi.
İslâmi çalışmalar içinde ekol bir isimdi ve önemli bir misyon yüklenmişti. Olayların gidişatıyla neticeyi bağdaştırabilecek bir yapıya sahipti. Tavizsiz dik duruşu, sabrı ve emeği, öğütleyen kişiliği, birer vasiyet gibi ardında bıraktığı söylemi ve öğütleri ile inandığı değerlerden taviz vermeden yaşadı. Hiçbir değişim ve dönüşüm, onun çizgisinde hiçbir zikzak yaptırmadı. Son derece imanlı, sözüne güvenilir, hiçbir zaman eğilmeyen, dimdik ayakta duran, hiçbir etkide kalmadan doğru bildiğini son nefesine kadar devam ettiren yiğit bir dava insanıydı. Müslüman kadının İslâmi hareketi noktasında etkili ve aksiyoner bir insandı.
Hayatını Hicaz'da noktalamayı çok istedi, bu vesileyle bir çok kez umre ve hacca gitti.
Babası Molla Sadreddin Yüksel, 25 Aralık 2004 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Kanser hastalığına yakalanan Süreyya Yüksel, Hicaz'da iki, Çapa Tıp Fakültesi'nde bir defa olmak üzere toplam üç defa ameliyat oldu.
Rahatsızlığı sebebiyle uzun süre tedavi gören Süreyya Yüksel, 11 Haziran 2005’te hakkın rahmetine kavuştu. Fatih camiinde sevenlerinin katıldığı cenaze namazından sonra Edirnekapı Şehitliği'ndeki aile kabristanına defnedildi.
Kudüs Yolu
Gökyüzüne bakmadan büyüyemez çocuklar.
Ve her çocuğun kendisi için tuttuğu, bir yıldızı vardır göklerde...
Yıldızlar, karanlığın içinde ışıyan halleriyle yapayalnızlığımıza birer arkadaş olarak tayin edilmişlerdir sanki... Onlara bakarak çizeriz yol haritamızı. Yıldızların en eski mesleğidir arkadaşlık, onlar olmasa gök kubbe olanca görkemli cüssesiyle belki de üzerimize düşerdi kim bilir? Göğün altındaki ilk birbaşınalığını ve ilk yapayalnızlığını, yıldızlardan başka kime anlatmıştı Hz.Adem?
Ah, yıldızlar! Yeryüzündeki en eski kelimelerle en yeni sözleri, ilk onlar duydular...
Size bir gençlik yıldızımdan bahsetmek istiyorum bugün: Süreyya Yüksel... Süreyya Yüksel, iki sene evvel ebedi göğe doğmak üzere battı küçük ve kirli dünyamızdan... Onu İstanbul Üniversite'si önünde 1987'deki ilk başörtü direnişlerinden tanıyorum. Rahmetli Molla Sadrettin Hocaefendi'nin evladı, Şehit Metin Yüksel'in kız kardeşiydi. Fen Fakültesi Astronomi Bölümü mezunuydu, Arapça, Farsça, İngilizce bilirdi. Kur'nı Kerim'e büyük bir aşkla bağlıydı, benim gibi pek çok kişinin üzerinde hakkı olan bir Kur'an yoldaşıydı... Suffe Muallim'lerindendi... Hayatımda tanıdığım en ileri-deha çapında bir master! Allah rahmet eylesin...
Geçtiğimiz hafta, arkadaşımız Yasemin Çoban, Süreyya Ablamız için bir anma toplantısı tertip edince, Başörtüsü Direniş Macerasında yazılmamış bir tarihin tüm yıldızları bir araya geldi Fatih'te... Aynur Mısırlıoğlu, Fevziye Nuroğlu, Fatma Kutluoğlu, Halime Uyulan, Hasibe Turan, Ayşe Sula gibi öncü isimler yan yana oturuyorlardı. Konuşmamı yaparken birkaç kere nefesim geriye kaçtı, sanki gökten sihirli bir ay tozu dökülüyordu başlarımıza ve her birimizin içinden küçük kızlar çıkıyordu, her birimiz öğrencilik günlerine geri dönmüş gibiydik... Nefesimi tutarak bir yıldız takımı gibi salonu hınca hınç doldurmuş arkadaşlarıma baktım... Allahım sana hamdolsun beni bu güzel yıldızlarınla Sen tanıştırmasaydın, ben karanlığın altında yolumu bulamazdım diye düşündüm...
Süreyya Abla ile vefatından on gün kadar önce görüşmüştük en son... Onun yattığı en son yatağı da hiç unutamayacağım. Arkadaşlar, nöbet çizelgesi yapmışlardı başını beklemek için ama herkes öylesine bir yarış içindeydi ki hastabakıcılık nöbeti ancak çok hatırlı ablalarımızın elinde kalıyordu. Kimi kendi elleriyle yaptığı resmi, çizdiği hat yazısını getirmiş, kimisi espri olsun diye yaldızlı tokalar, yüzükler, boncuklardan kolyeler yaparak getirmiş, bazısı şiir yazmış, kimi karanfiller, sıklemenler koymuşlar başucuna...
''Allah Kerim'dir'' dedikten sonra bana göz kırpardı her gördüğünde, ben biraz mızmız, biraz asiyimdir, daha doğrusu ablalar beni her zaman nazlamış bebek gibi severek büyütmüş olduklarından ya yanağımdan makas alırlar ya başörtümün üstünden kulaklarımı tutarak sağa sola çekerler, takılırlar... Ama takati yok Süreyya Abla'nın yatağından doğrulmaya, sadece göz kırpıyor ve ekliyor: ' 'Bırakmıyorsunuz ki gideyim, dualarınız beni bağlıyor işte...'' diye yatağından doğrulmaya çalışıyor...
Onun son yatağı bana, Hz.Ali'nin Resulullah'ın (sav) yerine yattığı hicret gecesini hatırlattı her zaman ... Hani Efendimiz'i yok etmek için karar kılmıştı Müşrik Konseyi de aralarında anlaşarak kılıçlarını yattığı yerde ona saplamaya dair sözleşmişlerdi. Efendimiz (sav) yerine Hz.Ali'yi yatırarak yola çıkmıştı o gece... Hz.Ali için bu ölüm yatağına yatmak elbette bir şerefti ve o aslında Peygamber Efendimiz'in sünnetinin yani hayatı yaşama şeklinin devamiyeti için uzanmıştı bu yatağa... İşte Süreyya Abla'nın hayatı da Kuran'ı Kerim ve Peygamber Sünneti üzerine yaşanmış bir hayat olarak yatıyordu bu son yatakta...
Kısmet değilmiş, onu telli duvaklı gelin edemedik, ona kimse anne de diyemedi... Sosyal güvenliği veya sigortası falan da yoktu... Talebesi olan hekim arkadaşlarımız bakıyordu sağlık işlerine, tüm itirazlarına rağmen ' 'yeşil kart'' çıkartmışlardı. Hayatı talebe yetiştirmekle geçen bu kıymetli ablamız vefat ettiğinde geride bir kat elbisesi kalmış mıdır onu da bilmiyorum ... Ama baş örtülü olduğu için okullarına alınmayan tüm arkadaşlarım, onun kurduğu Suffe'de eğitim almışlardı, bunu elbette biliyorum ... Efendimiz'in (sav) kutlu öğretisine talebelik yapmış sahabelerin üniversitesi olan Suffe'den, Süreyya Yüksel'in başörtülü kızlar için kurduğu Suffe'sine uzanan çizgide, kendisini Kuran'ı Kerim'e adayan tüm muallimlerin bir prototipiydi Süreyya Yüksel!
Onu sadece öğretmenliği ve tebliğci kişiliği ile değil tüm sıcaklığı ile hatırlıyorum. Kendisi yer gibi yapıp da önümüze önümüze ittiği yiyecekler, alnımızdaki teri mendiliyle değil de eliyle silişi, en kahırlı zamanlarda bizimle isim-şehir oynayışı, gündüz okulun önünde eylem yapıp gece annesini özlediği için ağlayan kızları sevip avutması, okulların önünden joplarla dağıtıldığımız en üzüntülü günlerin akşamlarında bizi oyun parkına götürüp salıncaklara bindirmesi, koşu yarışları yaptırıp, memlekete gidecek yol parası olmayanlara harçlıklarını gizli gizli verişi, Afgan Mücahidlerine olan derin sevgi ve saygısı, her biri felsefe şölenini andıran sohbetleri, kimya ve uzay hakkında verdiği tefsir bilgileri... Hepsi gözümün önünde uçuşuyor...
Süreyya yıldızına Anadolu'da Ülker derler... Ülker gecenin ortasına yakın, en tepede doğduğu vakit, rüzgar ansızın keser sesini ve etrafa latif bir ılıklık çöker... Çobanların dostu Ülker, yolcuların pusulası ve dert ortağı Ülker... Ay'ın gökte ulaştığı üçüncü evresidir Süreyya Yıldızı ve Necm Suresi, bu yıldızın hallerini anlatır bizlere, yerçekiminden bahseder ki bu yaratılışın özündeki aşk ve kopuş hikayesine de delalet eder...
Süreyya Abla, başörtüsü için verdiğimiz direniş macerasını, bir aşk dönüştürerek bizleri etrafındaki yörüngede sıraya dizmiş bir güneş gibiydi ...
Aşk olmasa meşk olmazmış der büyükler... Dile kolay tam 40 yıldır sabırla devam eden başörtüsü direnişimizi de aşk'tan başka açıklayacak hangi kelime var? Süreyya abla'nın da sık sık dediği gibi, ' 'sizler okullarınızın kapısını açılsın diye beklemiyorsunuz, sizler Ahzap ve Nur Suresi'ni bekliyorsunuz arkadaşlar!''...
Süreyya Yıldızını bazen bir salkım üzüme bazen de uçurtma kafasına benzetirim her baktığımda... Örtülerinden dolayı okullarından atılan kızları birer üzüm tanesi gibi derleyip Suffe salkımında toparlayandı Süreyya Yüksel... Hoyrat kasırgaların karşısında neşesini ve azmini hiç yitirmeyen bir uçurtma...
Göklerimizden hiç düşmeyecek, güzel sözlü ablamız... Allah senden razı olsun, merhamet ve esirgemesini hiç eksik etmesin...
''Allah'a çağıran, doğru ve adil olanı yapan, ''Şüphesiz ben Allah'a teslim olanlardanım'' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?'' (fussilet 33)
1971 yılından itibaren Fazilet Kur’an Kursu’nda öğrencilik ve öğrentmenlik yaptı. Bu kursta ve Suffe adı verdiği kurslarda yirmi yıl boyunca tefsir dersleri veren Yüksel, güncel meseleler hakkında fetva çalışmalarıyla tanınıyordu. Arkasında büyük bir talebe kitlesi bıraktı.
İstanbul Üniversitesi Astronomi Bölümü'nden mezun oldu. Özellikle üniversite gençliğinin yetişmesinde büyük emeği geçti.
Şahsiyet ve mücadelesiyle Türkiye müslümanlarına sönmez bir meşale olan kardeşi Metin Yüksel, 1979 yılında Fatih Camii avlusunda şehid edildi.
Hayatını ilme adayan, has bir mü’mine olarak yaşayan Süreyya Yüksel, 1980’li yıllardan itibaren başörtüsü mücadelesini omuzlayanlardan biri olarak öne çıktı.
Müslümanların olduğu her yerde ve her çalışmada ayrım gözetmeksizin bulunan, bütün samimiyetiyle destek veren Süreyya Yüksel, her zaman Allah rızası için koşuşturdu. Çok dinamik ve hareketliydi. Bu özelliği zihinsel olarak da aynıydı. Düşüncelerini anında ifade ederdi ve aktif biriydi. Kendisinden ilim konusunda her ne istendiyse yapmaya gayret etti.
Süreyya Yüksel, İslâm'ın bütün insanlara ulaşması ideali uğrunda bir ömür bütün çabasını ortaya koydu. Mücadeleci ve aktif kimliği ile birçok insanın hayatında yer edindi ve rehberlik etti. Aktif olarak Afgan direnişini destekleyen bir insan olarak da tanındı.
Çok iyi derecede Arapça bilen Süreyya Yüksel, Kur'an âşığı zeki ve cesaretli bir hanımdı. Öğrendiği bütün ilimlerle Kur’ân’ı anlamaya ve anlatmaya hayatını adamış bir Kur’ân talebesiydi. Özellikle Kur'an çağrısına kendini adamıştı, tarihselci ve reformist akımların karşısında çok ciddi eleştiriler getirdi.
İslâmi çalışmalar içinde ekol bir isimdi ve önemli bir misyon yüklenmişti. Olayların gidişatıyla neticeyi bağdaştırabilecek bir yapıya sahipti. Tavizsiz dik duruşu, sabrı ve emeği, öğütleyen kişiliği, birer vasiyet gibi ardında bıraktığı söylemi ve öğütleri ile inandığı değerlerden taviz vermeden yaşadı. Hiçbir değişim ve dönüşüm, onun çizgisinde hiçbir zikzak yaptırmadı. Son derece imanlı, sözüne güvenilir, hiçbir zaman eğilmeyen, dimdik ayakta duran, hiçbir etkide kalmadan doğru bildiğini son nefesine kadar devam ettiren yiğit bir dava insanıydı. Müslüman kadının İslâmi hareketi noktasında etkili ve aksiyoner bir insandı.
Hayatını Hicaz'da noktalamayı çok istedi, bu vesileyle bir çok kez umre ve hacca gitti.
Babası Molla Sadreddin Yüksel, 25 Aralık 2004 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Kanser hastalığına yakalanan Süreyya Yüksel, Hicaz'da iki, Çapa Tıp Fakültesi'nde bir defa olmak üzere toplam üç defa ameliyat oldu.
Rahatsızlığı sebebiyle uzun süre tedavi gören Süreyya Yüksel, 11 Haziran 2005’te hakkın rahmetine kavuştu. Fatih camiinde sevenlerinin katıldığı cenaze namazından sonra Edirnekapı Şehitliği'ndeki aile kabristanına defnedildi.
Kudüs Yolu
Gökyüzüne bakmadan büyüyemez çocuklar.
Ve her çocuğun kendisi için tuttuğu, bir yıldızı vardır göklerde...
Yıldızlar, karanlığın içinde ışıyan halleriyle yapayalnızlığımıza birer arkadaş olarak tayin edilmişlerdir sanki... Onlara bakarak çizeriz yol haritamızı. Yıldızların en eski mesleğidir arkadaşlık, onlar olmasa gök kubbe olanca görkemli cüssesiyle belki de üzerimize düşerdi kim bilir? Göğün altındaki ilk birbaşınalığını ve ilk yapayalnızlığını, yıldızlardan başka kime anlatmıştı Hz.Adem?
Ah, yıldızlar! Yeryüzündeki en eski kelimelerle en yeni sözleri, ilk onlar duydular...
Size bir gençlik yıldızımdan bahsetmek istiyorum bugün: Süreyya Yüksel... Süreyya Yüksel, iki sene evvel ebedi göğe doğmak üzere battı küçük ve kirli dünyamızdan... Onu İstanbul Üniversite'si önünde 1987'deki ilk başörtü direnişlerinden tanıyorum. Rahmetli Molla Sadrettin Hocaefendi'nin evladı, Şehit Metin Yüksel'in kız kardeşiydi. Fen Fakültesi Astronomi Bölümü mezunuydu, Arapça, Farsça, İngilizce bilirdi. Kur'nı Kerim'e büyük bir aşkla bağlıydı, benim gibi pek çok kişinin üzerinde hakkı olan bir Kur'an yoldaşıydı... Suffe Muallim'lerindendi... Hayatımda tanıdığım en ileri-deha çapında bir master! Allah rahmet eylesin...
Geçtiğimiz hafta, arkadaşımız Yasemin Çoban, Süreyya Ablamız için bir anma toplantısı tertip edince, Başörtüsü Direniş Macerasında yazılmamış bir tarihin tüm yıldızları bir araya geldi Fatih'te... Aynur Mısırlıoğlu, Fevziye Nuroğlu, Fatma Kutluoğlu, Halime Uyulan, Hasibe Turan, Ayşe Sula gibi öncü isimler yan yana oturuyorlardı. Konuşmamı yaparken birkaç kere nefesim geriye kaçtı, sanki gökten sihirli bir ay tozu dökülüyordu başlarımıza ve her birimizin içinden küçük kızlar çıkıyordu, her birimiz öğrencilik günlerine geri dönmüş gibiydik... Nefesimi tutarak bir yıldız takımı gibi salonu hınca hınç doldurmuş arkadaşlarıma baktım... Allahım sana hamdolsun beni bu güzel yıldızlarınla Sen tanıştırmasaydın, ben karanlığın altında yolumu bulamazdım diye düşündüm...
Süreyya Abla ile vefatından on gün kadar önce görüşmüştük en son... Onun yattığı en son yatağı da hiç unutamayacağım. Arkadaşlar, nöbet çizelgesi yapmışlardı başını beklemek için ama herkes öylesine bir yarış içindeydi ki hastabakıcılık nöbeti ancak çok hatırlı ablalarımızın elinde kalıyordu. Kimi kendi elleriyle yaptığı resmi, çizdiği hat yazısını getirmiş, kimisi espri olsun diye yaldızlı tokalar, yüzükler, boncuklardan kolyeler yaparak getirmiş, bazısı şiir yazmış, kimi karanfiller, sıklemenler koymuşlar başucuna...
''Allah Kerim'dir'' dedikten sonra bana göz kırpardı her gördüğünde, ben biraz mızmız, biraz asiyimdir, daha doğrusu ablalar beni her zaman nazlamış bebek gibi severek büyütmüş olduklarından ya yanağımdan makas alırlar ya başörtümün üstünden kulaklarımı tutarak sağa sola çekerler, takılırlar... Ama takati yok Süreyya Abla'nın yatağından doğrulmaya, sadece göz kırpıyor ve ekliyor: ' 'Bırakmıyorsunuz ki gideyim, dualarınız beni bağlıyor işte...'' diye yatağından doğrulmaya çalışıyor...
Onun son yatağı bana, Hz.Ali'nin Resulullah'ın (sav) yerine yattığı hicret gecesini hatırlattı her zaman ... Hani Efendimiz'i yok etmek için karar kılmıştı Müşrik Konseyi de aralarında anlaşarak kılıçlarını yattığı yerde ona saplamaya dair sözleşmişlerdi. Efendimiz (sav) yerine Hz.Ali'yi yatırarak yola çıkmıştı o gece... Hz.Ali için bu ölüm yatağına yatmak elbette bir şerefti ve o aslında Peygamber Efendimiz'in sünnetinin yani hayatı yaşama şeklinin devamiyeti için uzanmıştı bu yatağa... İşte Süreyya Abla'nın hayatı da Kuran'ı Kerim ve Peygamber Sünneti üzerine yaşanmış bir hayat olarak yatıyordu bu son yatakta...
Kısmet değilmiş, onu telli duvaklı gelin edemedik, ona kimse anne de diyemedi... Sosyal güvenliği veya sigortası falan da yoktu... Talebesi olan hekim arkadaşlarımız bakıyordu sağlık işlerine, tüm itirazlarına rağmen ' 'yeşil kart'' çıkartmışlardı. Hayatı talebe yetiştirmekle geçen bu kıymetli ablamız vefat ettiğinde geride bir kat elbisesi kalmış mıdır onu da bilmiyorum ... Ama baş örtülü olduğu için okullarına alınmayan tüm arkadaşlarım, onun kurduğu Suffe'de eğitim almışlardı, bunu elbette biliyorum ... Efendimiz'in (sav) kutlu öğretisine talebelik yapmış sahabelerin üniversitesi olan Suffe'den, Süreyya Yüksel'in başörtülü kızlar için kurduğu Suffe'sine uzanan çizgide, kendisini Kuran'ı Kerim'e adayan tüm muallimlerin bir prototipiydi Süreyya Yüksel!
Onu sadece öğretmenliği ve tebliğci kişiliği ile değil tüm sıcaklığı ile hatırlıyorum. Kendisi yer gibi yapıp da önümüze önümüze ittiği yiyecekler, alnımızdaki teri mendiliyle değil de eliyle silişi, en kahırlı zamanlarda bizimle isim-şehir oynayışı, gündüz okulun önünde eylem yapıp gece annesini özlediği için ağlayan kızları sevip avutması, okulların önünden joplarla dağıtıldığımız en üzüntülü günlerin akşamlarında bizi oyun parkına götürüp salıncaklara bindirmesi, koşu yarışları yaptırıp, memlekete gidecek yol parası olmayanlara harçlıklarını gizli gizli verişi, Afgan Mücahidlerine olan derin sevgi ve saygısı, her biri felsefe şölenini andıran sohbetleri, kimya ve uzay hakkında verdiği tefsir bilgileri... Hepsi gözümün önünde uçuşuyor...
Süreyya yıldızına Anadolu'da Ülker derler... Ülker gecenin ortasına yakın, en tepede doğduğu vakit, rüzgar ansızın keser sesini ve etrafa latif bir ılıklık çöker... Çobanların dostu Ülker, yolcuların pusulası ve dert ortağı Ülker... Ay'ın gökte ulaştığı üçüncü evresidir Süreyya Yıldızı ve Necm Suresi, bu yıldızın hallerini anlatır bizlere, yerçekiminden bahseder ki bu yaratılışın özündeki aşk ve kopuş hikayesine de delalet eder...
Süreyya Abla, başörtüsü için verdiğimiz direniş macerasını, bir aşk dönüştürerek bizleri etrafındaki yörüngede sıraya dizmiş bir güneş gibiydi ...
Aşk olmasa meşk olmazmış der büyükler... Dile kolay tam 40 yıldır sabırla devam eden başörtüsü direnişimizi de aşk'tan başka açıklayacak hangi kelime var? Süreyya abla'nın da sık sık dediği gibi, ' 'sizler okullarınızın kapısını açılsın diye beklemiyorsunuz, sizler Ahzap ve Nur Suresi'ni bekliyorsunuz arkadaşlar!''...
Süreyya Yıldızını bazen bir salkım üzüme bazen de uçurtma kafasına benzetirim her baktığımda... Örtülerinden dolayı okullarından atılan kızları birer üzüm tanesi gibi derleyip Suffe salkımında toparlayandı Süreyya Yüksel... Hoyrat kasırgaların karşısında neşesini ve azmini hiç yitirmeyen bir uçurtma...
Göklerimizden hiç düşmeyecek, güzel sözlü ablamız... Allah senden razı olsun, merhamet ve esirgemesini hiç eksik etmesin...
''Allah'a çağıran, doğru ve adil olanı yapan, ''Şüphesiz ben Allah'a teslim olanlardanım'' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?'' (fussilet 33)