Bismillahirrahmanirrahim
15 Temmuz gece saat 22:30 Fatih Akıncıları Derneği’nde gençlerle ‘Cezaevinde Kardeşlerimiz Var’ çalışma grubu için sabah kahvaltısı hazırlıyoruz. Bir kardeşimizden telefon geldi. Köprüden karşıya geçemediklerini, garip şeyler olduğunu, askerin köprüyü kapattığını anlattı. Hemen televizyonu açtık, haber almaya çalıştık. Daha sonra dışarı çıktık. Saraçhane Parkı tarafından gelen insanlar kendi aralarında Büyükşehir Binası etrafına askerlerin geldiğini konuşuyorlardı. İnsanların telaşla sağa sola koşuşturduklarına şahit oldum.
Daha önce yaşadığım tecrübelerime dayanarak bunun askeri bir darbe girişimi olduğunu anladım. En yakın arkadaşlara ulaşmaya çalışarak derneğe gelmelerini istedim. Mesaj sistemine girip tüm kardeşlerimizi durumdan haberdar etmek ve tereddütsüz sokağa çıkmalarını sağlamak için harekete geçtik. Ancak mesaj sisteminin kilitlendiğini gördük. Bilgisayar olan en yakın eve gitmek ve bir de oradan denemek istedik. Bu arada Ankara’dan haber alabilmek için bir milletvekili arkadaşı aradım. Kendisi Ankara’da olmadığını ancak olaylardan haberdar olduğunu söyledi. Bu kardeşime bütün milletvekillerinin meclise gitmeleri ve meclisin teslim olmaması, direnmesi gerektiğini söyledim. Biz sokağa çıkıyoruz, Tayyip Bey’in de halkı sokağa çağırmasının doğru olacağını, darbeye ancak bu şekilde karşı konulabileceğini söyledim. Milletvekili arkadaşım Tayyip Bey’in İstanbul’a doğru hareket ettiğini, muhtemelen bu yönde bir çağrı da bulunacağını, Ankara’daki milletvekili arkadaşların da mecliste toplanmaya başladığını söyledi. Daha sonra Kamil kardeşimizin evine gittik. Televizyonlarda darbe girişimi anlatılıyor, hükümet yetkililerinin telefonla konuşmaları veriliyordu. Mesajımızı çekip tüm kardeşlerimizi sokağa çıkmaya ve darbeye karşı durmaya davet ettik. İHH da bizimle aynı anda mesaj çekti. Telefonla bize ulaşanlara emniyet ve valiliğin önüne gelmelerini söyledik. Öncelikle oralara müdahale edileceğini daha önceki tecrübelerimizden biliyorduk.
Sokağa çıkıp ana caddeye doğru yürümeye ve insanları emniyet ve valiliğe doğru yönlendirmeye başladık. Küçük küçük gruplar vardı. Ne yapacaklarını bilmeden sağa sola gitmeye çalışıyorlardı. Yüksek sesle “Emniyete doğru yürüyelim!” çağrımız bu grupların bir araya gelerek emniyete doğru çoğalarak yönelmesini sağladı. Bir yandan ana cadde üzerinde rastladığımız tüm grupları yönlendirmeye devam ederken biz de emniyete doğru yürüyorduk. Bu arada Cumhurbaşkanının da halkı sokağa çıkmaya davet ettiğini öğrendik. Kalabalık gittikçe artmaya ve tekbir sesleri yükselmeye başlamıştı. İHH mesaj çektiği için onların da sokakta olma ihtimallerini düşünerek Bülent Yıldırım’ı aradım. Bir noktada buluşup durum değerlendirmesi yapmaya karar verdik.
Bu arada emniyetin önüne gelen tanklar binlerce insanla kuşatılmış etkisiz hale getirilmişti. Helikopterler ve uçaklar uçuyor, zaman zaman helikopterlerin halka açtığı ateşin sesleri duyuluyordu. Ara ara patlama sesleri geliyordu. Tüm bu patlama ve silah sesleri halkı korkutmak yerine sanki darbecilere karşı daha bir tetikliyor; öfke dolu gözler, tekbir sesleri ve sıkılmış yumruklarla halk nerede bir silah sesi ya da patlama duysa oraya doğru müdahale etmek üzere harekete geçiyordu. İnsanlar adeta korkuyu belleklerinden silmiş, her birisi birer aslan yürek olmuştu. Bir taraftan halkı doğru hedeflere sevk etmeye çalışırken, bir taraftan da Rabbime şükürler ediyor, ağlamamak ve gördüğüm manzara karşısında secdeye kapanmamak için kendimi zor tutuyordum…
Uyuyan dev uyanmıştı elhamdülillah…
Bülent Yıldırım ile buluştuk. Büyükşehir tarafında çatışma olduğunu, çok sayıda insanın vurulduğu haberini aldık. Emniyetin önündeki kalabalığın bir kısmını oraya doğru yönlendirmek için harekete geçtik. Polislerin “Bizi yalnız bırakmayın, bizi terk etmeyin!” sesleri kulağımdaydı. Binlerce insan vardı. Bir kısmının Büyükşehirdeki kuşatmaya destek vermesini sağlamak için yüksek sesle insanları davet ederek, Büyükşehir’e doğru yürümeye başladık. Horhor Caddesi’nden yukarıya çıkarken yoğun biber gazına yakalandık. Göz gözü görmüyordu, nefes alamıyorduk. Büyükşehir tarafından gelenler perişan bir haldeydi. Çok sayıda insanın vurulduğunu söylüyorlardı. Yanımdaki gençlerden biri tişörtünü çıkarttı. Suyla iyice ıslattığımız tişörtü yüzümüze maske yaparak gazın etkisini azalttık.
Saraçhane’ye vardığımızda Medicalpark hastanesinin yaralılarla dolu olduğunu gördük. İş makineleri Büyükşehir binasına giden yolları kapatmış, Özel Harekatçı Polisler işgal altındaki Büyükşehir binasına doğru zırhlı araçlarla müdahale başlatmışlardı. Halkı tekbirlerle ve sloganlarla polise destek vermeye davet ederek çatışmanın ön saflarına geldik.
Büyükşehir binası tarafından Özel Harekatçı Polislere ve halka yoğun bir ateş vardı. İnsanlar vuruluyor ama direnişi sürdürüyorlardı. Halkı motive etmek ve ateş hattına bilinçsizce girmelerini engel olmak için çaba sarf ederken insanların yüzüne baktım. Bakkalımız, manavımız, kasabımız, işçimiz, memurumuz, Kur’an kursu talebelerimiz sıkılmış yumrukları ve dillerinde tekbirleriyle direniyorlardı. Ak Parti iktidarının yaptığı iyi ya da kötü şeyler umurlarında bile değildi. Onlar bu girişimin arkasında Amerika ve FETÖ’cü hainler olduğunu biliyor, ihanete uğradıklarını da biliyorlardı. Onlar vatanlarını müdafaa etmek ve kendilerinden gördükleri, kendilerinden bir şeyler buldukları Tayyip Erdoğan’a sahip çıkmak için buradaydılar. Tanklara, helikopterlere, uçaklara, silahlara rağmen buradaydılar. Hemen önlerinde vurulan insanlara rağmen buradaydılar ve bu ihaneti sonlandırmadan da gitmeye niyetleri yoktu…
Rüyada gibiydim. Bu benim halkımdı ve zulme karşı omuz omuzaydık. Kürt Kamil arkamdan sesleniyordu “Her şeyi düşünürdüm de senin Polisle yan yana çatışmaya gireceğini düşünmezdim.” Evet, ben de düşünmezdim. 57 yıllık yaşamım boyunca ikide bir Emniyete alınmalarımı, gözaltıları, işkenceleri, hakaretleri hepsini bir yana koyarak vatanın ve İslam’ın müdafaası için yan yana, omuz omuza çapraşacağımızı, direneceğimizi…
Büyükşehir’de son asker de teslim alındığında saatler 04:30’u gösteriyordu. Yorgunduk, bitkindik. Derneğe geldik. İHH’dan kardeşler de geldiler, durum değerlendirmesi yaptık. Abdest aldık, namaza durduk. Farklı bir huzur atmosferinde namazımızı kıldık…
Evet 15 Temmuz bir direnişin, bir destanın adıdır. Ve onuru, bir gün sonra sokaklara pankart asan STK’lara, jeeplerinden bayrak sallayan hanımefendilere, beyefendilere, alanlarda demokrasi nutukları çeken bürokratlara ve şenlik düzenleyenlere ait değildir…
Yalnızca ve yalnızca 15 Temmuz gecesi her şeyi göze alarak sokaklara çıkan Müslüman halkımıza aittir…
Buraya kadar yazdıklarım tarihe not düşmek içindi…
Bu darbe girişimini hafife alan, senaryo olduğunu söyleyen kimilerine şunları söylemek isterim. Muhtemelen siz o gece evinizdeydiniz ve sokağa çıkmadınız. Neler olup bittiğini tv lerden izlediniz. Darbe girişiminde bulunanların saldırganlığını ve gözü dönmüşlüğünü görmediniz. Halkımızın tanklara ve silahlara nasıl göğüslerini dayadığını ve nice yiğitlerin şehadet şerbetini içtiğini de görmediniz. Bu yüzden sizin söylediklerinizin bana göre hiçbir değeri yok…
Hayatında iki darbe görmüş ve her iki darbenin zulmünden de fazlaca nasibini almış, sıcak savaşı yaşamış biri olarak şunu söyleyebilirim; 15 Temmuz darbesi mükemmel hazırlanmış, planlanmış ve uygulamaya sokulmuştur. Ordunun tamamı darbeye dahil edilemediği için önce Genelkurmay ele geçecek, Kuvvet Komutanları etkisiz hale getirilecek, Genelkurmay Başkanı’na bir bildiri imzalatılacak ve bu şekilde ordunun tamamı darbecilerin emir komutasına girmiş olacaktı.
Ankara ve İstanbul’da yönetime el konacak, emniyet valilik, Büyükşehir ele geçirilecekti. Cumhurbaşkanı tutuklanacak ya da öldürülecekti. Bu planın işlemesi için bürokraside, emniyette, istihbaratta ne kadar FETÖ’cü hain varsa işbirliği içinde olunacaktı. Plan mükemmeldi.
Ama olmadı.
İlk fire Genelkurmay’da verildi. Cumhurbaşkanı tutuklanamadı. İstanbul ve Ankara’da halk sokağa dökülüp emniyet ve valiliğin teslim alınmasına engel oldu. Halk helikopterlerle, uçaklarla açılan ateşler ve bombalarla yıldırılacak, dağıtılacaktı. O da olmadı, insanlar ölümüne direndi.
En kritik saatte 1. Ordu Komutanı darbe girişiminin yasal olmadığını açıklayarak halka silahlı kuvvetlerin tamamının bu hain girişime dahil olmadığı mesajını verdi. İtiraf etmeliyim ki Başbakan ve kimi bakanlar benim ummadığım bir cesaretle halka moral, motivasyon sağlayacak açıklamalar yaptı. En önemlisi ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halkı direnişe ve sokağa çağırmasıydı. Hesaplar alt üst oldu. Darbecilerde panik başladı. Kimi ordu komutanlarının ve bürokratların bu saatten sonra darbe karşıtı açıklamalar yapmasını da manidar buluyorum. Rüzgar tersten esmeye başlamıştı ve korku dağları bekliyordu…
Evet biz iman etmiştik, her hesabın üzerinde Allah’ın bir hesabı vardır. Ve Allah hesabında yanılmazdı. Bu sefer Rabbimiz kurtuluş için ebabil kuşlarını göndermemişti ama bakkal abiyi, kasap amcayı, tüyü bitmemiş gençleri ebabil kuşlarına döndürmüştü.
15 Temmuz’da halk üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Şimdi üzerine düşeni yapma sırası Sayın Cumhurbaşkanımız ve hükümettedir.
Bugün Türkiye olarak bir yol ayrımında duruyoruz. Ya makus talihimizi yenecek, başta Amerika olmak üzere küresel güçlere “Evet sizin gerçek yüzünüzü gördük. Bundan sonra bizi asla kandıramazsınız.” diyerek sırtımızı onlara, yüzümüzü Müslümanlara ve İslam’a döneceğiz. Ya da küresel güçlerin masa başı oyunlarına teslim olup karanlığa, belirsizliğe, kaos ve şiddete geri döneceğiz.
Elbette tam bağımsızlık talebimizin bir bedeli olacak. Küresel güçler bizi her türlü kıskaca almak için elinden geleni yapacak. Ekonomik, askeri, siyasi her taraftan kuşatma altına alınacağız. Belki aç kalacak, açıkta kalacak, savaşlar yaşayacağız. Ancak Anadolu halkı bu durumda Türkü, Kürdü, Arabı ile 15 Temmuz gecesi Sayın Cumhurbaşkanı’na gereken mesajı vermiş, “Siz küresel güçlerin ve ülkemize ihanet edenlerin karşısında durursanız biz de kefenimizle sonuna kadar sizin arkanızda durmaya hazırız”demiştir…
2 yıldan fazladır Amerika ve Batı basınında yazılanları takip etmeye çalışıyorum. Yaklaşımlar Ak Parti’nin iktidarda kalması ama Tayyip Erdoğan’ın gitmesi yönündeydi. Ayrıntılara girmeden özetleyecek olursak Ak Parti’nin konsept olarak küresel güçlerin işine geldiği ancak Tayyip Erdoğan’ın İslamcı geçmişi ve zaman zaman yaptığı çıkışların tedirgin edici olduğu ifade ediliyordu.
Bardağı taşıran damla ise Türkiye ve İran arasındaki ticarette Amerikan dolarının devre dışı bırakılarak İran’a uygulanan ekonomik ambargonun delinmesi oldu. Amerika bunu asla hazmedemedi. 17 Aralık operasyonları ve Ak Parti içindeki kimi üst düzey yöneticiler üzerinden Tayyip Bey’i yıpratma ve itibarsızlaştırma çabaları başladı. Dışişlerindeki ve özellikle Suriye’deki tüm başarısızlıklar, ülke içindeki tüm yolsuzluk ve hırsızlıklar Tayyip Erdoğan’a yüklenecek ve fişi çekilecekti…
Olmadı.
Çünkü Tayyip Erdoğan’a sahip çıkan %50’nin üzerinde bir halk kitlesi vardı ve her zorluktan onun daha güçlü çıkmasını sağlıyordu. Bana göre Tayyip Bey, Başbakan ve genel başkanlık değişimi ile karşı bir hamle yaptı. Sizin yaptıklarınızı ve yapmak istediklerinizi biliyorum mesajını verdi. Tayyip Bey artık kendisine ve ülkesine yönelik operasyonların arkasında kimlerin olduğunun farkındaydı…
Türkiye, Arap Baharı sürecinde küresel güçler tarafından o kadar çok kandırılmıştı ki Libya’da, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de adeta bir bataklığın içine çekildik. Bu süreçte Kürt halkıyla aramız açıldı, IŞİD ve El-Kaide örgütlerine hedef gösterildik, şiddet ve kaos sarmalına doğru hızla çekildik.
Bu da yetmedi 15 Temmuz’da arkasında Amerika’nın olduğundan zerre kadar şüphemizin olmadığı ve kendilerinin de çok saklama ihtiyacı hissetmedikleri darbe girişimi gerçekleştirildi.
Kafaları fazla karıştırmadan ve çok teorik tartışma konularına girmeden şunu söyleyebilirim: Darbe girişiminde kullanılan FETÖ örgütü 1980 yılından bu yana orduya ve emniyete sızıyor, maliyeye ve eğitime sızıyor, itikadi sapkınlıklarla insanların dini duygularını sömürüyor, teknolojiyi iyi kullanıyor ve mükemmel bir örgüt yapısı var. Bu örgütün tüm bunları Fethullah Gülen’in zekasına ve bilgisine değil, Amerika’ya ve CIA’ye borçlu olduğunu biliyoruz. Tüm bu gerçekleri yıllarca yazdık, çizdik, söyledik. Hafife alınacak, sıradan bir cemaat hadisesi olmadığını anlatmaya çalıştık. Şimdi bir gerçeği daha söyleyelim; bana göre bu örgüt hala çökertilememiş ve operasyonel gücünü koruyor. Yani tehlike olmaya devam ediyor. Hükümet, OHAL kapsamında bu örgüte yönelik operasyonlarda çok dikkatli olmalıdır. Şu ana kadar açığa alınan kimi insanların -ki bazılarını yakından tanıyoruz- bu örgütle hiçbir alakası yok. Hatta hayatları boyunca bu örgütle mücadele etmişler. Demek ki birileri kafa karıştırıyor, hedef saptırıyor, hala etkinler ve hala varlar.
Söz buraya gelmişken bu örgütün mağduru pek çok insan halen ya cezaevlerinde ya da yurtdışında. Hükümet açısından bu mağdurlara yönelik vicdanları rahatlatacak kararlar almanın ise tam zamanı.
Umut davası, Tevhid–Selam örgütü mağdurları bunların en belirginleri. Halen 16 yıldır cezaevlerinde tutulan insanların bu örgütün kurduğu kumpaslarla hayatlarının karartıldığı aşikar. Hükümet bu örgüte ağır bir darbe vurmak istiyorsa ihanet çetesinin mağdur ettiği bu insanları derhal serbest bırakmalı ya da en azından yeniden yargılanmalarına imkan tanımalıdır.
Bir de FETÖ örgütüne yönelik operasyonlar kapsamında Ak Parti kendi içinde de bir temizlik harekatı başlatmalıdır. Tabiri caiz ise sokağı temizlemeye kendi evinin önünden başlamalıdır. “Hırsız evin içindeyse kapı kilit tutmaz” atasözü doğru bir sözdür…
Son söz olarak Sayın Cumhurbaşkanı’na buradan seslenmek istiyorum. Ülkemizin başına FETÖ örgütünü de diğer örgütleri de bela eden Amerika’dır. Sizin şahsınızda Türkiye Müslümanlarını terbiye etmek ve diz çöktürmek isteyen de Amerika’dır. Başta Suriye olmak üzere tüm İslam coğrafyasını kan gölüne dönüştüren de Amerika’dır. Mescid-i Aksanın işgalcisi Siyonist İsrail’in koruyucusu, hamisi de Amerika’dır.
Halk olarak biz kefenlerimizi giydik. Ayağa kalkıp Amerika’yı ve tüm işbirlikçilerini bu ülkeden kovmanızı bekliyoruz. Biz biliyoruz ki Türkiye’nin bağımsızlığı, ümmetin bağımsızlığıdır. Türkiye’nin kurtuluşu ümmetin kurtuluşudur. Tarihi bir fırsat önünüzde duruyor. Etrafınızı kuşatanların sizi yanıltmasına bu sefer fırsat vermeyin. Ben alanlarda olan biri olarak şahidim ki 15 Temmuz gecesi halkımız sokağa demokrasi veya herhangi bir partiyi korumak için değil İslam’ı ve Müslümanları temsil ettiğine inandığı, sizi ve vatanını korumak için sokağa çıktı. Bunun gereğini yerine getirmek de size düşer…
Bu vesile ile bir kez daha tekrarlamak isterim ki 15 Temmuz direnişinin onuru hiçbir partiye, derneğe, vakfa, platforma ait değil yalnızca Müslüman halkımıza aittir.
Direniş destanını kanlarıyla yazan şehitlerimize, gazilerimize selam olsun.
Vesselam…