MEDYA
08 Aralık 2010 - 01:06
Saadet Partisi lideri Necmettin Erbakan, AK Parti'yi İsrail iktidar yaptı
Saadet Partisi lideri Necmettin Erbakan, AK Parti'nin İsrail'in desteğiyle iktidara geldiğini söyledi.
MEDYA
08 Aralık 2010 - 01:06
Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, “Yazı İşleri Özel” programında Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.
Erbakan, “Genel başkanlık görevini üzerimize almak mecburiyetimiz yok. Biz bunun lideriyiz ama çalışmaları yürütmek sıkışık anlarda bazen komutanlar idareyi doğrudan alırlar” diye konuştu.
Necmettin Erbakan, programda AK Parti ile ilgili görüşlerini de açıkladı.
‘BİLMEDEN KULLANILIYORLAR’
Erbakan, AK Parti’nin iktidara gelmesinde israil'in rolü olduğunu iddia etti.
Erbakan, “Siyonizme hizmet ediyorlar. Bile bile ülkelerine kötülük yapmazlar. Bunlar temiz çocuklar, bilmeden kullanılıyorlar” diye konuştu.
Erbakan, 28 Şubat'ı da NATO'yu İslam’a karşı kullanmanın bir tatbikatı olarak değerlendirdi.
‘YARIŞ SAADET VE AK PARTİ ARASINDA OLACAK’
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile aralarında sevgi ve saygı olduğunu belirten Erbakan, genel seçimlerin de AK Parti ile Saadet Partisi arasında geçeceğini öne sürdü.
‘ÜZERİNDE DURMAYIZ’
Erbakan, Saadet Partisi’nden ayrılan Numan Kurtulmuş'un kurduğu Has Parti'yle ilgili olaraksa "Üzerinde bile durmayız" diye konuştu.
ERDOĞAN’IN GEÇMİŞTE SİYONİST BARONLARLA İRTİBATLARI VE ABRAHAM FOXMAN’LA BULUŞMALARI
Abraham Henry Foxman; merkezi ABD’de bulunan, Yahudilerin kurduğu “İftira ve İnkârla Mücadele Birliği” (ADL)’nin (Daha doğrusu; Siyonizm’in şeytani amaçlarını ve sömürü çarklarını açığa vuranları susturma derneği) Başkanlığını yapan, çağımızdaki Siyonist Yahudilerin önde gelenlerinden sayılan Amerikalı bir avukattır. 1 Mayıs 1940 (79 yaşında) Sovyetler Birliği doğumlu olup, -bu Rus Yahudileri sonradan Amerika’ya taşınmışlardır- New York Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitiren Abraham Foxman, zamanla “Gizli Dünya Devleti” olarak tanımlanan Siyonist organizasyonlarda en üst görevlere taşınmıştır.
Bizi ilgilendiren en önemli tarafı ise; Sn. Erdoğan ve ekibinin, Erbakan’dan koparılıp AKP’yi oluşturma ve bunları iktidara taşıma operasyonlarında başrol oynamasıdır.
Sn. Tayyip Erdoğan, “AKP’yi kurmadan önce Pensilvanya’ya gidip Fetullah ile buluştuğunu” yalanlasa da, Siyonist önder Abraham Foxman ile İstanbul’da görüştüklerini inkâra kalkışamazdı. Sn. Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce, arkadaşları ile ABD’ye gidip kulis yaptığı konusunda basında onlarca haber yayımlanmıştı. Zaten Abdullah Gül ile beraber Sn. Erdoğan’ın; Dünya Yahudi Cemaatinin önderi ADL Başkanı Abraham Foxman ile İstanbul’da gizli görüşmeleri kesinlik kazanmıştı ve bu buluşmayı 2001 yılında Star Gazetesinde, sağlam bilgi kaynaklarıyla birlikte Sabahattin Önkibar yazmıştı. Bu nedenle Tayyip Bey’in; “yerliyim, milliyim, dolar lobisi, üst-akıl, kahrolsun İsrail!” söylemleri samimiyetten uzaktır ve halkımızı avutmaya yönelik kof sloganlardır. Üstelik “Fetullah Gülen’in de aynı Abraham’ın ve Siyonist odakların hizmetkârı olduğu artık ortak kanıdır.” tespitlerine hiç kimse itiraza kalkışmamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine "Cesaret Ödülü" takan, sonra geri verilip verilmediği hâlâ tartışılan Musevi temsilcisi ile görüşmeleri üzerinde dikkatle durulmadan, AKP iktidarının perde arkasını anlamak imkânsızdır!
Hatırlayalım; Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, 2016 Mart’ındaki Washington temasları “sürprizlerle” doluydu. Erdoğan’ın temasları kapsamında en ilgi çekenlerden biri de, ABD’deki Musevi Lobisi ile görüşmesi olmuştu. Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan, “Erdoğan’ın görüşeceği Musevi lobisi temsilcileri” listesinde, kendisinin çok yakından tanıdığı bir isim de vardı. Erdoğan’a önce “Musevi Cesaret Ödülü” takan, daha sonra yoğun itirazlar üzerine bu ödülü geri gönderip göndermediği tartışılan bu kişi Anti Defamation League (ADL) temsilcisi Abraham Foxman oluyordu. Siyonist Yahudilerin kurduğu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği’nin (ADL) Başkanı Abraham Henry Foxman’dı. Foxman, Erdoğan’ın “Musevi Cesaret Ödülü”nü 2003 yılında elinden aldığı Siyonist Yahudi olmaktaydı. Yine Mart 2014’te, Erdoğan’ın Siyonizm karşıtı söylemleri nedeniyle “dehşete düştüm” diyen ve ödülü geri isteyen kişi de Foxman’dı ama bu ödülün geri verilip verilmediği hâlâ tartışılmaktaydı.
30 Mart 2016 tarihinde: T.C Cumhurbaşkanlığı Dışişleri Başkanlığı şu açıklamayı yapmıştı:
Sayın Cumhurbaşkanımızın ABD ziyaretleri vesilesiyle kabul edeceği saptanan Musevi kuruluş temsilcileri şunlardı:
1. Abraham Foxman Anti Defamation League (ADL)
eski Ulusal Direktörü
2. Peter Perlman B’nai B’rith Yönetim Kurulu Başkanı
3. Richard Stone Confence of Presidents Eski Başkanı
4. Malcolm Hoenlein Conference of Presidents
Başkan Yardımcısı
5. Robert Singer World Jewish Congress Başkan Yrd.
Yönetim Kurulu Başkanı
6. Robert Cohen AIPAC Başkanı
7. Arthur Abramson Baltimore Jewish Council İcra Direktörü
8. Ron Halber Jewish Community Relations Council
of Greater Washington İcra Direktörü
9. Brenda Shaffer Georgetown Üniversitesi
Öğretim Görevlisi
10. Kenneth Jacobson ADL Ulusal Direktör Yardımcısı
11. Greeg Mashberg ADL Eski Yönetim Kurulu Başkanı
12. Marvin Feuer(?) AIPAC Siyasi İşler Direktörü
O dönemlerde ADL’nin Ulusal Direktörü olan Foxman, artık bu görevini bırakmış durumdaydı. Ancak yine de Erdoğan ile görüşmeye katılmıştı. Foxman’ın mensup olduğu ADL dışında, Erdoğan’la görüşen Amerika’daki etkin Musevi kuruluşları arasında; B’nai B’irth, Başkanlar Konferansı, Dünya Musevi Kongresi, AIPAC, Baltimore Musevi Konseyi üyeleri de bulunması “Bu bir görüşme miydi, yoksa hesaba çekme miydi?” sorularına yol açmıştı.
Siyonist Lider Abraham Foxman’ın, Erdoğan ve FETÖ İrtibatı!
11 Eylül’de New York’ta yıkılan İkiz Kulelerin olduğu bölgeye, içinde camii de bulunan bir İslami merkez yapılmasına, ABD’nin büyük Yahudi örgütü ADL (Anti-Defamation League-İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği) karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Newsweek Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Fareed Zakaria, ADL’nin kendisine 5 yıl önce verdiği ödülü geri yollamış ve kendisine verilen plaketin yanı sıra, 10 bin dolarlık parayı da postalamıştı. Üstelik derginin son sayısında yazdığı yazıyla bu tutarlı tavrına sahip çıkmıştı. Bu protesto, çoğu Amerikalının alışık olmadığı bir tavırdı. Çünkü Zakaria gibi; dünyada itibarlı bir dergi sayılan Newsweek’in başında bulunan, önemli haber kanalı CNN’de program yapan, Washington Post’ta köşe yazarı olan bir ismin, Yahudi cemaatinin etkili olduğu Amerikan medyasında böylesine bir tepki vermesi şaşırtıcıydı. Çünkü Zakaria kaybedecek çok şeyi olan birisi konumundaydı.
Nitekim, Zakaria’nın bu onurlu tavrı vicdan sahibi hemen herkes tarafından saygıyla karşılanmıştı. ADL Başkanı Foxman da Zakaria’nın bu estetik protestosuna kibar bir cevap vermek zorunda kalmıştı. Yahudi örgütlerine karşı reaksiyoner duruşu ile bilinen ve hele İslamcı geçinen bir kısım medya bu haberi neden atlamıştı? Olayı neden görmezden geliyor gibi davranmıştı? Örneğin; Newsweek’i Türkçe’ye kazandıran ve bu sayede Zakaria’yı Türk okuyucusu ile buluşturan Habertürk için, bu konunun hiç mi haber değeri bulunmamıştı? Ancak eminiz ki konuyu haberleştirmeyenler birilerinin bu satırları yazacağını da anlamışlardı.
ADL-Erdoğan İrtibat ve Gizli İttifakı!
Zakaria’nın protesto ettiği Yahudi Örgütü ADL, bilindiği gibi 2005 yılında Erdoğan’a “üstün cesaret ödülü” vermişti. Örgütün 104 yıllık tarihinde bu ödüle layık bulunan tek Müslüman kişi Başbakan Erdoğan idi. İsrail ile yaşanan kriz sonrası Türkiye kamuoyunda yükselen “ödülü iade et” çağrılarını bile, Sn. Erdoğan’ın ağırdan alması ilginçti. CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk, Başbakan Erdoğan’a verdiği soru önergesinde şunları söylemişti: “İsrail devletinin 1948 yılında kurulmasına omuz veren ABD ve İngiliz devlet adamlarına bile bu ödül verilmemişti. Şimdi böyle bir madalyayı boynunuzda taşıyarak, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren Türk yurttaşlarına karşı giriştiği saldırıyı kınayan sözleriniz ve girişimleriniz inandırıcı görülmemektedir."
ADL’nin Fetullah Gülen Merakı!
CIA elemanı ve FETÖ başı Fetullah Gülen de, 1997 yılında ABD'de ADL Başkanı Abraham Foxman ile buluşmuşlardı. Foxman, Gülen'den İslam’da hoşgörü konusu ile ilgili bir kitap yazması ricasını aktarmıştı. Bu kitabı ADL, İngilizceye çevirerek dağıtmış, kısacası kitabın sponsorluğunu yapmışlardı.
Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, daha önce 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları yazmıştı:
“İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi altındaki ADL (Anti Defamation League) 1913 yılında kurulmuş bir dernektir. ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir… Kurdukları Denizaşırı Yatırımcılar Servisi adlı şirketle milletlerarası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün Hristiyan ve Müslüman bölgesinde, geniş arazilerin kanunsuz alım satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde, FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman, suçu daima ADL’nin üzerine yıkıvermektedir.
ADL’nin bilinen cinayetleri ise şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu katledilmişti. Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi, 1985’in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL’yi görmekteyiz… ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını; Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel Soruşturmalar Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de görevlendirmektedir. İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini aralıksız sürdürmektedir ve İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar içerisindedir. Aynı ADL, Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetiştirmektedir.”
Ama bunların kaypaklık ve münafıklığına bakınız ki; 10 Mart 1998’de aynı Zaman Gazetesi ADL’nin Fetullah Gülen’in kitabını bastıracağını şöyle haber yapmıştı:
“Üç gündür Türkiye’de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Mesut Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Hikmet Çetin ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’den sonra Fetullah Gülen ile görüştü. 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fetullah Gülen’in Türkiye’deki ve yurtdışındaki çabalarını, önümüzdeki yüzyılın barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirttiler. Bu görüşmede; Gülen’in, ABD’nin en etkili Yahudi Lobisi olan ADL’nin (Anti Defamation League) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap da gündeme geldi. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söyledi. Kitap, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacak.”
“İşte ADL ile Türkiye’deki dinci münafıkların ve sözde İslamcı iktidarın romantik ilişkileri böyle kurulmaktaydı. Sanırız gururlu ve nazik de olsa bir protesto haberi Türkiye’deki din istismarcılarından hiç çıkmayacaktı” diyenler haklıydı.
Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün Siyonist Foxman’la görüşmelerini, Sabahattin Önkibar da 20 Temmuz 2019 Youtube Kanalındaki Konuşmasında Şöyle Aktarmıştı:
Bütün siyaset adamlarının, sorarsanız bir davası vardır. Herkes kendinin dava adamı olduğunu savunmaktadır. Ama maalesef konjonktüre göre bu siyasilerin davaları değişikliğe uğramaktadır, şartlar farklılaşınca onların davası da değişip durmaktadır. Öyle olmasa Sn. Devlet Bahçeli, üç dört sene önce Tayyip Erdoğan'ı PKK’dan daha tehlikeli bulurken ve bunu dava olarak topluma sunarken şimdi; Tayyip Erdoğan Devletin bekası için olmazsa olmaz demeye kalkışır mıydı?
Ve yine, mesela Bülent Arınç diye bir siyasi figür vardır. Tanınan bilinen Bülent Arınç, dava adamı olarak kendini lanse edip durmaktadır. Ama Bülent Arınç’taki savrulma çok ilginç boyutlardadır. Bakın; Sn. Abdullah Gül'ün babası vefat ettiğinde Bülent Arınç o cenaze namazına katılamamış, bir gün sonra gitmeyi tercih buyurmuşlardı. Niye biliyor musunuz? Tayyip Erdoğan'la karşılaşmamak için böyle davranmıştı. O ara Tayyip Erdoğan'la adeta kanlı bıçaklıydılar. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç için; “o adam” diyordu. Bülent Arınç da Tayyip Erdoğan'ı gıyabında yerden yere vuruyordu. Derken birdenbire, Cumhurbaşkanlığı yüksek istişare kurulu üyesi yapıldı. Aynı Bülent Arınç, bu sefer Tayyip Erdoğan’a “mert, civan delikanlı” demeye başladı. Neden mi? Damadı; “FETÖ”cülükten hapiste olan, FETÖ imamı diye içeri atılan damadı, alelacele tahliye edilip kurtarılmıştı. Dahası; oğlu AKP’den milletvekili yapılmıştı. Sayın Arınç’la Sayın Erdoğan'ı barıştırmak için birilerini devreye sokmuşlardı. O barış sürecinden sonra da bütün bunlar yaşanmıştı. Arınç'ın damadı hapisten çıktı, oğlu mebus yapıldı, kendisi de aylık 18 bin liralık saray danışmanı atandı!.. Arınç’ın da davası ve iddiası birdenbire askıya alındı...
Tayyip Erdoğan'a gelince Tayyip Erdoğan 90'lı yıllarda hatırlayalım; sadece 90'lı yıllarda değil, 70'li yıllarda, 80'li yıllarda da nasıldı, bir bakalım... Ta 2001 senesine kadar Tayyip Erdoğan Milli Görüş Davası’nın cengâveri sayılmaktaydı. Evet militanıydı. Kayıtlarda vardı... Peki, sonra; sonra 2001 senesinde çıktı dedi ki: “Milli Görüş gömleğimizi çıkardık!” Ne oldu şimdi? Çünkü onun davası; makamı, çıkarı ve havasıydı!..
Ve Sn. Erdoğan Avrupa Birliği davasının mücahidi olup çıkmıştı. Oysa senelerce Avrupa Birliği’ne karşı çıkmıştı. Evet, bu yeni davasına öylesine bağlanmıştı ki Kıbrıs Davası’nın gerçek kahramanı Rauf Denktaş’ı karşısına almış “yes be annem” kampanyaları başlatmıştı. Kıbrıslı Rumlarla birleştirmek için bunları yapmıştı. Evet, sadece Avrupa Birliği olsa iyi, bir ara Barış Hikâyesi ile PKK ile açılıma yanaşmış, onu davası yapmıştı. Barış Davası! Aynı şekilde Fetullah ile kol kola girerek Menzil Yoldaşlığı yapmış, onun davulunu çalmıştı. Sonradan PKK'ya cephe almış, Fetullah'a hücuma başlamıştı...
Şimdi asıl konumuza gelelim; Erbakan'ın neden ağlatıldığına!? Erbakan öyle ağlak bir karakter değildi, siyasette hiç görülmüş duyulmuş şey değildi. Ama Erbakan'ın hüngür hüngür ağladığının dolaylı olarak tanığıyım. Osman Yumakoğulları, Milli Görüş Hareketi’nin önde gelen isimlerinden sayılırdı ve Erbakan’a çok çok yakındı. O bir gün bana geldi, bütün bunları kendisi anlattı. Bana: “Sen Hocamı hüngür hüngür ağlattın” deyince şaşırdım. “Hayırdır, neden?” diye sorunca; bana “2001 yılında, Tayyip Erdoğan’la ADL Başkanı Abraham Foxman’ın İstanbul’daki gizli buluşmalarını yazdığımı” hatırlattı.
Bu olay şöyle yaşanmıştı:
“Yıl 2001. Evet, AKP henüz kurulma aşamasındaydı, ama kurulmamıştı. O günlerde 2001’in başları, bana bir bilgi ulaştı. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül İstanbul'da çok çok önemli ve esrarengiz biri ile buluşacaklardı. (Bilgiyi aktaran) araştırın diye uyardı. Ben o zaman Cem Uzan'ın Star grubunda çalışmaktayım. Hemen İstanbul'da ne yapabilirim, nasıl öğrenebilirim? diye düşünmeye başladım. Aklıma hemen, Emniyet İstihbaratta çalışan bir yetkili geldi; çünkü Emniyet İstihbaratının İstanbul’daki önemli yabancıları bilmesi lazımdı. Emniyet İstihbarattaki o ismi aradım. “Önemli bir isim İstanbul'da yarın Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile buluşacaklar. Ne olur, o ismin kimliğini öğren, nerede buluşacaklar, kaçta buluşacaklar? Bunları bilmem lazım” dedim. Sağ olsun o süreç, DSP-MHP-ANAP dönemi, bizim etkili olduğumuz dönemdi. Bürokraside dostlarımızın olduğu dönemdi.
Dolayısıyla bir gazeteci olarak bana, eksik olmasın anında Emniyet İstihbarattan: “Evet” dediler; Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, yarın filan yerde şu saatte çok çok çok önemli bir isimle böyle bir görüşmeyi yapacaklar” haberi geldi. Doğrulattım ve ertesi gün o görüşme gerçekleşti sevgili seyircilerim. Tabi bu, sansasyonel bir buluşmaydı, sansasyonel bir görüşme idi. Ben de oturdum, bunu köşemde yazdım. O zaman Star Genel Yayın Koordinatörü sevgili Yılmaz Özdil idi. Haberleri o yerleştirirdi sayfaya. Benim yazıyı tam sayfa manşet yaptı. Star da o günlerde bir milyon satıyordu. Cem Uzan dönemi, Star çok etkiliydi.
Hakikaten kıyametler koptu, öylesine kıyametler koptu ki, Tayyip Erdoğan beni aradı. Tayyip Erdoğan'la biz tabi tanışıyoruz, görüşüyoruz. O güne kadar benim defalarca programıma geldi. Hatta Star TV’de, Star Televizyondaki programıma bile geldi. Daha önce Tayyip Erdoğan TGRT’de programlarıma geldi. Yani diyaloğumuz vardı. Telefonda bana:
“Sebo beni mahvettin.” dedi. “Ya”, dedim; “yaptığım haber yalan mı?”
“Yalan değil ama sen benim hemşerimsin, yazmaman lazımdı” diye sızlandı.
Dedim ki; “Ya, ben gazeteciyim, yani haber yalansa ben senden özür de dilerim, tekzip de yayınlarım.” Hayır, haber yalan değil, yalanlayamam. Zaten yalanlama imkânları yoktu. Çünkü ben yalanlayamamaları için bütün önlemleri, tedbirleri almıştım. Kabul etmek zorunda kaldılar. Diyeceksiniz ki “ya iyi anladık da arkadaş, kiminle görüştü, o sansasyonel isim kim?” Açıklıyorum; o sansasyonel isim Dünya Yahudi Konseyi Başkanı, ADL Başkanı Abraham Foxman idi.
Evet, AKP kurulurken belli ki ondan vize mi aldılar, istişare mi ettiler?.. Böyle basına kapalı, gizli-kapalı kapılar ardından saatler süren bir görüşme yaptılar. Gizlice buluştular ve bu görüşmeyi ben afişe edince, o gün bugündür Tayyip Erdoğan'ın bana kırılmasının, bana mesafe koymasının, bana kızgınlığının-kırgınlığının, kin duymasının sebebi bu haberdir sevgili seyirciler. Başka hiçbir şey değil. Oysa o bir Cumhurbaşkanı-Başbakan, ben bir gazeteciyim, başka ne olabilir ki. Bu haberi yazdım diye Tayyip Erdoğan'ın öyle bir kin tutma tarafı var; bana o gün bir kızdı, tam kızdı. Ben de o günden bugüne çizgimde hiçbir kırıklık yapmadan, 2001’den bugüne, AKP’ye muhalefetimi yani bazıları gibi dönem dönem değil; kurulmadan, kuruluş günlerinden bugüne; siyasal İslam'ın Türkiye için virüs olduğunu, sadece Türkiye için değil dinimiz İslam için de tehdit olduğunu vurgulaya geldim. Çünkü bakın siyasal İslamcı iktidar, bugün insanları dinden soğutuyor, çocuklarımızı “deist” yani dinsiz yapıyor. Artık sadece Allah'a inanıyor, dine inanmıyor. “İslam bu ise, ben Müslüman değilim” diyor evlatlarımız. AKP’ye bakıyor, iktidara bakıyor, Fetullah'a bakıyor; “İslam bu ise ben değilim” diyor. Ben bunu 2001'den beri söyleye geldim. Tabii bu haberim olağanüstü akis yaptı.
Osman Yumakoğulları’nın Erbakan’la İlgili Anlattıkları
İşte bu haberden birkaç gün sonra Osman Yumakoğulları Star Gazetesi Ankara bürosuna geldi. Randevu istedi. Buyrun, hoş geldiniz dedim. Çayını kahvesini söyledim. Bana: “Sabahattin Bey, siz Hocamı; Sayın Erbakan'ı hüngür hüngür ağlattınız!” deyince şaşırdım.
“Hayırdır” dedim “nasıl ağlatmışım?” diye sorunca hadiseyi şöyle aktardı: “Senin Recep T. Erdoğan’la Abdullah Gül’ün, Foxman’la görüşmesini haberleştirdiğin o yazın Star Gazetesinde çıkınca ben de yanındaydım. Erbakan Hocama önce telefon ettiler; Efendim gazeteleri gördünüz mü? diye. Getirin gazeteleri talimatını verdim. O ara gazeteler içeri girdi, bir tek ben vardım yanında”.
“Sebahattin Bey bir şey yazmış Star’da, ben de bakmamıştım gazetelere” deyip Star Gazetesini açtı baktı, baktı baktı... Rengi gitti, gözündeki ışık gitti. Birdenbire ağlamaya, hıçkırmaya başladı. Ama nasıl bir ağlamak, nasıl bir hıçkırık... Hocam neredeyse titreyerek ve yüksek sesle ve ağlamaya başladı. Bunu duyan merhume Nermin Hanım koşarak içeri girdi ve paniğe kapıldı. Onlar da ben de Hocamı zar zor kendine getirdik. Uzun bir süre de kendine gelemedi. Sakinleşince, “Hocam, ne oldu?” diye sordum, Erbakan Hocam bana dönerek: “Ben bunların ahiretine ağlıyorum. (Fani dünya için baki hayatlarına nasıl kıydıklarına yanıyorum.) Bunlar bunun hesabını nasıl verecekler?!” (diye düşünüyorum) “Allah'ım! Allah'ım! Allah'ım!” diyerek ağlamışlardı.
Tabi burada, Sabahattin Önkibar’ın bir saptamasını, daha doğrusu saptırmasını da düzeltmemiz lazımdı: Bütün din istismarcısı parti ve iktidarları “Siyasal İslamcılar!” kategorisine alması ve Erbakan’ı da bunlara katması, eğer cahillikten kaynaklanmıyorsa kasıtlı bir iftiraydı. Çünkü Erbakan; asla ne “İslamcı” ne de “din
istismarcısı” olmamıştı. O Kur’an’ın ve Resulüllah’ın öğretilerine tam inanan ve uygulamaya çalışan samimi bir Müslümandı. Yok eğer, İslam’ı; sadece gelenek ve görenek dini ve bir aksesuar malzemesi olarak görmek, pek çok hükümlerini gereksiz ve geçersiz sayıp hayatın dışına itmek istiyorlarsa, bu gizli bir inkârcılık, yani münafıklıktır. Şayet Erbakan; Din istismarcılığı yapan ve Siyonist odakların hatırına Milli çıkarlarımızdan taviz vermeye yanaşan biri olsaydı, 28 Şubat tezgâhına muhatap olmazdı.
Zaten AKP; 28 Şubat’ın gayrimeşru meyvesi konumundaydı. Bu yazar ve yorumcuların, görünüşte Recep T. Erdoğan’ın yanlışlarına karşı çıkarken, gerçekte onu parlatan Abraham Foxman’ların uydurdukları kavramlarla İslam’a sataşmaları ise en azından ayıptır.
Sahi, Sn. Erdoğan’ın yanlışları ve haksızlıkları bahanesiyle ve “Siyasal İslam!” safsatasıyla dinimize ve mü’minlere sataşmak için fırsat kollayan bu fesatçı yazar-yorumcu takımı, neden acaba Siyasal İslamcı bu iktidarın ahlâki ve ailevi yapımızı tahribe çalışan ve LGBT’lilere sınırsız haklar tanıyan, AB dayatması ve Siyonist sermaye finanslı İstanbul Sözleşmesi’ne hiç karşı çıkmazlardı? Yoksa LGBT’lilere karşı olunca “Siyasal İslamcı” sayılmaktan mı korkulmaktaydı?
Ahmet Davutoğlu’nun “Davultozu” Çıkışları
Ahmet Davutoğlu bir programa katılıp şunları aktarmıştı:
“Bir ülkenin en dinamik gücü düşünce özgürlüğüdür. (Erdoğan iktidarında) Otosansürün en yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz…
Anayasa paketi ile ilgili bazı kaygılarımı ifade edebilmek için televizyon kanallarına girişimde bulundum, hiç kimse olumlu cevap veremedi. Bunun üzerine bir gazete ile mülakat yaptım. Mülakat çıktığında hayretler içerisinde kaldım, en temel kaygılarım yer almamıştı, çıkarılmıştı… Maalesef, ki hepsi bize saygı duyan gazeteciler, “durumu biliyorsunuz, bizi mazur görün” diye dert yanmışlardı.
Erdoğan'ın benden isteği "Başbakan gibi görün ama başbakan gibi olma" (Yani uzaktan kumandalı robot gibi davran!) idi... Oysa yasama güçlendirilmeli, yargı bağımsızlığı teminat altına alınmalıdır.
AKP'nin MHP ile girdiği ittifak ilişkilerine karşı çıktığımı ilk günden beri söyledim, Erdoğan'a da aktardım.”
Ahmet Davutoğlu, bu itiraflarını; Rusya’nın Sputnik haber ajansı bünyesindeki RS FM’de program yapan Yavuz Oğhan'ın YouTube’daki, “Bi De Bunu İzle” isimli programında aktarmıştı. Yavuz Oğhan, Akif Beki ve İsmail Saymaz'ın sorularını saatlerce yanıtlamıştı. Ama Yavuz Oğhan’ın dört yıldır başarıyla sürdürdüğü ‘Bi De Bunu Dinle’ ile Akif Beki ve İsmail Saymaz’la iki yıldır yaptıkları ‘Söylemesi Bizden’ programı hemen yayından kaldırılmıştı. Üçü de kendilerini bir anda kapının önünde bulmuşlardı. Bu talimatın Moskova'dan geldiği konuşulmaktaydı. Rusya'nın resmi haber ajansı olan Sputnik, anlaşılan, Tayyip Erdoğan'ın eleştirildiği bir programla çizmeden yukarı çıkılmasına razı olmamıştı” diye sızlanan Hasan Cemal bir zamanlar Tayyip Bey’in “Ağabeyi” konumundaydı.
Recep T. Erdoğan’a, İlluminati’nin Kralı Rothschild’ler Büyük Destek mi Sağlamıştı?
Kimilerine göre dünyayı yönettiği söylenen İlluminati’nin en büyük destekçilerinden birinin ünlü Rothschild ailesi olduğu konusunda herkes fikir birliği ediyordu. Peki, bu ailenin AKP ve Erdoğan’la yakın teması nereden geliyordu?
Rothschild Yatırım Bankası AKP iktidarı döneminde (2000’li yılların ortalarında) Türkiye’de bir şube açmıştı. Banka 2005–2007 yılları arasında Türkiye’deki özelleştirme ve şirket evliliklerine ilişkin yaptığı operasyonlarla adını duyurmaya başlamış ve bu süre zarfında 15,3 milyar Euroluk bir işlem hacmine imza atarak, bu alandaki rakiplerine çok büyük bir fark atmıştı. Rothschild Yatırım Bankası’nın Türkiye operasyonlarının başında, 2007 yılından bu yana Yönetim Kurulu Başkanı olarak Dr. Yılmaz Argüden bulunmaktaydı. Ve Argüden’in web sitesinde Rothschild Bankası ile AKP hükümeti arasındaki ilişkileri anlatan çok ilginç bir bölüm yer almaktaydı.
Bay Yılmaz Argüden bu bilgi notunda; Rothschild Bankasının, Türk hükümetinin, General Electric gibi yabancı yatırımcı şirketlerin ve bazı “seçkin” Türk ailelerinin danışmanı olduğunu gururla açıklamıştı. Bu Rothschild’in Türkiye pazarında ilgi duyduğu alanlar ise şunlardı:
a) Erdoğan’ın ikide bir böbürlenerek söylediği Nükleer Santralin finansmanını,
b) Türkiye’deki bor vb. maden yataklarını,
c) Kıymetli arazileri ve arsalarımızı (Atatürk Orman Çiftliği dâhil 2018’de Rothschild’in Türkiye’de büyük bir arazi kapattığı ortaya çıkmıştı. Bunun da özellikle İstanbul’a yeni yapılan havaalanı ile Kanal İstanbul bölgelerinde olduğu yazılıp konuşulmaktaydı.)
Sonuç olarak: Yeni şirket ortaklıklarını ve yabancıların yatırımlarını kolaylaştırma yoluyla Erdoğan iktidarına dolaylı destek mi sağlanmaktaydı?
Peki Rothschild Ailesi Bu Paraları Nasıl Kazanmıştı?
Ailenin Avrupa’da tanınmaya başlaması 1744′te döviz değişimiyle uğraşan, Hesse Prensi ile ticaret yapan (1710 doğumlu) Yahudi Amschel Moses Rothschild‘in oğlu olan Mayer Amschel Rothschild’in Frankfurt, Almanya’da doğumuyla başladı. Frankfurt’un Judengasse denilen Yahudi gettosunda doğan Mayer, bir finans kurumu kurdu ve iş yapmaları için 5 oğlunu farklı Avrupa şehirlerine yollayarak etki alanını arttırmayı başardı.
Rothschild’lerin ün ve zenginlik kazanmaları Napolyon’un İngiltere ile yaptığı savaş ile başladı. Savaşta İngiltere’ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden Rothschild’ler, bu dönemde bir yandan savaşı finanse ederken diğer yandan da hükümetlere yüksek faizle borç vermeye başladı. Savaşın sona ermesini ve Napolyon’un kaybettiği haberini, kurdukları geniş istihbarat ağı sayesinde ilk olarak Rothschild’ler öğrenmiş olmaktaydı. Rothschild’ler Londra borsasında elinde bulunan bütün hisseleri satmaya başladı. Bu da Napolyon’un savaşı kazandığı izlenimini doğurmayı başardı. Bunun üzerine herkes de Rothschild’leri izleyerek hisselerini satmaya başladı. Rothschild’ler, bir yandan da bu hisseleri toplattı. Ertesi gün Napolyon’un savaşı kaybettiği haberi alınmıştı. Rothschild’ler bu bilgi sayesinde bir gecede büyük bir servet yığmışlardı. Ayrıca Rothschild’ler, İspanya’da bulunan İngiliz Ordusu’nu finanse etmek amacıyla, kardeşleri sayesinde Fransa’dan altın da taşımışlardı. Bu çabaları Rothschild’lere “İngiliz Hazinesinin Temsilcisi” unvanını kazandırmıştı. Ayrıca bu sayede Rothschild ailesi üyeleri İngiliz meclisine girmiş ve “baron” unvanı almışlardı. Savaşın sonunda ise Rothschild ailesi Fransa’ya borç vermeye başlamıştı.
Avrupa’da birçok hükümeti yüksek faizli borca bağlayan Rothschild’ler, savaşlar sayesinde Uzakdoğu ile de tanışmıştı. Bu dönemde Çin’de ticaret yapan İngiliz tüccarlar, Çin İmparatorluğu ile ters düşmelerinin ardından, İngiliz Kraliyetinin desteğini almak için Rothschild’lere başvurmuşlardı. İngiliz Kraliyetini ikna etmeyi başaran Rothschild’ler “Afyon Savaşı”nı (uyuşturucu kaçakçılığını) da finanse etme kararı almıştı. Çin’in mağlubiyeti ile biten savaşın ardından Rothschild ailesi, İngiliz hâkimiyetine geçen Hong Kong’un kontrolüne de yardımlarının karşılığı sahip olmuşlardı. Burada kurdukları HSBC (Hong Kong Shangai Bank Corporation) sadece Rothschild’lerin para baronluğunun Dünya üzerinde tescillenmesini sağlamamış, aynı zamanda afyon ve uyuşturucu ticareti de Rothschild’lerin eline geçmiş olmaktaydı.
Rothschild’ler, Almanya’da da sanayi devrimi sonrası birçok şirketin kuruluşunu finanse ediyorlardı. Ayrıca bir yandan da Amerika’ya geçerek altın için yerli katliamlar yapmışlardı. Amerika kıtasının yeraltı zenginliklerini keşfeden Rothschild’ler ilgilerini altına yoğunlaştırmıştı. Osmanlı topraklarının çözülmeye başlamasıyla birlikte, Rothschild’ler iki koldan Ortadoğu’ya saldırmaya başlamıştı. Rothschild’lerin Ortadoğu’ya sızmalarının en büyük amacı; İsrail’i kurmak yanında bölgedeki petrol yataklarıydı. Ayrıca diğer taraftan da Filistin topraklarının satın alınması için 2 milyon Sterlinlik bir fon oluşturmuşlardı. Böylece Filistin topraklarının en verimli yerleri Yahudilerin eline geçmeye başlamıştı.
2. Dünya Savaşı’nda Rothschild’ler Hitler’e de sermaye oluşturmuşlardı.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik anlamda adeta yerle bir olan Almanya’nın yeniden inşası da Amerikalı finans çevrelerine kalmıştı; ki bunlar Rothschild’lerin Amerika’daki uzantılarıydı.
Rusya’daki sosyalist ve komünist hareketi finanse ve organize eden de bunlardı. Ülkeler kapitalist-komünist, halklar sağcı-solcu diye kamplaşıp boğuşurken, hepsinin yuları Siyonist odakların elinde bulunacaktı. Böylece Hitler’in inanılmaz yükselişine zemin hazırlanmıştı. Hitler’in savaştan önceki yıllarda inanılmaz savunma harcamaları ve büyüyen askeri gücü Rothschild hanedanlığının yardımı ile sağlanmıştı. Ayrıca başka kişiler tarafından bu sayede İsrail’in kuruluşuna bir zemin hazırlandığı, Afrika’da ise elmaslar için iç savaşları kışkırttığı bilinip durmaktaydı. Rothschild ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında da çok büyük rol oynadığı kanıtlanmıştı.[3]
Berat Albayrak ve Jared Kushner: İki Damadın “İyi Hâl Kâğıdı” Açmazı
Hem ABD hem de Türkiye, diplomaside damatları ön plana çıkaran iki ülke konumundaydı. ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner, Ortadoğu’da barışın! (aslında ABD-İsrail planının) hayata geçirilmesi için Suudi Arabistan’dan sonra Türkiye’ye uğramıştı. Kushner, söz konusu planla birlikte kayınpederi Trump’ın çok özel bir mesajını da beraberinde getirip Erdoğan’a sunmuşlardı. (Aslında yapılan görüşme diplomatik temayüllere aykırıydı. Çünkü Kushner, Erdoğan’ın muhatabı sayılmazdı.)
Türkiye’de “Kushner ile Erdoğan üç saatlik görüşmede neyin pazarlığını yaptılar?” tartışması süredursun, ABD’de Trump’ın damadının, gerekli güvenlik soruşturmalarından torpile rağmen geçemediği konuşulmaktaydı. Güya ABD istihbaratı, Kushner’i yabancı bir ülkeye angaje olduğu için (İsrail tabii ki) “temiz kâğıdı”nı vermek hususunda ağırdan almaktaydı. (Oysa bu tavır, damadı üzerinden Trump’ı Siyonist Lobiler nazarında kıymetlendirme hesaplıydı. Ayrıca Amerikan halkını da yatıştırma amaçlıydı.) Buna karşın Trump’ın baskısıyla “çok gizli” belgelere ulaşımı sağlanmış, ancak damadın kozmik bilgilerle ilgili iyi hâl kâğıdı bir türlü alınamamıştı. Özetle, Jared Kushner, temiz kâğıdı olmadan diplomatik girişimlerini sürdürüyorlardı.
Gelelim Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a…
Berat Bey’in de geçmişinde FETÖ okullarından mezun olmaktan tutun da Çalık Holding’de çalıştığı dönemde, Kuzey Irak’tan yasa dışı yollarla alınan petrolün transferindeki payına kadar… Enerji Bakanı olduğu dönemde yandaşların nemalandırılmasından ABD mahkemelerindeki dosyalarda yer alan şaibeli ilişkilerine kadar “iyi hâl kâğıdı” almasına engel faaliyetleri vardı. Ve inanın Berat Albayrak Erdoğan’ın damadı olmasa, dar kapsamlı bir güvenlik soruşturmasını bile geçemeyeceği konuşulmaktaydı.
Maalesef, ABD ile Türkiye arasındaki diplomasi temiz kâğıdı alamamış iki damatla yürütülmeye çalışılmaktaydı.
Ve Gelelim Bugünkü Duruma:
• Siyonist ve terörist İsrail’in bütün işgal, katliam ve barbarlığına… Ve kamuoyunda yapılan onca baskıya rağmen, Sn. Erdoğan’ın İsrail ile imzaladığı NORMALLEŞME (yani arayı düzeltme ve ilişkileri geliştirme) anlaşmasını hâlâ iptale yanaşmaması…
• Kıbrıs’ı ve Akdeniz’in kaynaklarını paylaşmak ve Türkiye’yi dışlamak ve kuşatmak üzere; Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve ABD ortak ekonomik ve askeri anlaşmalar imzaladığında; Sn. Erdoğan Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarına sert çıkışlar yaptığı halde, İsrail teröristini bir sefer olsun ağzına almaması…
• Görünüşte AB dayatması olduğu halde, gerçekte Siyonist odakların finansörlüğünü yaptığı LGBT (eş cinseller ve lezbiyenler gibi sapıkların) haklarını sağlama ve koruma amaçlı, malum ve mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de imzalayıp, 2014’te yürürlüğe sokan; hatta halkın haklı tepkisini törpülemek için “E canım Allah kanunu değil ya, gerekirse vazgeçeriz!..” demesine rağmen, bu rezaletle ilgili düzenlemeleri uyum yasaları diye tek tek kanunlaştırıp, kural ve kurumlarını yaygınlaştıran Sn. Erdoğan’ın, ahlâki ve ailevi yapımızın temeline dinamit koyan bu anlaşmayı bir türlü askıya almaması…
Acaba nasıl yorumlanmalıydı ve hangi hikmete dayandırılmalıydı? Bu talihsiz tavırlarının Siyonist baronlarla eski irtibatıyla bir bağlantısı var mıydı?
Erbakan, “Genel başkanlık görevini üzerimize almak mecburiyetimiz yok. Biz bunun lideriyiz ama çalışmaları yürütmek sıkışık anlarda bazen komutanlar idareyi doğrudan alırlar” diye konuştu.
Necmettin Erbakan, programda AK Parti ile ilgili görüşlerini de açıkladı.
‘BİLMEDEN KULLANILIYORLAR’
Erbakan, AK Parti’nin iktidara gelmesinde israil'in rolü olduğunu iddia etti.
Erbakan, “Siyonizme hizmet ediyorlar. Bile bile ülkelerine kötülük yapmazlar. Bunlar temiz çocuklar, bilmeden kullanılıyorlar” diye konuştu.
Erbakan, 28 Şubat'ı da NATO'yu İslam’a karşı kullanmanın bir tatbikatı olarak değerlendirdi.
‘YARIŞ SAADET VE AK PARTİ ARASINDA OLACAK’
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile aralarında sevgi ve saygı olduğunu belirten Erbakan, genel seçimlerin de AK Parti ile Saadet Partisi arasında geçeceğini öne sürdü.
‘ÜZERİNDE DURMAYIZ’
Erbakan, Saadet Partisi’nden ayrılan Numan Kurtulmuş'un kurduğu Has Parti'yle ilgili olaraksa "Üzerinde bile durmayız" diye konuştu.
ERDOĞAN’IN GEÇMİŞTE SİYONİST BARONLARLA İRTİBATLARI VE ABRAHAM FOXMAN’LA BULUŞMALARI
Abraham Henry Foxman; merkezi ABD’de bulunan, Yahudilerin kurduğu “İftira ve İnkârla Mücadele Birliği” (ADL)’nin (Daha doğrusu; Siyonizm’in şeytani amaçlarını ve sömürü çarklarını açığa vuranları susturma derneği) Başkanlığını yapan, çağımızdaki Siyonist Yahudilerin önde gelenlerinden sayılan Amerikalı bir avukattır. 1 Mayıs 1940 (79 yaşında) Sovyetler Birliği doğumlu olup, -bu Rus Yahudileri sonradan Amerika’ya taşınmışlardır- New York Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitiren Abraham Foxman, zamanla “Gizli Dünya Devleti” olarak tanımlanan Siyonist organizasyonlarda en üst görevlere taşınmıştır.
Bizi ilgilendiren en önemli tarafı ise; Sn. Erdoğan ve ekibinin, Erbakan’dan koparılıp AKP’yi oluşturma ve bunları iktidara taşıma operasyonlarında başrol oynamasıdır.
Sn. Tayyip Erdoğan, “AKP’yi kurmadan önce Pensilvanya’ya gidip Fetullah ile buluştuğunu” yalanlasa da, Siyonist önder Abraham Foxman ile İstanbul’da görüştüklerini inkâra kalkışamazdı. Sn. Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce, arkadaşları ile ABD’ye gidip kulis yaptığı konusunda basında onlarca haber yayımlanmıştı. Zaten Abdullah Gül ile beraber Sn. Erdoğan’ın; Dünya Yahudi Cemaatinin önderi ADL Başkanı Abraham Foxman ile İstanbul’da gizli görüşmeleri kesinlik kazanmıştı ve bu buluşmayı 2001 yılında Star Gazetesinde, sağlam bilgi kaynaklarıyla birlikte Sabahattin Önkibar yazmıştı. Bu nedenle Tayyip Bey’in; “yerliyim, milliyim, dolar lobisi, üst-akıl, kahrolsun İsrail!” söylemleri samimiyetten uzaktır ve halkımızı avutmaya yönelik kof sloganlardır. Üstelik “Fetullah Gülen’in de aynı Abraham’ın ve Siyonist odakların hizmetkârı olduğu artık ortak kanıdır.” tespitlerine hiç kimse itiraza kalkışmamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine "Cesaret Ödülü" takan, sonra geri verilip verilmediği hâlâ tartışılan Musevi temsilcisi ile görüşmeleri üzerinde dikkatle durulmadan, AKP iktidarının perde arkasını anlamak imkânsızdır!
Hatırlayalım; Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, 2016 Mart’ındaki Washington temasları “sürprizlerle” doluydu. Erdoğan’ın temasları kapsamında en ilgi çekenlerden biri de, ABD’deki Musevi Lobisi ile görüşmesi olmuştu. Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan, “Erdoğan’ın görüşeceği Musevi lobisi temsilcileri” listesinde, kendisinin çok yakından tanıdığı bir isim de vardı. Erdoğan’a önce “Musevi Cesaret Ödülü” takan, daha sonra yoğun itirazlar üzerine bu ödülü geri gönderip göndermediği tartışılan bu kişi Anti Defamation League (ADL) temsilcisi Abraham Foxman oluyordu. Siyonist Yahudilerin kurduğu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği’nin (ADL) Başkanı Abraham Henry Foxman’dı. Foxman, Erdoğan’ın “Musevi Cesaret Ödülü”nü 2003 yılında elinden aldığı Siyonist Yahudi olmaktaydı. Yine Mart 2014’te, Erdoğan’ın Siyonizm karşıtı söylemleri nedeniyle “dehşete düştüm” diyen ve ödülü geri isteyen kişi de Foxman’dı ama bu ödülün geri verilip verilmediği hâlâ tartışılmaktaydı.
30 Mart 2016 tarihinde: T.C Cumhurbaşkanlığı Dışişleri Başkanlığı şu açıklamayı yapmıştı:
Sayın Cumhurbaşkanımızın ABD ziyaretleri vesilesiyle kabul edeceği saptanan Musevi kuruluş temsilcileri şunlardı:
1. Abraham Foxman Anti Defamation League (ADL)
eski Ulusal Direktörü
2. Peter Perlman B’nai B’rith Yönetim Kurulu Başkanı
3. Richard Stone Confence of Presidents Eski Başkanı
4. Malcolm Hoenlein Conference of Presidents
Başkan Yardımcısı
5. Robert Singer World Jewish Congress Başkan Yrd.
Yönetim Kurulu Başkanı
6. Robert Cohen AIPAC Başkanı
7. Arthur Abramson Baltimore Jewish Council İcra Direktörü
8. Ron Halber Jewish Community Relations Council
of Greater Washington İcra Direktörü
9. Brenda Shaffer Georgetown Üniversitesi
Öğretim Görevlisi
10. Kenneth Jacobson ADL Ulusal Direktör Yardımcısı
11. Greeg Mashberg ADL Eski Yönetim Kurulu Başkanı
12. Marvin Feuer(?) AIPAC Siyasi İşler Direktörü
O dönemlerde ADL’nin Ulusal Direktörü olan Foxman, artık bu görevini bırakmış durumdaydı. Ancak yine de Erdoğan ile görüşmeye katılmıştı. Foxman’ın mensup olduğu ADL dışında, Erdoğan’la görüşen Amerika’daki etkin Musevi kuruluşları arasında; B’nai B’irth, Başkanlar Konferansı, Dünya Musevi Kongresi, AIPAC, Baltimore Musevi Konseyi üyeleri de bulunması “Bu bir görüşme miydi, yoksa hesaba çekme miydi?” sorularına yol açmıştı.
Siyonist Lider Abraham Foxman’ın, Erdoğan ve FETÖ İrtibatı!
11 Eylül’de New York’ta yıkılan İkiz Kulelerin olduğu bölgeye, içinde camii de bulunan bir İslami merkez yapılmasına, ABD’nin büyük Yahudi örgütü ADL (Anti-Defamation League-İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği) karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Newsweek Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Fareed Zakaria, ADL’nin kendisine 5 yıl önce verdiği ödülü geri yollamış ve kendisine verilen plaketin yanı sıra, 10 bin dolarlık parayı da postalamıştı. Üstelik derginin son sayısında yazdığı yazıyla bu tutarlı tavrına sahip çıkmıştı. Bu protesto, çoğu Amerikalının alışık olmadığı bir tavırdı. Çünkü Zakaria gibi; dünyada itibarlı bir dergi sayılan Newsweek’in başında bulunan, önemli haber kanalı CNN’de program yapan, Washington Post’ta köşe yazarı olan bir ismin, Yahudi cemaatinin etkili olduğu Amerikan medyasında böylesine bir tepki vermesi şaşırtıcıydı. Çünkü Zakaria kaybedecek çok şeyi olan birisi konumundaydı.
Nitekim, Zakaria’nın bu onurlu tavrı vicdan sahibi hemen herkes tarafından saygıyla karşılanmıştı. ADL Başkanı Foxman da Zakaria’nın bu estetik protestosuna kibar bir cevap vermek zorunda kalmıştı. Yahudi örgütlerine karşı reaksiyoner duruşu ile bilinen ve hele İslamcı geçinen bir kısım medya bu haberi neden atlamıştı? Olayı neden görmezden geliyor gibi davranmıştı? Örneğin; Newsweek’i Türkçe’ye kazandıran ve bu sayede Zakaria’yı Türk okuyucusu ile buluşturan Habertürk için, bu konunun hiç mi haber değeri bulunmamıştı? Ancak eminiz ki konuyu haberleştirmeyenler birilerinin bu satırları yazacağını da anlamışlardı.
ADL-Erdoğan İrtibat ve Gizli İttifakı!
Zakaria’nın protesto ettiği Yahudi Örgütü ADL, bilindiği gibi 2005 yılında Erdoğan’a “üstün cesaret ödülü” vermişti. Örgütün 104 yıllık tarihinde bu ödüle layık bulunan tek Müslüman kişi Başbakan Erdoğan idi. İsrail ile yaşanan kriz sonrası Türkiye kamuoyunda yükselen “ödülü iade et” çağrılarını bile, Sn. Erdoğan’ın ağırdan alması ilginçti. CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk, Başbakan Erdoğan’a verdiği soru önergesinde şunları söylemişti: “İsrail devletinin 1948 yılında kurulmasına omuz veren ABD ve İngiliz devlet adamlarına bile bu ödül verilmemişti. Şimdi böyle bir madalyayı boynunuzda taşıyarak, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren Türk yurttaşlarına karşı giriştiği saldırıyı kınayan sözleriniz ve girişimleriniz inandırıcı görülmemektedir."
ADL’nin Fetullah Gülen Merakı!
CIA elemanı ve FETÖ başı Fetullah Gülen de, 1997 yılında ABD'de ADL Başkanı Abraham Foxman ile buluşmuşlardı. Foxman, Gülen'den İslam’da hoşgörü konusu ile ilgili bir kitap yazması ricasını aktarmıştı. Bu kitabı ADL, İngilizceye çevirerek dağıtmış, kısacası kitabın sponsorluğunu yapmışlardı.
Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, daha önce 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları yazmıştı:
“İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi altındaki ADL (Anti Defamation League) 1913 yılında kurulmuş bir dernektir. ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir… Kurdukları Denizaşırı Yatırımcılar Servisi adlı şirketle milletlerarası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün Hristiyan ve Müslüman bölgesinde, geniş arazilerin kanunsuz alım satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde, FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman, suçu daima ADL’nin üzerine yıkıvermektedir.
ADL’nin bilinen cinayetleri ise şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu katledilmişti. Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi, 1985’in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL’yi görmekteyiz… ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını; Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel Soruşturmalar Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de görevlendirmektedir. İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini aralıksız sürdürmektedir ve İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar içerisindedir. Aynı ADL, Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetiştirmektedir.”
Ama bunların kaypaklık ve münafıklığına bakınız ki; 10 Mart 1998’de aynı Zaman Gazetesi ADL’nin Fetullah Gülen’in kitabını bastıracağını şöyle haber yapmıştı:
“Üç gündür Türkiye’de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Mesut Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Hikmet Çetin ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’den sonra Fetullah Gülen ile görüştü. 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fetullah Gülen’in Türkiye’deki ve yurtdışındaki çabalarını, önümüzdeki yüzyılın barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirttiler. Bu görüşmede; Gülen’in, ABD’nin en etkili Yahudi Lobisi olan ADL’nin (Anti Defamation League) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap da gündeme geldi. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söyledi. Kitap, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacak.”
“İşte ADL ile Türkiye’deki dinci münafıkların ve sözde İslamcı iktidarın romantik ilişkileri böyle kurulmaktaydı. Sanırız gururlu ve nazik de olsa bir protesto haberi Türkiye’deki din istismarcılarından hiç çıkmayacaktı” diyenler haklıydı.
Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün Siyonist Foxman’la görüşmelerini, Sabahattin Önkibar da 20 Temmuz 2019 Youtube Kanalındaki Konuşmasında Şöyle Aktarmıştı:
Bütün siyaset adamlarının, sorarsanız bir davası vardır. Herkes kendinin dava adamı olduğunu savunmaktadır. Ama maalesef konjonktüre göre bu siyasilerin davaları değişikliğe uğramaktadır, şartlar farklılaşınca onların davası da değişip durmaktadır. Öyle olmasa Sn. Devlet Bahçeli, üç dört sene önce Tayyip Erdoğan'ı PKK’dan daha tehlikeli bulurken ve bunu dava olarak topluma sunarken şimdi; Tayyip Erdoğan Devletin bekası için olmazsa olmaz demeye kalkışır mıydı?
Ve yine, mesela Bülent Arınç diye bir siyasi figür vardır. Tanınan bilinen Bülent Arınç, dava adamı olarak kendini lanse edip durmaktadır. Ama Bülent Arınç’taki savrulma çok ilginç boyutlardadır. Bakın; Sn. Abdullah Gül'ün babası vefat ettiğinde Bülent Arınç o cenaze namazına katılamamış, bir gün sonra gitmeyi tercih buyurmuşlardı. Niye biliyor musunuz? Tayyip Erdoğan'la karşılaşmamak için böyle davranmıştı. O ara Tayyip Erdoğan'la adeta kanlı bıçaklıydılar. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç için; “o adam” diyordu. Bülent Arınç da Tayyip Erdoğan'ı gıyabında yerden yere vuruyordu. Derken birdenbire, Cumhurbaşkanlığı yüksek istişare kurulu üyesi yapıldı. Aynı Bülent Arınç, bu sefer Tayyip Erdoğan’a “mert, civan delikanlı” demeye başladı. Neden mi? Damadı; “FETÖ”cülükten hapiste olan, FETÖ imamı diye içeri atılan damadı, alelacele tahliye edilip kurtarılmıştı. Dahası; oğlu AKP’den milletvekili yapılmıştı. Sayın Arınç’la Sayın Erdoğan'ı barıştırmak için birilerini devreye sokmuşlardı. O barış sürecinden sonra da bütün bunlar yaşanmıştı. Arınç'ın damadı hapisten çıktı, oğlu mebus yapıldı, kendisi de aylık 18 bin liralık saray danışmanı atandı!.. Arınç’ın da davası ve iddiası birdenbire askıya alındı...
Tayyip Erdoğan'a gelince Tayyip Erdoğan 90'lı yıllarda hatırlayalım; sadece 90'lı yıllarda değil, 70'li yıllarda, 80'li yıllarda da nasıldı, bir bakalım... Ta 2001 senesine kadar Tayyip Erdoğan Milli Görüş Davası’nın cengâveri sayılmaktaydı. Evet militanıydı. Kayıtlarda vardı... Peki, sonra; sonra 2001 senesinde çıktı dedi ki: “Milli Görüş gömleğimizi çıkardık!” Ne oldu şimdi? Çünkü onun davası; makamı, çıkarı ve havasıydı!..
Ve Sn. Erdoğan Avrupa Birliği davasının mücahidi olup çıkmıştı. Oysa senelerce Avrupa Birliği’ne karşı çıkmıştı. Evet, bu yeni davasına öylesine bağlanmıştı ki Kıbrıs Davası’nın gerçek kahramanı Rauf Denktaş’ı karşısına almış “yes be annem” kampanyaları başlatmıştı. Kıbrıslı Rumlarla birleştirmek için bunları yapmıştı. Evet, sadece Avrupa Birliği olsa iyi, bir ara Barış Hikâyesi ile PKK ile açılıma yanaşmış, onu davası yapmıştı. Barış Davası! Aynı şekilde Fetullah ile kol kola girerek Menzil Yoldaşlığı yapmış, onun davulunu çalmıştı. Sonradan PKK'ya cephe almış, Fetullah'a hücuma başlamıştı...
Şimdi asıl konumuza gelelim; Erbakan'ın neden ağlatıldığına!? Erbakan öyle ağlak bir karakter değildi, siyasette hiç görülmüş duyulmuş şey değildi. Ama Erbakan'ın hüngür hüngür ağladığının dolaylı olarak tanığıyım. Osman Yumakoğulları, Milli Görüş Hareketi’nin önde gelen isimlerinden sayılırdı ve Erbakan’a çok çok yakındı. O bir gün bana geldi, bütün bunları kendisi anlattı. Bana: “Sen Hocamı hüngür hüngür ağlattın” deyince şaşırdım. “Hayırdır, neden?” diye sorunca; bana “2001 yılında, Tayyip Erdoğan’la ADL Başkanı Abraham Foxman’ın İstanbul’daki gizli buluşmalarını yazdığımı” hatırlattı.
Bu olay şöyle yaşanmıştı:
“Yıl 2001. Evet, AKP henüz kurulma aşamasındaydı, ama kurulmamıştı. O günlerde 2001’in başları, bana bir bilgi ulaştı. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül İstanbul'da çok çok önemli ve esrarengiz biri ile buluşacaklardı. (Bilgiyi aktaran) araştırın diye uyardı. Ben o zaman Cem Uzan'ın Star grubunda çalışmaktayım. Hemen İstanbul'da ne yapabilirim, nasıl öğrenebilirim? diye düşünmeye başladım. Aklıma hemen, Emniyet İstihbaratta çalışan bir yetkili geldi; çünkü Emniyet İstihbaratının İstanbul’daki önemli yabancıları bilmesi lazımdı. Emniyet İstihbarattaki o ismi aradım. “Önemli bir isim İstanbul'da yarın Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile buluşacaklar. Ne olur, o ismin kimliğini öğren, nerede buluşacaklar, kaçta buluşacaklar? Bunları bilmem lazım” dedim. Sağ olsun o süreç, DSP-MHP-ANAP dönemi, bizim etkili olduğumuz dönemdi. Bürokraside dostlarımızın olduğu dönemdi.
Dolayısıyla bir gazeteci olarak bana, eksik olmasın anında Emniyet İstihbarattan: “Evet” dediler; Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, yarın filan yerde şu saatte çok çok çok önemli bir isimle böyle bir görüşmeyi yapacaklar” haberi geldi. Doğrulattım ve ertesi gün o görüşme gerçekleşti sevgili seyircilerim. Tabi bu, sansasyonel bir buluşmaydı, sansasyonel bir görüşme idi. Ben de oturdum, bunu köşemde yazdım. O zaman Star Genel Yayın Koordinatörü sevgili Yılmaz Özdil idi. Haberleri o yerleştirirdi sayfaya. Benim yazıyı tam sayfa manşet yaptı. Star da o günlerde bir milyon satıyordu. Cem Uzan dönemi, Star çok etkiliydi.
Hakikaten kıyametler koptu, öylesine kıyametler koptu ki, Tayyip Erdoğan beni aradı. Tayyip Erdoğan'la biz tabi tanışıyoruz, görüşüyoruz. O güne kadar benim defalarca programıma geldi. Hatta Star TV’de, Star Televizyondaki programıma bile geldi. Daha önce Tayyip Erdoğan TGRT’de programlarıma geldi. Yani diyaloğumuz vardı. Telefonda bana:
“Sebo beni mahvettin.” dedi. “Ya”, dedim; “yaptığım haber yalan mı?”
“Yalan değil ama sen benim hemşerimsin, yazmaman lazımdı” diye sızlandı.
Dedim ki; “Ya, ben gazeteciyim, yani haber yalansa ben senden özür de dilerim, tekzip de yayınlarım.” Hayır, haber yalan değil, yalanlayamam. Zaten yalanlama imkânları yoktu. Çünkü ben yalanlayamamaları için bütün önlemleri, tedbirleri almıştım. Kabul etmek zorunda kaldılar. Diyeceksiniz ki “ya iyi anladık da arkadaş, kiminle görüştü, o sansasyonel isim kim?” Açıklıyorum; o sansasyonel isim Dünya Yahudi Konseyi Başkanı, ADL Başkanı Abraham Foxman idi.
Evet, AKP kurulurken belli ki ondan vize mi aldılar, istişare mi ettiler?.. Böyle basına kapalı, gizli-kapalı kapılar ardından saatler süren bir görüşme yaptılar. Gizlice buluştular ve bu görüşmeyi ben afişe edince, o gün bugündür Tayyip Erdoğan'ın bana kırılmasının, bana mesafe koymasının, bana kızgınlığının-kırgınlığının, kin duymasının sebebi bu haberdir sevgili seyirciler. Başka hiçbir şey değil. Oysa o bir Cumhurbaşkanı-Başbakan, ben bir gazeteciyim, başka ne olabilir ki. Bu haberi yazdım diye Tayyip Erdoğan'ın öyle bir kin tutma tarafı var; bana o gün bir kızdı, tam kızdı. Ben de o günden bugüne çizgimde hiçbir kırıklık yapmadan, 2001’den bugüne, AKP’ye muhalefetimi yani bazıları gibi dönem dönem değil; kurulmadan, kuruluş günlerinden bugüne; siyasal İslam'ın Türkiye için virüs olduğunu, sadece Türkiye için değil dinimiz İslam için de tehdit olduğunu vurgulaya geldim. Çünkü bakın siyasal İslamcı iktidar, bugün insanları dinden soğutuyor, çocuklarımızı “deist” yani dinsiz yapıyor. Artık sadece Allah'a inanıyor, dine inanmıyor. “İslam bu ise, ben Müslüman değilim” diyor evlatlarımız. AKP’ye bakıyor, iktidara bakıyor, Fetullah'a bakıyor; “İslam bu ise ben değilim” diyor. Ben bunu 2001'den beri söyleye geldim. Tabii bu haberim olağanüstü akis yaptı.
Osman Yumakoğulları’nın Erbakan’la İlgili Anlattıkları
İşte bu haberden birkaç gün sonra Osman Yumakoğulları Star Gazetesi Ankara bürosuna geldi. Randevu istedi. Buyrun, hoş geldiniz dedim. Çayını kahvesini söyledim. Bana: “Sabahattin Bey, siz Hocamı; Sayın Erbakan'ı hüngür hüngür ağlattınız!” deyince şaşırdım.
“Hayırdır” dedim “nasıl ağlatmışım?” diye sorunca hadiseyi şöyle aktardı: “Senin Recep T. Erdoğan’la Abdullah Gül’ün, Foxman’la görüşmesini haberleştirdiğin o yazın Star Gazetesinde çıkınca ben de yanındaydım. Erbakan Hocama önce telefon ettiler; Efendim gazeteleri gördünüz mü? diye. Getirin gazeteleri talimatını verdim. O ara gazeteler içeri girdi, bir tek ben vardım yanında”.
“Sebahattin Bey bir şey yazmış Star’da, ben de bakmamıştım gazetelere” deyip Star Gazetesini açtı baktı, baktı baktı... Rengi gitti, gözündeki ışık gitti. Birdenbire ağlamaya, hıçkırmaya başladı. Ama nasıl bir ağlamak, nasıl bir hıçkırık... Hocam neredeyse titreyerek ve yüksek sesle ve ağlamaya başladı. Bunu duyan merhume Nermin Hanım koşarak içeri girdi ve paniğe kapıldı. Onlar da ben de Hocamı zar zor kendine getirdik. Uzun bir süre de kendine gelemedi. Sakinleşince, “Hocam, ne oldu?” diye sordum, Erbakan Hocam bana dönerek: “Ben bunların ahiretine ağlıyorum. (Fani dünya için baki hayatlarına nasıl kıydıklarına yanıyorum.) Bunlar bunun hesabını nasıl verecekler?!” (diye düşünüyorum) “Allah'ım! Allah'ım! Allah'ım!” diyerek ağlamışlardı.
Tabi burada, Sabahattin Önkibar’ın bir saptamasını, daha doğrusu saptırmasını da düzeltmemiz lazımdı: Bütün din istismarcısı parti ve iktidarları “Siyasal İslamcılar!” kategorisine alması ve Erbakan’ı da bunlara katması, eğer cahillikten kaynaklanmıyorsa kasıtlı bir iftiraydı. Çünkü Erbakan; asla ne “İslamcı” ne de “din
istismarcısı” olmamıştı. O Kur’an’ın ve Resulüllah’ın öğretilerine tam inanan ve uygulamaya çalışan samimi bir Müslümandı. Yok eğer, İslam’ı; sadece gelenek ve görenek dini ve bir aksesuar malzemesi olarak görmek, pek çok hükümlerini gereksiz ve geçersiz sayıp hayatın dışına itmek istiyorlarsa, bu gizli bir inkârcılık, yani münafıklıktır. Şayet Erbakan; Din istismarcılığı yapan ve Siyonist odakların hatırına Milli çıkarlarımızdan taviz vermeye yanaşan biri olsaydı, 28 Şubat tezgâhına muhatap olmazdı.
Zaten AKP; 28 Şubat’ın gayrimeşru meyvesi konumundaydı. Bu yazar ve yorumcuların, görünüşte Recep T. Erdoğan’ın yanlışlarına karşı çıkarken, gerçekte onu parlatan Abraham Foxman’ların uydurdukları kavramlarla İslam’a sataşmaları ise en azından ayıptır.
Sahi, Sn. Erdoğan’ın yanlışları ve haksızlıkları bahanesiyle ve “Siyasal İslam!” safsatasıyla dinimize ve mü’minlere sataşmak için fırsat kollayan bu fesatçı yazar-yorumcu takımı, neden acaba Siyasal İslamcı bu iktidarın ahlâki ve ailevi yapımızı tahribe çalışan ve LGBT’lilere sınırsız haklar tanıyan, AB dayatması ve Siyonist sermaye finanslı İstanbul Sözleşmesi’ne hiç karşı çıkmazlardı? Yoksa LGBT’lilere karşı olunca “Siyasal İslamcı” sayılmaktan mı korkulmaktaydı?
Ahmet Davutoğlu’nun “Davultozu” Çıkışları
Ahmet Davutoğlu bir programa katılıp şunları aktarmıştı:
“Bir ülkenin en dinamik gücü düşünce özgürlüğüdür. (Erdoğan iktidarında) Otosansürün en yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz…
Anayasa paketi ile ilgili bazı kaygılarımı ifade edebilmek için televizyon kanallarına girişimde bulundum, hiç kimse olumlu cevap veremedi. Bunun üzerine bir gazete ile mülakat yaptım. Mülakat çıktığında hayretler içerisinde kaldım, en temel kaygılarım yer almamıştı, çıkarılmıştı… Maalesef, ki hepsi bize saygı duyan gazeteciler, “durumu biliyorsunuz, bizi mazur görün” diye dert yanmışlardı.
Erdoğan'ın benden isteği "Başbakan gibi görün ama başbakan gibi olma" (Yani uzaktan kumandalı robot gibi davran!) idi... Oysa yasama güçlendirilmeli, yargı bağımsızlığı teminat altına alınmalıdır.
AKP'nin MHP ile girdiği ittifak ilişkilerine karşı çıktığımı ilk günden beri söyledim, Erdoğan'a da aktardım.”
Ahmet Davutoğlu, bu itiraflarını; Rusya’nın Sputnik haber ajansı bünyesindeki RS FM’de program yapan Yavuz Oğhan'ın YouTube’daki, “Bi De Bunu İzle” isimli programında aktarmıştı. Yavuz Oğhan, Akif Beki ve İsmail Saymaz'ın sorularını saatlerce yanıtlamıştı. Ama Yavuz Oğhan’ın dört yıldır başarıyla sürdürdüğü ‘Bi De Bunu Dinle’ ile Akif Beki ve İsmail Saymaz’la iki yıldır yaptıkları ‘Söylemesi Bizden’ programı hemen yayından kaldırılmıştı. Üçü de kendilerini bir anda kapının önünde bulmuşlardı. Bu talimatın Moskova'dan geldiği konuşulmaktaydı. Rusya'nın resmi haber ajansı olan Sputnik, anlaşılan, Tayyip Erdoğan'ın eleştirildiği bir programla çizmeden yukarı çıkılmasına razı olmamıştı” diye sızlanan Hasan Cemal bir zamanlar Tayyip Bey’in “Ağabeyi” konumundaydı.
Recep T. Erdoğan’a, İlluminati’nin Kralı Rothschild’ler Büyük Destek mi Sağlamıştı?
Kimilerine göre dünyayı yönettiği söylenen İlluminati’nin en büyük destekçilerinden birinin ünlü Rothschild ailesi olduğu konusunda herkes fikir birliği ediyordu. Peki, bu ailenin AKP ve Erdoğan’la yakın teması nereden geliyordu?
Rothschild Yatırım Bankası AKP iktidarı döneminde (2000’li yılların ortalarında) Türkiye’de bir şube açmıştı. Banka 2005–2007 yılları arasında Türkiye’deki özelleştirme ve şirket evliliklerine ilişkin yaptığı operasyonlarla adını duyurmaya başlamış ve bu süre zarfında 15,3 milyar Euroluk bir işlem hacmine imza atarak, bu alandaki rakiplerine çok büyük bir fark atmıştı. Rothschild Yatırım Bankası’nın Türkiye operasyonlarının başında, 2007 yılından bu yana Yönetim Kurulu Başkanı olarak Dr. Yılmaz Argüden bulunmaktaydı. Ve Argüden’in web sitesinde Rothschild Bankası ile AKP hükümeti arasındaki ilişkileri anlatan çok ilginç bir bölüm yer almaktaydı.
Bay Yılmaz Argüden bu bilgi notunda; Rothschild Bankasının, Türk hükümetinin, General Electric gibi yabancı yatırımcı şirketlerin ve bazı “seçkin” Türk ailelerinin danışmanı olduğunu gururla açıklamıştı. Bu Rothschild’in Türkiye pazarında ilgi duyduğu alanlar ise şunlardı:
a) Erdoğan’ın ikide bir böbürlenerek söylediği Nükleer Santralin finansmanını,
b) Türkiye’deki bor vb. maden yataklarını,
c) Kıymetli arazileri ve arsalarımızı (Atatürk Orman Çiftliği dâhil 2018’de Rothschild’in Türkiye’de büyük bir arazi kapattığı ortaya çıkmıştı. Bunun da özellikle İstanbul’a yeni yapılan havaalanı ile Kanal İstanbul bölgelerinde olduğu yazılıp konuşulmaktaydı.)
Sonuç olarak: Yeni şirket ortaklıklarını ve yabancıların yatırımlarını kolaylaştırma yoluyla Erdoğan iktidarına dolaylı destek mi sağlanmaktaydı?
Peki Rothschild Ailesi Bu Paraları Nasıl Kazanmıştı?
Ailenin Avrupa’da tanınmaya başlaması 1744′te döviz değişimiyle uğraşan, Hesse Prensi ile ticaret yapan (1710 doğumlu) Yahudi Amschel Moses Rothschild‘in oğlu olan Mayer Amschel Rothschild’in Frankfurt, Almanya’da doğumuyla başladı. Frankfurt’un Judengasse denilen Yahudi gettosunda doğan Mayer, bir finans kurumu kurdu ve iş yapmaları için 5 oğlunu farklı Avrupa şehirlerine yollayarak etki alanını arttırmayı başardı.
Rothschild’lerin ün ve zenginlik kazanmaları Napolyon’un İngiltere ile yaptığı savaş ile başladı. Savaşta İngiltere’ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden Rothschild’ler, bu dönemde bir yandan savaşı finanse ederken diğer yandan da hükümetlere yüksek faizle borç vermeye başladı. Savaşın sona ermesini ve Napolyon’un kaybettiği haberini, kurdukları geniş istihbarat ağı sayesinde ilk olarak Rothschild’ler öğrenmiş olmaktaydı. Rothschild’ler Londra borsasında elinde bulunan bütün hisseleri satmaya başladı. Bu da Napolyon’un savaşı kazandığı izlenimini doğurmayı başardı. Bunun üzerine herkes de Rothschild’leri izleyerek hisselerini satmaya başladı. Rothschild’ler, bir yandan da bu hisseleri toplattı. Ertesi gün Napolyon’un savaşı kaybettiği haberi alınmıştı. Rothschild’ler bu bilgi sayesinde bir gecede büyük bir servet yığmışlardı. Ayrıca Rothschild’ler, İspanya’da bulunan İngiliz Ordusu’nu finanse etmek amacıyla, kardeşleri sayesinde Fransa’dan altın da taşımışlardı. Bu çabaları Rothschild’lere “İngiliz Hazinesinin Temsilcisi” unvanını kazandırmıştı. Ayrıca bu sayede Rothschild ailesi üyeleri İngiliz meclisine girmiş ve “baron” unvanı almışlardı. Savaşın sonunda ise Rothschild ailesi Fransa’ya borç vermeye başlamıştı.
Avrupa’da birçok hükümeti yüksek faizli borca bağlayan Rothschild’ler, savaşlar sayesinde Uzakdoğu ile de tanışmıştı. Bu dönemde Çin’de ticaret yapan İngiliz tüccarlar, Çin İmparatorluğu ile ters düşmelerinin ardından, İngiliz Kraliyetinin desteğini almak için Rothschild’lere başvurmuşlardı. İngiliz Kraliyetini ikna etmeyi başaran Rothschild’ler “Afyon Savaşı”nı (uyuşturucu kaçakçılığını) da finanse etme kararı almıştı. Çin’in mağlubiyeti ile biten savaşın ardından Rothschild ailesi, İngiliz hâkimiyetine geçen Hong Kong’un kontrolüne de yardımlarının karşılığı sahip olmuşlardı. Burada kurdukları HSBC (Hong Kong Shangai Bank Corporation) sadece Rothschild’lerin para baronluğunun Dünya üzerinde tescillenmesini sağlamamış, aynı zamanda afyon ve uyuşturucu ticareti de Rothschild’lerin eline geçmiş olmaktaydı.
Rothschild’ler, Almanya’da da sanayi devrimi sonrası birçok şirketin kuruluşunu finanse ediyorlardı. Ayrıca bir yandan da Amerika’ya geçerek altın için yerli katliamlar yapmışlardı. Amerika kıtasının yeraltı zenginliklerini keşfeden Rothschild’ler ilgilerini altına yoğunlaştırmıştı. Osmanlı topraklarının çözülmeye başlamasıyla birlikte, Rothschild’ler iki koldan Ortadoğu’ya saldırmaya başlamıştı. Rothschild’lerin Ortadoğu’ya sızmalarının en büyük amacı; İsrail’i kurmak yanında bölgedeki petrol yataklarıydı. Ayrıca diğer taraftan da Filistin topraklarının satın alınması için 2 milyon Sterlinlik bir fon oluşturmuşlardı. Böylece Filistin topraklarının en verimli yerleri Yahudilerin eline geçmeye başlamıştı.
2. Dünya Savaşı’nda Rothschild’ler Hitler’e de sermaye oluşturmuşlardı.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik anlamda adeta yerle bir olan Almanya’nın yeniden inşası da Amerikalı finans çevrelerine kalmıştı; ki bunlar Rothschild’lerin Amerika’daki uzantılarıydı.
Rusya’daki sosyalist ve komünist hareketi finanse ve organize eden de bunlardı. Ülkeler kapitalist-komünist, halklar sağcı-solcu diye kamplaşıp boğuşurken, hepsinin yuları Siyonist odakların elinde bulunacaktı. Böylece Hitler’in inanılmaz yükselişine zemin hazırlanmıştı. Hitler’in savaştan önceki yıllarda inanılmaz savunma harcamaları ve büyüyen askeri gücü Rothschild hanedanlığının yardımı ile sağlanmıştı. Ayrıca başka kişiler tarafından bu sayede İsrail’in kuruluşuna bir zemin hazırlandığı, Afrika’da ise elmaslar için iç savaşları kışkırttığı bilinip durmaktaydı. Rothschild ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında da çok büyük rol oynadığı kanıtlanmıştı.[3]
Berat Albayrak ve Jared Kushner: İki Damadın “İyi Hâl Kâğıdı” Açmazı
Hem ABD hem de Türkiye, diplomaside damatları ön plana çıkaran iki ülke konumundaydı. ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner, Ortadoğu’da barışın! (aslında ABD-İsrail planının) hayata geçirilmesi için Suudi Arabistan’dan sonra Türkiye’ye uğramıştı. Kushner, söz konusu planla birlikte kayınpederi Trump’ın çok özel bir mesajını da beraberinde getirip Erdoğan’a sunmuşlardı. (Aslında yapılan görüşme diplomatik temayüllere aykırıydı. Çünkü Kushner, Erdoğan’ın muhatabı sayılmazdı.)
Türkiye’de “Kushner ile Erdoğan üç saatlik görüşmede neyin pazarlığını yaptılar?” tartışması süredursun, ABD’de Trump’ın damadının, gerekli güvenlik soruşturmalarından torpile rağmen geçemediği konuşulmaktaydı. Güya ABD istihbaratı, Kushner’i yabancı bir ülkeye angaje olduğu için (İsrail tabii ki) “temiz kâğıdı”nı vermek hususunda ağırdan almaktaydı. (Oysa bu tavır, damadı üzerinden Trump’ı Siyonist Lobiler nazarında kıymetlendirme hesaplıydı. Ayrıca Amerikan halkını da yatıştırma amaçlıydı.) Buna karşın Trump’ın baskısıyla “çok gizli” belgelere ulaşımı sağlanmış, ancak damadın kozmik bilgilerle ilgili iyi hâl kâğıdı bir türlü alınamamıştı. Özetle, Jared Kushner, temiz kâğıdı olmadan diplomatik girişimlerini sürdürüyorlardı.
Gelelim Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a…
Berat Bey’in de geçmişinde FETÖ okullarından mezun olmaktan tutun da Çalık Holding’de çalıştığı dönemde, Kuzey Irak’tan yasa dışı yollarla alınan petrolün transferindeki payına kadar… Enerji Bakanı olduğu dönemde yandaşların nemalandırılmasından ABD mahkemelerindeki dosyalarda yer alan şaibeli ilişkilerine kadar “iyi hâl kâğıdı” almasına engel faaliyetleri vardı. Ve inanın Berat Albayrak Erdoğan’ın damadı olmasa, dar kapsamlı bir güvenlik soruşturmasını bile geçemeyeceği konuşulmaktaydı.
Maalesef, ABD ile Türkiye arasındaki diplomasi temiz kâğıdı alamamış iki damatla yürütülmeye çalışılmaktaydı.
Ve Gelelim Bugünkü Duruma:
• Siyonist ve terörist İsrail’in bütün işgal, katliam ve barbarlığına… Ve kamuoyunda yapılan onca baskıya rağmen, Sn. Erdoğan’ın İsrail ile imzaladığı NORMALLEŞME (yani arayı düzeltme ve ilişkileri geliştirme) anlaşmasını hâlâ iptale yanaşmaması…
• Kıbrıs’ı ve Akdeniz’in kaynaklarını paylaşmak ve Türkiye’yi dışlamak ve kuşatmak üzere; Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve ABD ortak ekonomik ve askeri anlaşmalar imzaladığında; Sn. Erdoğan Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarına sert çıkışlar yaptığı halde, İsrail teröristini bir sefer olsun ağzına almaması…
• Görünüşte AB dayatması olduğu halde, gerçekte Siyonist odakların finansörlüğünü yaptığı LGBT (eş cinseller ve lezbiyenler gibi sapıkların) haklarını sağlama ve koruma amaçlı, malum ve mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de imzalayıp, 2014’te yürürlüğe sokan; hatta halkın haklı tepkisini törpülemek için “E canım Allah kanunu değil ya, gerekirse vazgeçeriz!..” demesine rağmen, bu rezaletle ilgili düzenlemeleri uyum yasaları diye tek tek kanunlaştırıp, kural ve kurumlarını yaygınlaştıran Sn. Erdoğan’ın, ahlâki ve ailevi yapımızın temeline dinamit koyan bu anlaşmayı bir türlü askıya almaması…
Acaba nasıl yorumlanmalıydı ve hangi hikmete dayandırılmalıydı? Bu talihsiz tavırlarının Siyonist baronlarla eski irtibatıyla bir bağlantısı var mıydı?