Geçen hafta AGD/MGV Konya Şubesi'nin (Bundan sonra AGD diyeceğim) Konya'da belediye duraklarına astığı afiş, çeşitli çevreler tarafından tepkiyle karşılandı. AGD; ayrımcılık yapmakla, nefret söyleminde bulunmakla, farklı dinlerin mensuplarını ötekileştirmekle ve hatta ırkçılıkla suçlandı.
HDP milletvekili Garo Paylan ise AGD'yi Mevlânâ'nın kemiklerini sızlatmakla itham etti (Bilindiği gibi Milli Görüş hareketi sık sık “kemik sızlatmakla” suçlanıyor. Daha önce de Bekir Bozdağ Milli Görüş'ü Erbakan Hoca'nın kemiklerini sızlatmakla suçlamıştı).
T24 yazarı Tayfun Atay da yazısının başlığını “Mevlânâ Sizden Utanırdı” koymuş. Başlığı böyle koymuş ama yazının sonunda dayanamayıp “kemik sızlatma” suçlamasını o da yapıştırmış. “Bu” diyor, Atay, “Konya ile özdeş Mevlânâ’nın kemiklerini sızlatacak... müessif bir hadise”. Yapacak bir şey yok; duyguları ve kemikleri de dahil herkes Mevlânâ adına konuşabiliyor, sözlerini gönlünce yorumlayabiliyor (Hollywood yıldızlarının da Mevlânâ aşkı basınımızda sıkça yer buluyor. Gün geçmiyor ki, bir Hollywood yıldızı Mevlânâ›ya hayran olmasın; Madonna, Brad Pitt, Angelina Jolie, Beyonce, Pink, Chris Martin vs). Ne var ki Atay, afişi asanlara, bize örnek gösterdiği Mevlânâ gibi davranmıyor, ağzına geleni söylüyor: “Tıpkı Konya caddelerinde 'antisemitizm' ve 'Hristiyan-fobisi'ni kaşımaya azmetmiş, buradan kendilerine Müslümanlık var etmeye çalışan bir zavallı taife...”.
Tepkilere neden olan ayet, Maide Sûresi'nin 51. ayetiydi. Şüphesiz ayete nasıl meal verildiği tartışılabilir. Ayetteki “dost” kelimesinin, ayetin aslındaki “veli” kavramını tam anlamıyla yansıtmadığı; veli ve dost kavramlarının aynı şeyler olmadığı haklı olarak söylenebilir. Ayetin bağlamı, indiği konjonktür, diğer ayetlerle ve Hz. Resul-i Ekrem'in uygulamalarıyla birlikte düşünüldüğünde o ayetin daha özel bir anlama işaret ettiği söylenebilir. Usul ve içerik açısından mevzu farklı şekillerde açıklanabilir. Ama ben tartışmayı AGD'nin afişe yansıttığı meal üzerinden sürdüreceğim. Zira tartışmanın “ilmi” boyutunun gösterilen tepkiler için bahs-i diğer olduğunu düşünüyorum. Dahası tartışmayı bu bağlamda ele almak, gösterilen tepkilerin dinamiğini görmemizi engelleyebilir.
Her şeyden önce, AGD'ye gösterilen tepkilerin gerçekten AGD'ye gösterilip gösterilmediğinden emin değilim. Çünkü AGD'nin Türkiye'de 44 yıllık bir mazisi var. Dahası, Milli Görüş teşkilatları bir o kadar yıldır Avrupa›da da faaliyet gösteriyor. Kuruluşunda sloganı “Sevdamız Türkiye” idi. Şimdiki sloganı ise, “Sevgi ve Kardeşliğin Teminatı”. Şüphesiz bu sadece bir slogan değildir.
AGD bir gençlik teşkilatı olmasına rağmen herhangi bir kirli eylemin içinde yer almamış, şiddetten ve aşırılıktan uzak durmuştur. 28 Şubat gibi en zorlu zamanlarda bile kendilerine yapılan haksızlıkları metanetle, sükunetle göğüslemiştir.
AGD'nin geçmişinde sözden ve kalemden başka bir şey yoktur. Dahası Milli Görüş lideri Erbakan Hoca, bu ülkede farklılıklar söz konusu olduğunda paylaşmanın, uzlaşmanın; nezaketin ve letafetin pek çok örneğini vermiştir. Öyle ki, kendisine yapılan haksızlıkları sineye çekmiş, kaosa neden olabilecek söylem ve uygulamalar içinde olmamıştır. Ona isnad edilebilecek tek “suç”, Batı'nın efendilik taslamasına boyun eğmemek, “veli”liğini kabul etmemektir. Bunu en iyi, Milli Görüş teşkilatlarına bugün bu suçlamaları yapanlar bilir. Peki o zaman AGD'ye yapılan, şu yukarıda saydığım suçlamalar ne anlama geliyor? Bu suçlamaları yapanların kendileri bunlara inanıyor mu?
Kanaatimce AGD'nin kendisine yapılan suçlamalara cevap vermeye de, mazisini anlatmaya da ihtiyacı yoktur; dediğim gibi bu suçlamaları yapanlar Milli Görüş'ü bilirler, tanırlar.
O zaman bu tepkilerin kaynağında ne var? Bu suçlamalar ne anlama geliyor?
***
Ünlü Alman hukukçusu ve siyaset felsefecisi Carl Schmitt, siyasal olanın kaçınılmaz olarak dost-düşman ayrımına dayandığını öne sürer. Ona göre, ahlakta iyi ve kötü, estetikte güzel ve çirkin, ekonomide kâr ve zarar ne ise siyasal olanda dost ve düşman odur.
***
Milli Görüş'ün başına gelenler de işte bu dost-düşman ayrımını İlahi kriterlere dayanarak yapmış olmasındandır. Hemen her konuşmasını “bütün bir insanlığın saadeti için...” diyerek bitiren bir hareketin, sırf bir dine mensup olduğu için bir grubu hedef göstermediğini, bu ülkede yaşayan herkes az-çok bilir; Amerika'dan gelen kriptoyla “Batı'nın efendilik taslamasına” boyun eğmediğini bildikleri gibi...
Afişteki ayetten rahatsız olanların, en azından bazılarının, ayetteki ifadeyi yanlış anlamadıklarını düşünüyorum. Ayetin mealinde geçen “dost” kavramının siyasal bir kavram olduğunun farkındalar.
Dolayısıyla afişten rahatsız olanlar, kanaatimce AGD'nin sınır ihlali yaptığını düşünüyor. Onlara göre İslam; kültürel, folklorik, içsel, vicdani, bireysel ve ibadi bir kaynak olarak kullanılabilir. Bir ayetin siyasal bir gönderme yapacak şekilde gündeme getirilmesi seküler tahakkümün din için çizdiği sınırların ihlali anlamına geliyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bittiği sınır burasıdır. Yoksa, “ayrımcılık” sadece yeri geldiğince kullanılacak bir sopadır. Mesela bu sopa “Bilmem fark ettiniz mi ama nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” diyen Fazıl Say'a işlemiyor. Fazıl Say'ın bu sözleri yargıya konu olunca Human Rights Watch, Amnesty International, Basın Konseyi, CHP, Türk-Alman Parlamenterler Grubu, Uluslararası Pen Kulübü vb. pek çok ulusal ve uluslararası örgüt Say'a sahip çıkmış; AB Konseyi Sözcüsü Maja Kocijancic, “AB Komisyonu, Türkiye›nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda ifade özgürlüğüne tam saygı göstermesinin öneminin altını çiziyor.” demişti. Demişti ve Yargıtay 8. Dairesi “Özgürlük esas kısıtlama istisnaidir... sanığın ifade özgürlüğünü kullandığı da dikkate alınmalıdır.” diyerek, mevzuyu kapatmıştı.
Kaldı ki, AGD'yi suçlayanların “dost edinmeyin” ifadesinden “beşeri ilişkilerde düşmanlık yapın” anlamını nasıl çıkardığını da sormak gerekiyor. Dost edinmeyin demek, dost edinmeyin demektir. Yoksa dost edinmek gibi bir zorunluluğumuz mu var? Dostumuzu belirlemek özgürlüğümüz yok mu?
Öyle ya, biz kimiz ki kendi dostlarımızı ve düşmanlarımızı belirleyebilelim: Yaşasın Tandoğanizm!
Eleştirilerde Mevlânâ vurgusunun yapılması da boşuna değildir; mesaj şudur: “Sizin bu dünyadaki varlığınız, önünüze ne koyarsak onu kabul ettiğiniz sürece onay görür. Aksi takdirde ‹ayrımcılık› sopasıyla sizi kamusal alandan kovalarız.”
Milli Görüş hareketi 50 yıldan bu yana terbiye edilmeye çalışılıyor. Ona nasıl davranacağı, neyi ne zaman söyleyeceği, nasıl konuşacağı öğretilmeye çalışılıyor. Örneğin Atay, yazısında asıl sorunun Milli Görüş olduğuna işaret ediyor. Antisemitik hissiyatın “Milli Görüş adı altında” siyaset sahnesinde dışa vurulduğunu söylüyor. Yine ona göre: “Konya’da billboardlarda karşımıza çıkan tablonun müsebbipleri de anlaşılmakta ki bu siyasi çizgiyle kendilerini irtibatlı gösteren bir yeni yetme taifeden başka bir şey değil.” Murat Belge de konuya ilişkin yazdığı yazıda, sorunun yeni olmadığına ve sorunun kaynağı olarak “Kitaba” göndermede bulunuyor.
Mevzunun herhangi bir dinin inanç mensubuna baskı yapmakla, dışlamakla bir ilgisi olmadığını; afişe gösterilen tepkilerin Milli Görüş'ün söylem sınırlarını belirlemeye dönük psiko-politik bir yaptırımı amaçladığını düşünüyorum. Milli Görüş'ün siyasal çizgisi uluslararası Siyonizm'e, ırkçı emperyalizme ve Batı'nın tahakkümüne karşı mücadele etmek üzerine kurulmuştur. Burada asıl rahatsız olunan şey, “yeni yetme” Milli Görüşçülerin de aynı çizgide olmasıdır. Bu hattın yumuşaması isteniyor. Şimdiden, ayar verelim ki, ileride sorun çıkmasın isteniyor.
Milli Gazete