Afrin Operasyonu'nun Düşündürdükleri
Kürt halkının öncülerinin Amerika'nın değirmenine su taşıyan bölünme ve şiddet eksenli politikalara "dur" demesi gereklidir. Bölgenin diğer halklarının öncüleri de her türlü milliyetçi refleksi dışlayan, eşit hak ve özgürlük düzleminde aidiyetleri oluşturan bir toplumsal düzen mücadelesi için sesini yükseltmelidir.
Astana görüşmelerinde Türkiye, İran ve Rusya'nın üzerinde mutabık oldukları iki temel husus var:
1) Suriye'nin toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi
2) Suriye'nin geleceğinin Suriye halkı tarafından belirlenmesini sağlayacak yeni bir anayasal düzenin kurulması
Astana hedeflerinin gerçekleşmesine dönük olarak ateşkesin sağlanması ve çatışan tüm tarafların dahil olduğu bir barış masası kurulması için yoğun çaba sarf ediliyor.
Suriye'deki iki belirsizlik barışın önündeki temel engelleri oluşturuyor.
Birinci belirsizlik; başta İdlib olmak üzere muhaliflerin elinde bulunan yerlerde hakim güç olan El Kaide türevi örgütlerin geleceği ile ilgilidir. Sadece İdlib'in merkezinde Nusra Cephesi'ne mensup 5000 militanın mevcudiyetinden bahsediliyor.
Bir yandan bu örgütler Astana sürecini boykot ederlerken, diğer yandan Rusya ve İran da söz konusu örgütlerle masaya oturulmasına karşı çıkıyor.
Astana'da İdlib'in güvenliğinin Türkiye'ye bırakılması sonrası işleyen süreç endişeleri doruğa taşıdı. Türkiye, ilgili örgütlerle yüzleşmek yerine yüz göz olmamayı tercih ediyor. Bu belirsizlik İdlib'in güneyinde çatışmaların başlamasına ve Rusya üssüne iki kez dronlarla yapılan saldırıya kadar uzanan bir süreci tetikledi.
El Kaide türevi örgütlerin genellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden destek aldığını biliyoruz. İçlerinden bazı küçük grupların Amerika ile içli dışlı olduğu da sır değil... Dolayısıyla bu yapıların Amerika-Suud eksenine paralel bir politik ve askeri duruşu sergilediğini söylemek abartı olmaz. Rusya askeri üssüne yapılan dron saldırılarını bu duruş çerçevesinde okumak mümkündür.
El Kaide türevi örgütlerin Suriye'deki geleceği ile ilgili anahtar ülke Türkiye'dir. Bu örgütlerin Suriyeli mensuplarının daha ılımlı kanattaki muhalif örgütlerin çatısı altında yer almaları, yabancı mensuplarının da Suriye'den tahliye edilmesi gibi seçeneklerin çeşitli zeminlerde tartışıldığına şahit oluyoruz. Kan dökülmeden sorunun çözülmesi temennimizdir. Aksi takdirde askeri operasyonlarla bu örgütlerin Suriye'den sökülüp atılması sürecinin başlaması kaçınılmazdır. Bu ise Suriye barışının hem ötelenmesi hem de gölgelenmesi anlamına gelecektir.
İkinci belirsizlik; büyük ölçüde SDG'nin kontrolünde bulunan Kuzey Suriye'nin geleceğidir. SDG her ne kadar Kürt, Arap ve Türkmen unsurlardan oluştuğunu iddia etse de; SDG'nin ana gövdesini PKK, PJAK gibi örgütlerin çatı kuruluşu KCK'nın bir bileşeni olan PYD oluşturmaktadır.
Amerika Suriye'de istediği düzeni kuramayacağını 2014 yılından itibaren anladı. Aynı yıl planlarını revize ederek yeni bir aşamaya geçiş yaptı. O tarihe kadar kullandığı DAEŞ'in ortadan kaldırılması şeklindeki bir yapay tez çerçevesinde Kuzey Suriye'yi kontrol edeceği yeni bir süreci başlattı. Diğer bir deyişle Suriye'nin tümü yerine, Kuzey Suriye ile yetinmek zorunda olduğu bir stratejiyi benimsedi.
Kuzey Suriye'de 2014'e kadar Rusya ve Esad ile dirsek temasında olan PYD, bağımsız devlet ya da Kuzey Irak benzeri güçlü siyasi özerklik aşkı ile marksist çizgisine rağmen Amerika ile yakın işbirliğine dayanan bir atılımı başlattı.
Amerika Kuzey Suriye'deki PYD varlığını hem ekonomik, hem siyasi, hem de askeri açıdan destekledi ve geliştirdi. Bugün binlerce TIR dolusu gelişmiş silahlarla teçhiz edilmiş, asker sayısı yüzbine dayanmış, Amerikalı askeri uzmanlarca eğitilmiş bir YPG ordusundan söz ediyoruz.
Amerika'nın Kuzey Suriye'de bir garnizon oluşturmadaki ana gayesinin İsrail'in güvenliği olduğuna şüphe duymuyoruz. Elbette Suriye'deki enerji kaynakları ve yolları da hesabın içindedir.
Son Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde de belirtildiği gibi, Amerika'nın bölgedeki, hatta küredeki en azılı düşmanı olarak İran rejimi ilan edilmiştir. Amerika'nın İran rejimini öncelikle sınırlamayı, fırsat bulduğu anda da ortadan kaldırmayı ana strateji edindiği açıktır. Kuzey Suriye operasyonunun birincil hedefinin İran'ı sınırlamak olduğunu Amerikalı yetkililer sürekli ifade ediyorlar.
Amerika'nın PYD yanında saf tutmasının önemli nedenlerinden biri de Türkiye'yi yönetenlere (devlet ve hükümet) güvenini büyük ölçüde yitirmesidir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü tam da bu güveni verecek yeni bir yönetim anlayışı ve kadrosu arayışıdır.
Amerika, Türkiye'de Avrasyacı eğilimlerin güçlenmesinden son derece rahatsızdır. Astana görüşmeleri üzerinden Suriye'de mesafe alınması Amerika'nın karizmasını çizmiştir.
Kuzey Suriye'deki belirsizliği gidermek bağlamında Astana'nın ana bileşenleri üç hususu birlikte dikkate almak zorundadır.
1- Kuzey Suriye halkının talepleri
2- Suriye'nin toprak bütünlüğü
3- Bölgenin güvenliği
Kuzey Suriye'nin Arap, Kürt, Türkmen aşiretlerinin tümünün temsil edileceği bir barış masasının kurulması büyük önem taşımaktadır. Suriye'nin toprak bütünlüğüne halel getirmeyecek ve Amerika'nın bölgesel planlarına hizmet etmeyecek her teklifin tartışılabileceği bir zemine ihtiyaç vardır.
Kültürel ve siyasi özerklik gibi hususlar da aynı çerçevede konuşulabilmelidir. Astana/Soçi görüşmeleri gereksiz bariyerlerden arındırılarak barışa giden yolun önü açılmalıdır.
Afrin Operasyonu
Afrin operasyonu devam ediyor. Türkiye Afrin operasyonu ile muhtemelen PYD/PKK'ya askeri ve psikolojik bir darbe vuracaktır. Ancak bu sonuç asıl problemi çözmeyecektir. Kuzey Suriye'de topyekun bir çözüme ihtiyaç vardır. Bu ise savaş ile değil barış ile sağlanabilir.
Yapılan her savaş geride derin acılar ve düşmanlıklar bırakmaktadır.
Yapılan her savaş barışın önüne yeni bir engel çıkarmaktadır.
Kuzey Suriye'de savaş yerine, bu bölgenin halklarının temsil edildiği müzakerelerin tercih edilmesi esas olmalıdır.
Başta Kürtler olmak üzere Fırat'ın doğusunda da, batısında da yaşayan tüm halkları Amerika'nın güdümüne bırakmayacak adil çözümler üretilmesi zorunludur.
Kürt sorununun; Türkiye, İran, Irak ve Suriye'yi kapsayan bölgemizde sağlıklı bir şekilde ele alınıp tartışılması ve bölge içi müzakerelerle adil çözümlere ulaşmanın gayreti içerisinde olunması elzemdir.
Kürt sorununun çözümünde sadece dört ülkenin yöneticilerine değil, Kürt aydınlarına, Kürt alimlere ve Kürt liderlere de büyük sorumluluk düşmektedir.
Kürt halkının Amerika'nın ve İsrail'in istismarına açık bir noktaya gelmesi çok acıdır.
Kürt halkının öncülerinin Amerika'nın değirmenine su taşıyan bölünme ve şiddet eksenli politikalara "dur" demesi gereklidir. Siyaset ve sivil toplum gücünün harekete geçirildiği bir mücadele yöntemi üzerinde ısrar edilmelidir.
Bölgenin diğer halklarının öncüleri de her türlü milliyetçi refleksi dışlayan, eşit hak ve özgürlük düzleminde aidiyetleri oluşturan bir toplumsal düzen mücadelesi için sesini yükseltmelidir.