Ölüm, insanı derinden sarsan en önemli olaydır. Bir anda gelir hayata dair tüm planları, hayalleri, beklentileri sona erdirir. Bir yakınını kaybeden kişinin yaşadığı üzüntüyü tarif etmek imkansızdır. Hele de genç ölüm olunca yüreklerde daha büyük yaralar açar, üzüntüyü kat ve kat arttırır.
Bi gün bakıyorsun gölgesine sığındığın, övüncün olan, sırtını yasladığın o yüce dağın, koca çınarın baban ölmüş, bi gün bakıyorsun ömrünü sana adamış, varlığını senin yoluna harcamış, her türlü zorluğu üstlenmiş, çile çekmiş, aç kalmış ama seni aç bırakmamış, eski giymiş ama seni en güzel kıyafetlerle gezdirmiş, kimsenin sevmeyeceği kadar seni sevmiş, ayağının altında cennet taşıyan annen ölmüş!
Bi gün bakıyorsun sol yanın, sırdaşın, evdeşin, hayat arkadaşın eşin ölmüş. Bi gün bakıyorsun ekmeğini bölüştüğün, dertleştiğin can dostun, arkadaşın ölmüş, bi gün bakıyorsun baba yarısı emmin, anne yarısı teyzen göçüp gitmiş bu dünyadan. Bi gün bakıyorsun dayın, halan, komşun, akrabağan vefat etmiş. Vel hâsıl gün ve gün ölüyoruz. Sevdiklerimiz bir bir uçuyor elimizden!
Sevdiklerimizin ölümü sonrası insanın yapısı gereği üzüleceğiz, ağlayacağız, hüzne boğulacağız ama asla Allah'a isyan etmeyeceğiz. Enes radıyallahu anh anlatıyor; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ruhunu teslim etmek üzere olan oğlu İbrahim’in yanına girince gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Bunun üzerine Abdurrahman İbni Avf, “Ey Allah’ın Rasûlü! Siz de mi ağlıyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber ona “Ey İbni Avf! Bu gördüğün gözyaşları rahmet ve şefkat eseridir” cevabını verdi. Sonra şunları ilave etti; “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Ama bizim ağzımızdan ancak Rabbimizin razı olacağı sözler dökülür. Vallahi ey İbrahim, biz senden ayrılmaktan dolayı çok üzgünüz." Dedi. Sonra da karşısındaki dağa: "Ey dağ! Eğer Bendeki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılıp gitmiştin! Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz; إِنَّا لِلَّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ innâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun/Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ elhamdulillahi rabbilalemin/Rabbü'l-alemin olan Allah'a hamdederiz" Buyurdu.
Soruyorum sizlere, ölüm gibi bir gerçek varken bu yalan dünyada biz neyin davasını güdüyoruz, kim ve ne için kalp kırıyoruz, hangi amaç uğruna sevdiklerimizi üzüyoruz? Niçin hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalıyoruz, gaflete düşüyoruz?
Hani olumsuz, istenmeyen bir şey başımıza gelince hep söylüyoruz ya; “Ağız tadıyla şunu yapamadık, tam rahatlığa ermiştik, dirlik düzen kurmuştuk başımıza böyle bir şey geldi. Ağzımızın tadı kaçtı.” İşte bu ölüm, bu davetsiz misafir tatları, lezzetleri hayatımızdan çekip alan en etkili hakikattir! Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'ın "lezzetleri kökünden kesip atan, ağızların tadını kaçıran ölümü çok hatırlayın" buyurması bu yüzden olsa gerek!
Rabbimiz , "Kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak sizi bulacaktır… Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız da ölüm size ulaşacaktır… Her canlı ölümü tadacaktır." buyurmuş. Demek ki ölümden kaçmak mümkün değil. Ama ölüme hazırlanmak mümkün! Unutmayın, ölüm, toprağa karışma, çürüyüp gitme, yok olma değildir. Ölüm dünyadan terhis olmaktır. Hayat-ı fâniyeden, hayat-ı bâkiyeye geçiştir. Ölüm, yeniden filizlenip ebedi âlem için dirilmedir. “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” fermanına kulak veren her müslüman için ölüm ahirete göç etmiş olan ana babaya, eşe dosta, akrabaya, EN SEVGİLİYE ve YÜCE RABBİMİZE kavuşmadır.
Sözlerimi Kur’an’da geçen ,“ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ teveffeni muslimen ve elhikni bissalihin / Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihlere dâhil eyle” duasıyla sonlandırıyorum. Allahu Teala cümle ölmüşlerimize rahmet eylesin ve hepimize müslüman olarak ölmeyi nasip etsin inşallah.