Türkiye’de Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz Darbe Girişimi, Suriye’de yaşananların etkileri ve yerel seçimler gibi gergin ve siyasi kutuplaşmanın yoğun olduğu bir süreç yaşıyoruz.
Bu sıkıntılı ve tarihi süreçten geçerken toplumsal geleceğimizi ilgilendiren en önemli iki kurumumuz olan milli eğitim ve aile kurumu ile ilgili gözden kaçan temel sorunlarımız var.
Aile konusunda gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi, cinsiyet eşitliği projesi ve okullardaki eğitimin geleceği konuları tartışılıyor.
Türkiye nüfusunun yüzde 50’sinin 25 yaş altında olduğu ve milyonlarca öğrencimizin hayatında aileden sonra gelen en önemli kurum olan okullarımızda, maalesef hâlâ istediğimiz milli, ulusal ve manevi değerlerin olduğu eğitim sistemini oturtamadığımızın vebalini hepimiz ödüyoruz.
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın, kamuoyuna sunduğu bir metni paylaşmayı uygun buluyorum.
“Kamuoyuna yansıyan bazı haberlere göre, Rotaryenler Millî Eğitim Bakanlığı ve okullarla teması artırmaya yönelik çalışmalar yapıyor. Hatta daha da ileri gidip ‘Rotary Okulda’ temasıyla bakanlık ve millî eğitim müdürlükleriyle ikili görüşme ve iş birliği içerisine giriyorlar.
Rotaryenler, lionslar ve elbette masonlar yine okullara, çocuklara, eğitime ve milletin değerlerine el atmanın peşindeler. Ne okullara yaklaşmasına ne de öğrencilerle yakınlaşmasına izin verilmemeli. İş birliği davetlerine icabet edilmemeli, kısaca tuzağa düşülmemelidir.
28 Şubat’taki fonksiyonları çok tartışıldı. 28 Şubat’ın devamında okullarda Bakanlık talimatıyla cirit atan resmi sürecin öznesi haline gelen bu yapıların, okullardan eli ayağı çekilmişken ne oldu ki müjde verir gibi ‘Rotary Okulda’ diye tekrar sevinç narası, çığlık atıyorlar.
Millet olarak, kökü dışarıda olan masonik yapılardan çok çektik. Ülkemizi bölmek isteyen terör örgütlerine, milletimizi emelleri ile yok etmek isteyen sivilimsi yapılanmalara artık fırsat verilmemeli.
15 Temmuz’da milletimiz bedel ödemiş ve başı dışarda yapılara mesajı vermiştir. Bu yapıların ve yapılanmaların okullara sızmaması, çocuklarımıza el uzatmaması için yetkililer bu konuda hassas davranmalı, Rotaryenlere ve diğer masonik örgütlere okulların kapısını, çocukların zihin dünyasını sımsıkı kapatmalıdır.”
İkinci konumuz olan İstanbul Sözleşmesi… Bu mesele özellikle sivil toplum kurumlarımız ve akademisyenlerimizce ne hikmetse yeterince irdelenmiyor.
Avukat Muharrem Balcı’nın dikkate değer uyarıları var:
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, tanım olarak İstanbul Sözleşmesi’nde geçmektedir. Sözleşmeye göre Toplumsal Cinsiyet, ‘Belirli bir toplumun (Dikkat! Yaradılışın değil) kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşâ edilen (kurgulanan) roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.” M.3/c Toplumsal Cinsiyet Eşitliği de toplumun cinsler için uygun gördüğü davranışların, değerlerin eşitlik içermesi, ayrımcılık yapılmaması anlamında kullanılmaktadır. Ancak dikkat edilecek nokta, yaradılışın değil, toplumun belirlediği cinslere karşı ayrımcılık yapmamak dayatılıyor. Bunun için de kadın erkek belirlemesinin reddi, her türlü yasal veya illegal yollarla, reklam ve dayatmalarla, sözüm ona eğitilmiş kitlelerin, toplumun lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel cinslerin, hatta yanına bir + getirerek, ileride başka sapkınlıkların da kabul etmesi ve bu kurgulanmış cinsler arasında ayrımcılık yapılmaması sağlanmaya çalışılıyor.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği bir ifsad projesidir.
Nihai tahlilde asıl amacı, insan türünün sonlandırılarak, farklı bir türün veya türlerin oluşturulmasıdır.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi, küresel aktörlerin, dünyayı küçük bir azınlık tarafından yönetilen, yönetici azınlığın dışında köle kitleler oluşturmayı, sonrasında da bu kitleleri bağımlılaştırarak köleleştirmeyi, bilahare bu köleleşen uydu topluluğu bir yandan değişime uğratarak hayvanlaştırmayı, değişime uğratmayı, yeni cinsle ve yeni türler yaratmayı, böylece daha bir sömürülür hale getirmeyi amaçlayan projedir.
Bunu Harari’nin ifadelerinden anlayabiliyoruz.
Yuvan Noah Harari, Davos’ta yaptığı konuşmada, ‘Gelecekte, bildiğimiz insan türünün sonu gelecek, yeni bir türle karşılaşacağız. İnsan, gelecekte, ‘beden, beyin ve zihin’ tasarımı yapabilen, yeni bir tür tarafından yönetilecek. Harari, insanın geleceğine, ‘veri’ye sahip olanların hükmedeceğini belirtiyor. ‘Veriyi kontrol edenler, yaşamı da kontrol edecek.’
Bir başka ifadesiyle, Tanrı tasarımına karşı akıllı tasarım. Sanırım ‘goyim’ kavramını çok kişi biliyordur. Siyonizmin, Yahudiler haricinde herkes için kullandıkları kavramdır goyim. Binek hayvanı anlamına gelmektedir. Yönetici azınlık (ki 500 milyon kişi civarında öngörülmektedir), dışında kalanların, goyim/binek hayvanı olarak tasarlanması. Bunun adı, insanları hayvanlaştırarak, Harari’nin ifadesiyle ‘farklı tür’ yaratmaktır.
Veriye sahip olan birkaç elin hükmü altındaki dünyada, insanlığın, ‘sınıflara ayrılmayacağını’, ‘farklı türlere’ ayrılacağını vurguluyor.
Küresel aktörlerin kimler olduğunu da iyi biliyoruz. Nitekim bu ifsad projesinin destekçilerinin, fonlayıcılarının, Rockefeller ve Rothschild vakıfları ile batılı devletlerin büyükelçiliklerinin olduğu proje yürütücülerinin açıklamalarından anlaşılmaktadır.”
Milli Eğitim Bakanlığı, bu ülkenin sosyolojisinin temellerinin atıldığı yerdir, bu kurumun beslenmesi, sivil toplum, entelektüel aydınlar ve üniversite camiaları ile birlikte gerçekleşir. Siyasette, bilimde ve hikmette uzlaşmadan sağlıklı bir geleceği inşa etmemiz çok zor görülüyor.