Deizm kavramı insanoğlunun fıtratına kodlanmış olan "Rabbe kulluk bilincinin" dünyaya ait izmler sebebi ile dejenere olmuş halidir.
Hayatın içinde var olabilme güdüsü insanları Rabbe kul olmaktan uzaklaştırdı.
Oysaki bizim medeniyetimiz var olma halini Hakka kul olma hali ile özdeşleştirmiş bir medeniyettir.
Bununla birlikte Rabbe kul olmaktan ısrarla kaçan bir akımın Âlem üzerinde var olan her türlü metaya kul olabilmesi kendi içindeki paradoksudur.
Aslında deizm batıya ait bir kavramdır.
Doğu kültürü ve İslam medeniyeti içinde ise;
Deizm varoluş hikayemizdeki "mükellef olma" halini reddeden kişiyi temsil eder.
Varoluş hikayesi dedim.
Çünkü Allah insanı yaratmış ve başıboş bırakmamıştır.
Ayetler insanın yaratılış sebebini şöyle izah eder.
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."
(ZÂRİYÂT, 56. Ayet)
Günümüz insanının "Kul" olarak yaratıcının "yaratma" fiiline;
"EVET"
Yarattığı insanın "kulluk imtihanın" ve bu imtihanın yüklediği mükellef olma haline; “HAYIR”
demesinin adıdır.
“DEİZM”
Peki başta sorduğumuz soruyu tekrar döner isek;
Kulluk sorumluluğundan kaçış mümkün müdür?
Cevabımız;
Evet mümkündür ise bu insanın yaratılış gerçeğinden kaçışıdır.
Bu kaçış sürecinde insanın varoluş gerçeği ile ters düşmesi ve bu ters düşüşün insan fıtratında oluşturduğu yaraları (maalesef) tedavi eden bir ilaç ve terapi icat edilmemiştir.
Modern Tıp özellikle "kulluk bilinci" ile yüzleşmek istemeyen insanın yaralarını henüz saramamaktadır.
Bu kaçışları sadece İslam'dan kaçış olarak algılamamak lazımdır.
Bir Hristiyan ve Yahudinin dininde ait emir ve ibadetlerin mükellefiyetinden kaçmak için deizm kıskacına yakalanması mümkündür.
Çünkü insan nefsine Rabbe kulluk ağır gelebilmektedir.
Ancak Bu ağırlık dünyada yaşanılanların karşılığı olarak teklif edilen cenneti kaybediş olarak kendisine döner.
Deizm;
İslam Ansiklopedisinde şu şekilde tarif edilmektedir :
"Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı"
Yukarıdaki tariften anladığımız Deizm asıl itibariyle bir yaratanı kabul eden lakin bir yaratıcının yeryüzündeki işleyişindeki varlığını ve yaratıcıya tabi olma hali olarak "kulluk" kısmını reddeder.
Oysaki kulluğun;
İbadet
Zikir-tesbih-
İnanç
Şeklindeki dinanizmleri vardır.
Ve bu dinanizmler üzerinden hareketle mükellef olan-sorumlu- kul var olma biçimini ve ruhunun dinle olan münasebetini yönlendirir.
“Ben! Evet, ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Sen, bana kulluk et ve benim zikrim için (ayetlerimi kafana yerleştirmek için) namazı düzgün ve sürekli kıl..”
(Ta-Ha suresi,14 Ayet)
Özellikle "tesbih" dinanizmini Allah'a iltifat etmek olarak tarif ettiğimizde insan denen varlığın ancak ve ancak iltifat ettiği varlığın hassasiyetlerine hassasiyet gösterdiğine çoğu kez günlük hayatta şahitlik ederiz.
Zaten insan fıtratı da buna müsait yaratılmıştır.
Rabbimizin hassasiyetlerine hassasiyet gösterecek fıtratta yaratılmış olmamıza rağmen bu noktadaki zaafiyetlerimiz özellikle gençlerimizi deizm akımına karşı sempati duyar hale getirmiştir.
Bu noktada İslam'ın yaşanabilir bir sistem olmadığına dair yapılan propagandalarda gençlerin ufuklarını daraltır.
Reelde yaşanan durum bu oluncada özelde gençlerin genelde ise insanımızın yüreğine dokunmak gittikçe zorlaşmaktadır.
Bu noktadan hareketle
Deizm;
Sorumlu -mükellef- olduğunu red eden bireydir.
Ateizm;
Yaratıcıyı red ederken deizm yaratıcıya karşı olan sorumluluğumuzu ve saygımızı reddeder.
Bu anlamda Deizm daha tehlikeli bir yolculuktur.
Çünkü varlığını kabul ettiğiniz bir varlığa tabiri caizse yan çizmeye çalışma halimizdir.
Ateizm çıkmazı ise;
Var olanın yokluğunun iddiasında olmaktır.
Bir yaratıcı fikrine itirazdır.
Aslında bilinçaltının kabul ettiği bir yaratıcının bilinçle red edilme hali söz konusudur.
Oysaki Ateizm;
Ancak var olduğu düşünülen bir varlığın yokluğu ispatlamaya çalışıldığından dolayı baştan kaybedilmiş bir iddiadır.
Deizm ise Ateizmden daha sinsi bir akımdır.
Şeytanın nefse oynadığı bir oyundur.
"Rabbiniz buyurdu ki: - Bana duâ edin, duânıza icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi tenezzül etmeyenler, alçaltılmış olarak cehenneme gireceklerdir. - "
(MU'MİN, 60. Ayet )
Şeytan nefse, yaratıcıya değil yaratıcının hayata müdahalesine karşı çıkmasını öğütler.
Oysaki insan ancak hayatına müdahil olan bir Rabbe ile dünya huzurunu yakalayabilir.
İnsanın serüveninde mutluluk esas olan değildir.
Esas olan huzurdur.
Huzur insanı var eden ve hayatını cennet sermayesi olarak şekillendirnesine vesile olan bir durumdur.
Ve ancak ve ancak insan Allah'ı anmakla huzur bulur.
"O’na yönelenler, inanıp güvenen ve Allah'ın zikri (Kitabı) ile kalpleri[*] yatışanlardır. Kalpler ancak Allah'ın zikri ile yatışır."
(Rad Suresi,28 Ayet)
[*] Kalpte (göğüste) olan ruhtur. Ruh sağlığı Kur’an’a uygun yaşam (takva) ile korunur veya Kur’an’a ve fıtrata uygun yaşam şekline ve Allah’a dönüş (tevbe) ile iyileştirilebilir.