Hz. Adem ve Havva'dan beridir.
Kadın ve erkek dünyanın "vazgeçilmez" ikilisidir.
"Birbirleri ile imtihan olsunlar."
Ve dahi birbirleri sebebiyle cennete gitmesi için yaratılan varlıklardır.
İnsanın "cins" halleridirler.
Birbirlerinin cennet sebebi olmak var iken, birbirine dünyayı dar eden "cennet yolculuklarını" çileye dönüştüren cinsler;
Kadın ve erkek
İnsan, insan cinsleri ve ilişkileri üzerine yazmak hep istedim.
Toplum baskısı "ne menem" bir şeymiş ki; bu konu da yazmak olgunluk yaşlarıma nasip oldu.
Erkek ve kadının fıtri farklılıkları "cins insan" olarak onları birbirine rakip yapmaz.
Aksine birbirini tamamlayan hatta
biri olmadan diğerinin anlamsız olacağını varsayabiliriz.
Tabi ki;
"Hayata biri birini tamamlama, birbirine yoldaş olma realitesi" üzerinden yetiştirilmeyen bireylerin bunu anlaması da yakalaması da kolay değildir.
Ayrıca insanın "cins" üzerinden hayatı okuması, hayatında yaşayabileceği bir çok güzelliği de heder etmesine sebep olabiliyor.
İnsan hayatını cins üzerinden ve dahi "toplumun değer yargıları üzerinden hayatı yaşamaya alıştı" ise hayatı çileye dönüşebiliyor.
Burada dikkat çekmek istediğim "kadın cinsi" ya da "erkek cinsi" değildir.
Hangi taraftan olursak olalım.
Karşı taraf ya da kendi cins tarafımız.
Fark etmez.
Taraf olmadığımız tarafı "başbelası" mantığı ya da ataerkil yakıştırmalarımızla kirletme hakkına katiyen sahip değiliz.
Zaten sahip mantığı ile belden aşağı vuruşlarla hayatı taraflara zindan etmenin mahzur görülecek bir tarafı da yoktur.
Kadın ve erkek ile ilgili ayetlerin bir kısmında "yaratılıştan sonra onları birbirine düşman kıldık." ibareleri birbirleri ile imtihan olunmaları ile ilgilidir.
Bir insanın başka bir insanın hayatına "ne cins" olduğu ya da hangi "tarafta" olduğu cihhetle hüküm koyma yetkisi olduğu ya da birbirinin düşmanı olduğu şeklinde anlaşılması, bilinmesi yaşadığımız toplumun ataerkil ve geleneksel bakış açısı ile alakalıdır.
Erkek ve kadın olmanın getirdigi değerler üzerinden bir ilişki ve iletişim kurulabilecek iken sadece eş, kadın, erkek kavramlarına toplumun yüklediği anlamlar ve sorumluluklar üzerinden bir ilişki kurulması da çoğu kez tarafların meseleri arızaya bağlamasına yol açabiliyor.
Kadın, erkek ve eş olduğumuz hatta daha ciddi anlam ve sorumluluklara sahip olmayı gerekli kılan babalık, annelik, teyzelik, amcalik ve dahi erkek kardeş-kız kardeş her şeyden öte müslüman kardeş olma hallerimiz KADIN-ERKEK ilişki biçimlerimizde yan roller bağlamında ele alınmaktadır.
Oysa ki; kadın erkek ilişki biçimlerimizde yan rol bağlamındaki ilişki biçimlerimizde doğruyu, güzeli yakalabilseydik.
Kadın-erkek ilişkisinde eş olabilme anlamında daha az arıza veren tipler olma ihtimalimiz olabilirdi.
Tüm yan ilişki biçimlerinde arıza vermeyen cins insanın kadın-erkek ilişkisinde zorlanmayacağı daha akla yatkın bir iddiadır.
Ve toplumun değer yargıları, toplumsal öğrenmeleri ile bireylerin kendi kulluk imtihanlarını "cinslerin zaaf ve kibirlerine hibe etmelerinin anlaşılabilir" bir yanı yoktur.
Bu da İslam'a teslim olması gereken cins insanın "toplumsal öğrenmelere" teslim oluşun tavan yaptığı toplumlara bizi gebe bırakmaktadır.
Bu gebe kalış halimiz bir nevi "cinslerin düellosu" dur.