YAŞAM BOYU ANNE
Annelik nereye kadar:
“Anne” rolü temelde cinsellikten arınmış bir roldür
Anneliği yaşamlarının tek boyutu haline getiren kadınlar, cinselliklerini bile bazen unuturlar ve bastırırlar.
Böyle durumlarda cinsellik sadece bir görev gibi ifa edilir.
Kadınları sadece “anne” olarak var eden bütün bir insan olarak diğer boyutlarında yaşamasına izin vermeyen sistemler kadınların annelik duygularını sömürürler.
Gelişmeyen bu insanların hayatta tek hedefi sadece ve sadece annelik ise çocuklar büyüdüğünde tabiri caizse
“yuvadan uçtuğunda”
kadın ne yapacağını şaşırır, bocalamaya başlar.
(Bu sistemler kadınlara “annelik” rolü biçmesinin ötesinde erkekleri de “erkek” ve “koca” rolüyle sınırlamakta her iki tarafında insan olarak tüm zihinsel ve duygusal yetilerinin gelişmesine engel olmaktadır.)
Annelik her zaman için önemi itibariyle kadın kimliğinde üstlenilmesi gereken rollerin birinci sırasında olmakla birlikte hayatın tek hedefi, tek amacı değildir.
Annelik mesleğini en güzel ve verimli şekilde ifa etmek için elimizden geleni yapmalıyız.
Özellikle çocuğun yetiştirilmesinde ve çocuk evrelerinde annenin önemi her zaman birinci sırada olmakla birlikte
“tek annelik, sırf annelik” diyemiyoruz.
Bunun bir nedeni de Müslüman olma kimliğimizdir.
(Sözüm “anne” olduktan sonra namazı bile bırakan çocuğunun en iyi şekilde yetişmesi adına tüm kulluk vazifelerinde ihmallik gösteren annelerin sayısının fazla olduğu bir toplumda yaşayanlaradır.)
Hayatımızda “anneliğin nereye kadar” olması gerektiğini çok iyi bilmeliyiz.
İfrat ve tefrite kaçmadan “annelik rolünde orta yolu” iyi tespit etmeliyiz.
Annelerin “annelik” rolüne bağımlılığı:
Annenin kültürümüzde özel bir yeri vardır.
Anne olmak toplumumuzda kadına saygın bir yer kazandırdığı kadar aile içinde de belirli bir mevki, yetki ve saygıyı da otomatik olarak kazanmış hale gelir.
Özellikle de çocuklarını yetişkin yaşa getirmiş kadın koşulsuz bir saygıya hak kazandığı gibi annelik değer ve nitelikleri de fazla sorgulanmaz.
Anneler doğal mevki ve yetkilerini yitirmekten bilinçaltında ürkerler.
Annelik rolleri tükenirse bir “hiç” olacaklarını sanki kimliksiz kalacaklarını sanırlar.
Bilinçaltında yaşanan bu kaygılar annelerin çocuklarının büyüdüğünü göz ardı etmelerine sebep olur.
Bu kaygılar ve endişeler bir noktadan sonra annelerin
“annelik rolüne bağımlı hale” gelmesine sebep olur.
Bu yüzden annelik rolünün nereye kadar uzandığını çok iyi tespit etmeliyiz ki “abartılmış” annelik rolü ile “anneliğe bağımlı” olmayalım.
Bu konuyu abarttığımı söyleyenler lütfen çevrelerine baksınlar 15 yaşındaki delikanlı çocuklarını (Kız ya da erkek fark etmez) ısrarlar okula götürme sevdasındalar.
Hatta 30 yaşındaki oğlunu mazeret beyan ederek akrabalarına kızlarına yatıya gitmeyi red eden kadın sayısını bir gözden geçirsinler
Birde kuşaklar arası ilişkinin çok yakın ve sık olduğu aile sistemlerinde anneler kızlarının, gelinlerinin yaşantılarını yönetmek ve yönlendirmekle “annelik” mevki ve yetkilerini muhafaza etmeye çalışırlar.
Bu yüzden “anneliği” bağımlılık, yönetme ve yönlendirme merci halene getirmeden ama hiçbir zamanda hafife almadan üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz.
Annelik için gerekli olan aşk, sevgi, muhabbet, emek her zaman harcanmalıdır.
Bununla birlikte her zaman haddimizi de bilmeliyiz.
Annelik kadınlara güzellikler kadar kaçınılmaz çelişkilerde yaşatır.
Anne olan kadın çocuğuna duymuş olduğu şefkat kadar yoğun sorumluluğun getirmiş olduğu yoğunluğu ve günlük yaşam hızının getirdiği yılgınlığı da yaşar.
Bu kadın için sınırlarla, engellenmişliklerle yüklü bir dönemdir.
Eğer bebeğinin doğum öncesi ve sonrası dönem de aktif yaşamından, mesleğinden bir süre için bile ayrılmışsa tedirginlikleri ve kaygıları daha da artar.
Koruyup sevdiği bebeği zorluklar çıkarıp fazla vaktini alırsa kadın engellenmişliğinden dolayı kızgınlık duyabilir.
Bu da doğal bir duygudur.
Çocuğa zarar vermediği müddetçe sağlıklı kabul edilip,sağlıklı bir şekilde duyulur ve yaşanırsa,çocukla anne arasında canlı sıcak ve sıhhatli bir ilişki oluşur.
Ataerkil toplum düzeninin “ideal annesi” ise anneyi kızgınlıktan tamamen arınmış olarak görmek ister.
Bu nedenle anne olan kadın bir taraftan engellenmişlik ve kızgınlık duygularını yaşarken diğer taraftan suçluluk duygusunu da yaşar.
Bu kadın için son derece yıpratıcı bir çelişkidir.
Kadın anne olduğu andan itibaren doğal insanca duygularını sınırlamak zorunda hisseder.
Eğer birde isteyerek anne olmadıysa kızgınlıkları ve engellenmişliği artar.
Dolayısıyla suçluluğu ve vicdan azabı da artar.
Kadın kendini bir süre sonra kısır bir döngü içinde bulur.
Bu kısır döngünün içinde bocalayan kadın çıkışı çoğu kez diğer aile üyelerine, dostlarına çatmakta bulur.
Bu da dostluklarının ve aile üyelerinin ilişkilerinin bozulmasına sebep olur.
Aslında burada yapılması gereken en doğru davranış engellenmişliğin, kısıtlanmışlığın, kızgınlığın yaşanması gereken doğal duygular olduğunun bilinmesidir.
Bu duygulara kulak verilmesi hatta bazen çevresindekilere duygularını ifade etmesi bu duyguların ürkütücü halini azaltır.
“Yumuşak, koruyucu anne” imgesi toplumsal değerlerin içselleştirilmesi ile oluşan bir değerdir.
Kadınların içten içe kendilerini kötü ve suçlu hissetmelerine neden olur onlara yetersizlik duygusunu yaşatır.
Aslında koruyuculuk, şefkat ve sevgiyle birlikte kızgınlıkta yaşanabilir.
Bunlar birlikte yaşanabilecek son derece doğal, insanca duygulardır.
İşte tüm bunlardan dolayı
Anne kızgınlığından dolayı vicdan azabı duymamalıdır.
Annelik dünya tarihinde her zaman için kutsallığını korumuş bir müessese olmuştur.
Tüm negatiflikleri ve zorlukları ile beraber hiçbir sağlıklı kadın annelikten vazgeçemez.
Tüm uykusuz geçen gecelere rağmen annelik Allah’ın kadına bu dünyada sunduğu bir nimettir.
Hem de ahiret saadetini de kazanmaya bir vesiledir.