Bu fani, gelip geçici âlemde
insanın mutlu olmasını sağlayacak tek gerçek, Âlemlerin Rabbi’ne olan iman ve
teslimiyettir. Bu iman ve teslimiyettir onu ayakta tutacak ve ona anlamlı bir
hayat yaşatacak olan... Zorluklarla dolu bir dünyada, daha da zorlu bir
akıbetten emin olarak yaşayabilmenin yolu imandan geçer. Yaratanını tanıması ve
O’na ibadet etmesi maksadıyla yaratılan insan, bu maksada uygun yaşadığı sürece
mutlu olur ve ebedi saadete erer.
Bir kişiyi söylediği sözde tasdik
etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek,
karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde
içten ve yürekten inanmak, güvenmek ve samimiyetle inanmak anlamlarına gelen
iman, Hz. Peygamber'i, Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen
hükümlerde tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip
bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmaktır.
Hz. Cebrail’in sahabeyi
bilgilendirmek üzere insan suretinde gelip Peygamber Efendimize yönelttiği “Bana
imandan haber ver” sorusuna Hz. Muhammed’in verdiği “Allah’a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanman, bir de
kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir.” cevabı imanın içeriğini
tarif etmektedir. Biz bu husustaki imanımızı “Amentü billahi ve
melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi ve’l-yevmi’l ahiri, ve bi’l kaderi hayrihi
ve şerrihi min’Allahi Teâlâ. Ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakkun. Eşhedü en la
ilahe ill’Allah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulüh.” kavli
şerifini dil ile okuyup kalp ile tasdik eder ve hayatımıza tatbik ederiz. Bu
iman esasları bizim hayat düsturumuzdur.
Biraz daha tafsil ederek imanı
şöyle tarif ederiz: “Allah Teâlâ” diye mukaddes ismini
zikrettiğimiz şanı büyük yaratıcıyı Rahman, Rahim, Halik, Cebbar, Rezzak,
Hakim, Aziz, Tevvab gibi daha bir çok mukaddes isimleri ve varlığı (Vucud),
ezeliyeti (Kıdem), ebediyeti (Beka), bir ve yegane oluşu (Vahdaniyet),
yaratılmışlara benzememesi (Muhalefetü’n-li’l-havadis), kendi kendine var oluşu
(Kıyam bi nefsihi) gibi sadece Cenab-ı Allah’ta bulunup yarattıklarında mecazi
de olsa bulunmayan ve kendi zatına mahsus bir hayatı (Hayat), bütün kainatı
kuşatıcı ilmi (İlim), dilediğini mutlaka yapan iradesi (İrade), her şeye
hakkıyla yeten gücü (Kudret), her şeyi hakkıyla işiten (Semi) ve gören (Basar)
oluşu, harften ve sesten münezzeh kelamı (Kelam), yoktan var eden gücü (Tekvin)
ile zatına sabit olan sıfatları ile bilmek ve inanmak.
Kudretine ve hikmetine sınır
olmayan Allah Teâlâ’nın, varlığını bilip kendisine ibadet ve itaatta
bulunmaları için ateşten cinleri ve topraktan insanları yarattığı gibi,
insandan önce nurdan yarattığı; yemeyen, içmeyen, yorulmayan, evlenmeyen, doğup
doğurmayan, çeşitli sayılarda kanatlara sahip, Hak Teâlâ’nın emirlerine asla
isyan etmeyen, varlıkları bütün peygamberler ve semavi kitaplar tarafından
bildirilen, Allah’a kulluk ve itaat etmekle görevli olmalarının yanında bu
âlemde bir takım işler ile görevli olan meleklere iman etmek.
Varlıklarıyla beşeriyet âlemine
şeref vermiş olan peygamberlerin ümmetlerini, yaratılışlarındaki hikmetleri,
vazifeleri, dünya ve ahiret hayatını, hayatlarını düzene koyacak kaideleri,
Yaradan’a karşı görevleri, diğer insanlara ve çevreye karşı sorumlulukları gibi
hayat rehberi konusunda Hak Teâlâ tarafından verilmiş olan ilahi talimatların
içinde bulunduğu, insanlık âleminin pek fazla ihtiyacı olan ve Allah tarafından
kullarına ihsan buyurulan semavi kitaplara iman etmek. Allah’ü Teala’nın
kullarına dinini bildirmek için memur ettiği pek muhterem insanlar olan ve her
birini başkalarının meydana getiremeyeceği harikulade şeyler (Mucize) ile
mücehhez kıldığı, korunmuş ve masum (İsmet), özü ile sözü, sözü ile fiili bir
ve tutarlı (Sıdk), her türlü güvene sahip (Emin), zeki (Fetanet) ve
emrolundukları şeriat hükümlerini ümmetlerine olduğu gibi bildiren (Tebliğ),
Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed ile son bulan ve her biri Allah’ın elçisi
olan Peygamberlere iman etmek.
Yaratılmış her şeyin bir
başlangıcı olduğu gibi hem bu fani âlemin hem içindekilerin bir de sonu vardır.
Fani âlemin sona erişi, aynı zamanda baki âlemin de başlangıcıdır. Bu dünyadan
sonra, herkesin yeniden dirileceği, dünyada yapılanların zerresine kadar hesaba
tabi tutulacağı, inananların Rabbine kavuşma günü olan, inanmayanların ise
pişmanlık yaşayacağı, mazlumların zalimlerden hakkını alacağı, iyilerin
canlarının çektiği ve gözlerinin hoşlandığı her şeyin bulunduğu cennetle
mükâfatlandırılıp, kötülerin derin kuyuları olan cehennemle cezalandırılacağı,
ilahi adaletin kemaliyle tecelli edeceği, bitmez ve tükenmez bir halde devam
edecek olan ahirete iman etmek.
Zaman ve mekândan münezzeh olan
Allah Teâlâ’nın sınırsız ilmi ile ezelden ebede, her şeyin önünde ve arkasında
olanı, gelecekte olacağı ve geçmişte olmuşu ilim sıfatı ile bilip takdir etmesi
olan kadere ve bu takdirin yeri ve zamanı geldiğinde irade, kudret ve tekvin
sıfatları ile yaratılıp gerçekleşmesi olan kazaya iman etmek. Kader ve kazaya
iman eden kişi hayır ve şer, iyi ve kötü, canlı ve cansız ne varsa her şeyin
Allah’ın bilgisi ve dilemesi dâhilinde olduğunu, her şeyin bir ölçü içinde ve
bir hikmete göre meydana geldiğini bilir ve öyle inanır. Bu inanç onun hayatını
huzur içinde geçirmesine vesile olur.
Allah’a iman teslimiyeti,
meleklere iman güveni, kitaplara iman hakiki yolu, peygamberlere iman örnek
şahsiyeti, ahirete iman adaleti, kader ve kazaya iman sorumluluğu güçlendirir.
Hepsi birlikte sînede bir cevher oluşturur ki, ona asla kıymet biçilemez. Güzel
davrananlara daha güzel karşılıklar ve bir de fazlası (Rıza-yı Bârî) olacaktır.