Bütün semavi dinler dünyaya
bağlanmayı doğru bulmamış, dünyayı ahiret hayatı için önemsemişlerdir. Ancak
dünya veya ahiretten birini tercih edip diğerini dışlamak da meşru değildir.
Çünkü dünya ve ahiret hayatı birbirinden ayrı şeyler olmadığı gibi, birbirinin
zıddı iki âlem de değillerdir. Her ne kadar dikilen ağaç yıllar sonra meyvesini
verecek ise de bu dünyada dikilen meyvelerin ürününün ahirette toplanacağı
gerçeğini bildirmektedir.
Dünya ve ahiret birbirinden ayrı
hayatlar değildir. Hatta dünya ile ahiret hayatı birbirinin devamı iki âlemdir.
Bunları ayrı hayatlar olarak düşünmek insanı ifrat ve tefrite götürür. Çünkü
sadece ahiret sevdası dünyadan vazgeçmeye, sadece dünya sevdası ise ihtirasla
ona sarılmaya yol açar.
Sevgiyle bağlanılan şeyler insana
süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını
sağlayan şeylerdir. Bütün bunlar ebedi olan ahiret hayatını kazanmak için birer
fırsattır.
Mal ve oğullar dünya hayatının
süsleri olarak bildirilmektedir. Bu, dünya hayatının hiçbir değeri olmadığı
anlamına gelmemektedir. Dünya malı olmadan ebedi hayatı kazanmak zordur. Dünya
hayatı, ahireti kazanma yeridir. Namaz, oruç, zekât, hac, cihat gibi dini
görevler dünya malı ile yapılır ve ebedi hayat olan ahiret hayatına zemin
hazırlarlar.
Dünya hayatı bir oyun, bir
eğlence, bir süs olarak nitelendirilmektedir. Bu farklılıklar övünme ve üstün
olma özellikleri değildir. İnsan ihtirasıyla dünyaya sahip olmaya kalkmamalı,
aksine sadaka ile hayır işleri ile dünya malını ebedileştirmelidir. Dünya
hayatının süsü olan mal ve mülk, hakkıyla kullanılmadığı zaman aldatıcı bir
zevkten öteye geçemez.
Dünya hayatının cazip, göz alıcı,
gönül çekici ve tatlı tarafı bizi aldatmamalı, aksine sonsuz bir hayatın sınavı
olarak görülmelidir. Dünya hayatına dalmak kadar ölümü temenni etmek de doğru
karşılanmamıştır. İnsanla birlikte mal sevgisi ve yaşama arzusu da büyür. Bu,
insan hayatının bir gerçeğidir.
Yaşlanınca ne olacağım korkusu
insanda mal biriktirme hırsını tetikler. Gençlikte çok fazla önemsenmeyen mal
ve dünya hayatı, yaş ilerledikçe önemsenmeye ve korkulan bir kayıp haline
gelmektedir. Fiziki açıdan zayıflayan insanda dünya sevgisi artmaya başlar.
Dünya, Allah’ın insanlara bir
ikramıdır. Yerden rızkın çıkması, güneşin doğması, yerler, gökler, yıldızlar ve
her şey insan için yaratılmıştır. Bunlara bağlanmak doğru olamadığı gibi,
onları terk etmek de doğru değildir. Bütün bunlar Allah’ın ikramı olduğuna
göre, Allah’ın ikramını reddetmek kimin haddine? Ancak o ikramları daha güzel
ve sonsuz bir hayatı kazanmak için kullanmanın ilahi bir emir olduğu da
unutulmamalıdır. İlahi emirlerde ve Peygamber Efendimizin sözlerinde geçen
dünya hayatını küçültücü ifadeler, dünyanın geçici, ahiretin ise ebedi bir
hayat olduğu gerçeğini vurgulamak içindir. Dünya hayatını küçültücü ifadeler
insanın ihtirasını ve dünya hayatına olan düşkünlüğünü dengelemek için
söylenmiş sözlerdir.
Ebedi hayat, bu dünya hayatını
değerlendirerek kazanılır. Ahiretin tarlası olarak nitelendirilen bu dünya
hayatını terk ederek ahireti nasıl kazanabiliriz ki! Ancak dünya hayatını terk
etmemek, ona tamamen meyledip ahreti ihmal etmek de değildir.
Allah katında bu dünyanın bir
sivrisinek kanadı kadar değeri yoktur. Çünkü ebedi hayatın mükemmelliği
karşısında bu dünya hayatının değeri ancak o kadardır. Sayılı bir ömür
karşısında sonsuzluğu anlamak böyle olsa gerek. Ayrıca bir mümin bu dünyada her
ne sıkıntı çekmişse, bu sıkıntılar ahirette hata ve günahlarına kefaret
olmaktadır. Bir yerine diken batması bile günahlarına kefaret sayılmaktadır. Bu
da bize verilen ikramlardan biridir.
Müminler kâfirlerin şaşaalı
hayatlarına özenmesinler diye Allah dünya hayatına değer vermemekte, onu ebedi
hayat için bir fırsat olarak sunmaktadır. Müminlerin bazı sıkıntılar ile
imtihan olunması, sevap kazanmalarına vesiledir. Mümin her iki hayatta da
kârlıdır. Dünyada iyi yaşarsa ne ala... Sıkıntılı yaşadığı her şeyin
karşılığını ise ahirette alacaktır. Ancak varlıkla imtihan yoklukla imtihandan
zordur. Varlığını hayır ve hasenata ayırma zorluğunu aşanlar, bu imtihanı başarı
ile geçenlerdir. Servet sahipleri servetlerini artırmak için yanlış ve
haksızlık yapabilirler, ihtiraslı davranabilirler. Bu hasletler fakir olanda
bulunmaz. O yüzden varlığın imtihanı yokluktan daha zordur.
Amellerin en çok boşa gidenleri
Mevla’nın ayetlerini ve ahiret gününü unutanların amelleridir. İnkâr edenlerin
ise dünyalıkları ne olursa olsun, ahiretleri heba olmuştur. Rablerinin
ayetlerini ve ahiret gününü inkâr edenlerin iyilikleri ve bütün amelleri boşa
gider. “Malım! Malım!” diye çırpındığımız şeylerden yediğimiz, giydiğimiz ve
tasadduk ettiğimizden başka bizim olan ne var ki?
Mevla’mız hepimizi iki dünyası mamur olanlardan eylesin!