Suriye rejimi ile köprülerin atılmasının ve ilişkilerin kesilmesinin nedeni, "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Esad'a sunduğu reform taleplerinin yerine getirilmeyişi" olarak kamuoyu tarafından dile getirilmektedir. Bilindiği üzere daha önceleri Esad ve Erdoğan arasında su sızmaz bir dostluk vardı. Karşılıklı ziyaretleşmeler son derece samimi bir atmosfer içerisinde geçiyordu. Ailece boğazda kahvaltı etmeler, deniz sefaları, Erdoğan'ın Esad'a "kardeşim" diye hitap etmesi diplomasi teamüllerinin de ötesinde bir dostluğu ibraz ediyordu. Bu süreçte pasaportsuz gidiş gelişler başlamıştı. Ayrıca parlamentolar arası ortak bakanlar kurulu oluşturuluyordu. O günlerde sınırların tamamen kaldırılacağı bir federatif yapıdan söz ediliyordu. Bu gelişmeleri perde arkasından takip eden Siyonist İsrail ve ABD'den başkası değildi. Ne olduysa oldu ve Arap Baharı bahanesiyle Suriye karıştırılmak istendi. Bir çok İslâm ülkesinden bindirilmiş kıtalar olarak şiddete teşne gençler Suriye'ye sokuldu. Mutasyona uğramış bu canavar sürüsünün ellerine verdikleri silahlarla insanlık dışı cinayetler işlenmeye başlandı. En vahşi yöntemlerle işlenen bu cinayetlerin azmettiricisi ve organizatörü ABD'den başkası değildi. Aslında reformları talep eden ABD idi. Nitekim 09 Ağustos 2011 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile görüşmesinde gündeme getirilen ana konu ABD'nin direktiflerinin Davutoğlu aracılığı ile Esad'a sunulmasından ibaretti. Bu görüşmede Davutoğlu Esad'a ABD'nin buyruklarını tek tek saymaya başlayınca, Esad müdahale edip Davutoğlu'na, "Afedersiniz ama siz ABD büyükelçisi misiniz, yoksa Türkiye'nin dışişleri bakanı mısınız?" diye sorunca, salonda buz gibi bir hava esmeye başlamıştı. Ve ne olduysa bundan sonra olmaya başladı. Hemen ertesi günü Türkiye'deki malum medya Esad ve rejimine karşı olmadık tezviratlara başlamıştı. Bu tezvirat ve iftiralar sayesinde Esad bir anda "kimyasal, gazlarla, varil bombaları ile halkını katleden bir katil" oluverdi. Dokuz seneden beri her gün televizyonlarda ve gazete manşetlerinde bu tür iftiralarla dolu haberlere tanık olmaktayız. İnsanlarımızdaki bir başka algı ise, "İşte efendim Esad denilen o zalim kendisinden istenen reformları yapmış olsaydı bu olaylar onun ve halkının başına gelmezdi!" Esad ise şöyle bir serzenişte bulunuyor: "Benden reform adına talep edilen maddelerin başında 'işgalci İsrail'i tanımak ve ülkemin topraklarını ABD hegomonyasına açmak' geliyordu. Hayatım pahasına da olsa halkıma ve İslâm ümmetine böyle bir ihanette bulunmam mümkün değildir." Esad dokuz senedir bu tür söylemleri sıklıkla dile getiriyor. Fakat Türkiye'de Esad rejimine karşı öylesine dezenformasyonlar yapıldı ve yapılıyor ki, Esad'ın bu söyledikleri asla duyulmuyor. Siyonist bir takım yetkililer ise şu ifadeleri dile getiriyor: "Esad bizimle barışmamanın bedelini ödüyor. Eğer Esad Filistinli terörist (!) gruplara yardım etmekten vazgeçseydi ve eğer İran'dan gelen silahların sevkiyatına son verseydi bunlar başına gelmezdi." İçimizdeki aklı evvellere sormak lazım, "İşgalci Siyonistler'in bu itirafları sizlere bir şey anlatmıyor mu?" Bakınız o beğenmediğimiz Beşşar Esad 22 Arap ülkesi içerisinde Filistin davasına sahip çıkan tek liderdir. Şu hâlde sadece bu zaviyeden olayı değerlendirecek olursak 22 Arap ülkesi arasında en "ehven-i şer" ülke Suriye'dir. Diğer bütün Arap ülkeleri Filistin davasına ihanet edip Siyonistler'le iş tutup her türlü ticari ilişkide bulunurken Suriye asla uzlaşmaya yanaşmamış bir ülkedir. Gerçekten de Suriye bunun bedelini ödemektedir. Siyonist İsrail ile her türlü ticari ilişkisi olan Türkiye'nin Suriye'ye ABD adına değil, kendi adına da olsa akıl hocalığı yapmaya hakkı var mıdır? Adama demezler mi, "Sen önce kendi gözündeki merteği gör, benim gözümdeki çapakla ne uğraşıyorsun?" Türkiye yönetim şekli ile "laik" olması hasebiyle dinsel olan hiçbir kuralı yürürlüğe koyamazken, o beğenmediğimiz Esad, Suriye anayasasına aile hukuku olarak Hanefi mezhebinin fıkıh kurallarını yerleştirmiş. Hadi siz de İsviçre'den aldığınız aile hukukun son fırksına, dini bir kural olan, "süt kardeş ve süt anne ile evlenilmez" kuralını iliştiriverin! Ki bu kuralı nam-ı diğer firavuna ilettiklerinde, "Asla böyle bir şey kabul edilemez, zira kabul edilirse laiklik elden gider, siz süt anneyi, yoğurt anneyi bana getirin" türünden kinayeli ve alaycı bir üslupla cevap vermiş. Sonuç olarak ifade edecek olursak, elbette ki, İslâm sentez kabul etmeyen bütünlükçü bir dindir. Bu yüzden biz nihayetinde ne laik Türkiye Cumhuriyeti'ni ve ne de Esad'ın Baas rejimini Allah Teâlâ'nın evrensel yasaları ile mütenasip olduğunu görmüyoruz.
Fakat on yıla yakın bir süredir Suriye'de bir insanlık dramı yaşanıyor. Bu acıları ümmetin evlatları yaşıyor. Yaşanan bu trajedi nasıl sonlandırılır? Bunun yolları aranmalı. Müzakere ve diplomasi kapıları sonuna kadar açık tutulmalı. Savaşla değil, diyalogla çözüm arayışı içerisinde olunmalı. 05 Mart 2020 tarihinde Erdoğan - Putin arasında gerçekleşen Moskova zirvesi Suriye barışı için olumlu sonuçlar vereceği kanaatini taşıyoruz. En azından temenni ve umudumuz bu yönde.. Gerginlik, çatışmalar ve akan kan sağduyu ile bir an evvel sonlandırılmalıdır. ABD'nin hava sahası ve mühimmat desteği vaatleri ve Siyonist Soros'un telkinleri şeytan vesvesesidir, aman dikkat! ABD ve Siyonistler çıbanın başıdır. Bölgemizde akan kan ve gözyaşının yegâne müsebbibidirler. Zira onların projeleri "Arz-ı Mevud" hayalidir. Yüzyıldan beri bölgemizde yaşanan savaşlar, yıkımlar ve akan kanlar hep bu hayalin gerçekleşmesi içindir. Petrol ise Siyonistler tarafından ABD'ye sunulan yemdir. Siyonistler bu yöntemle kendilerine hizmet ettirmektedirler.
Sonuç olarak biz İslâm Savunma Paktı'nı, hasılı İslâm Birliği'ni tesis edersek sadece Suriye'de değil, Yemen, Libya, Agifganistan, Keşmir, Myanmar, Hindistan velhasılı bütün İslâm coğrafyasındadaki sorunlar hâllolacak bi iznillah..