Bozguncu Kavim ve mazlum Filistin halkı
Sadece Kudüs ve Mescid-i Aksa değil, (Barekna havlehu) Rabbimiz’in çevresini mübarek kıldığı bütün Filistin toprakları İslâm ümmeti nezdinde mukaddes bir emanettir. Bu nedenledir ki, bir Müslüman için Kudüs ve Filistin toprakları “namus-u ekber” konumundadır. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî ne ise Mescid-i Aksa da kutsiyet bakımından aynı konumdadır. Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesidir. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) Mirac yolculuğundaki ilk durağı Mescid-i Aksa’nın bulundu
İslâm dünyası olarak, gerek bireysel, gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse siyasî liderler arasında elbette ki, Filistin davasına gönül verenler var. Ancak ümmet bünyesi genelinde bir değerlendirme yapacak olursak, duyarsızlığın da had safhaya ulaştığına tanık olacağız. Oysa sadece Kudüs ve Mescid-i Aksa değil, (Barekna havlehu) Rabbimiz’in çevresini mübarek kıldığı bütün Filistin toprakları İslâm ümmeti nezdinde mukaddes bir emanettir. Bu nedenledir ki, bir Müslüman için Kudüs ve Filistin toprakları “namus-u ekber” konumundadır. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî ne ise Mescid-i Aksa da kutsiyet bakımından aynı konumdadır. Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesidir. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) Mirac yolculuğundaki ilk durağı Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerdir ve buradan arş-ı âlâya çıkmıştır. İsra Sûresi’nde bu konu geniş bir şekilde anlatılmaktadır.
Ayrıca Filistin toprakları birçok peygambere ev sahipliği yapmış bulunmaktadır. Yüce Rabbimizin nezdinde geçerli olan son din İslâm olduğuna göre (Al-i İmrân.19), tarih boyu şecere-i tayyibe olan peygamberlerin emanetdarlığı da Müslümanlara tevdi edilmiş bulunmaktadır. Kısacası Davut aleyhiselamın 3000 yıllık mirasçısı Yahudiler değil, biziz. Şu da bir gerçek ki, başka halkların binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış olması, onların torunları olarak bu mülkü işgal edip sahiplenmeye kalkması haklı oldukları anlamına gelmez. Allah Teâlâ yeryüzüne sadece sâlih kulları varis kılmıştır. “Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a sâlih kullarım varisçi olacaktır" (Enbiya:105) diye yazdık. Onlar “sâlih” olma özelliklerini yitirdiklerinden dolayı Rabbimizin gazabını celbetmişler ve değişik cezalara çarptırılmışlardır. Bu ilâhî mücazatlardan biri de sürgüne uğratılmalarıdır. Tevhidî değerlerden sapıp Allah Teâlâ’ya isyan hâlinde bir hayat yaşamaları ilâhî nimetleri yitirmelerine sebep olmuştur. Yoksa Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ onlara, dürüst bir hayat yaşamalarından dolayı bol bol nimetler vermişti. Yine Kûr’ân’da geçtiği üzere olumlu hasletlerinden dolayı alemlere üstün kılındıklarına ve kendilerine bir takım imtiyazların verildiğine tanık olmaktayız. Ancak nankörlük edip günahlara daldıklarında Allah Teâlâ’nın rahmetinden uzaklaştırıldıklarını görmekteyiz.
Kûr’ân-ı Kerim’i tetkik ettiğimizde, ibret alınması gereken hususlarda en çok İsrailoğulları’ndan söz edildiğini görmüş olacağız. Hainlik, entrika, bozgunculuk, faize dayalı ticaret, sahtekârlık, nankörlük, mızıkçılık, yalan, hile, fitne ve fücur hep onların karakteristik özellikleri olarak karşımıza çıkmaktadır.. Hele başlarında Harun aleyhisselam gibi bir peygamber olduğu hâlde tevhidi değerlerden uzaklaşıp altından yaptıkları buzağıya tapmaları tam bir ibret vesikası. Ayrıca Bakara Sûresi’nin 87’nci ayetinde belirtildiği üzere kendilerine gönderilen peygamberlerin bir kısmını öldürmeleri bu kavmin nasıl bir tıynete sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Kısacası bir kavim ve bir ulus olduklarından dolayı değil, kötü hasletleri sebebiyle Allah Teâlâ’nın lânetine uğramışlardır. (Bakara:88) Şu hakikati bilmiş olalım ki, söz konusu ettiğimiz kötü hasletlere hangi toplum, hangi kavim sahipse, onlar da lâneti hak etmişlerdir. Konumuz Filistin olması hasebiyle biz Allah Teâlâ’nın lânetine uğramış Siyonist Yahudiler’den söz etmek istiyoruz. Bilindiği üzere Filistin toprakları Romalıların hakimiyetinde iken feth edilmiştir. Bu fetih esnasında dikkatimizi çeken bir husus var, o da şudur: Hıristiyanların Kudüs Valisi Patrik Sophronius şehrin anahtarını Müslümanlara teslim ederken, Yahudilerin fitneci ve bozguncu olduklarından söz edip, bu topraklara onların sokulmamasını istirham ediyor. Demek ki, Hıristiyanlar da, Yahudilerin ne derece bozguncu olduklarını çok iyi biliyorlardı ki, böyle bir uyarıda bulunma ihtiyacı hissediyorlar. Hıristiyanlar zaten öteden beri Yahudileri sevmemelerinin sebebi, İsa aleyhiselama yaptıkları zulümlerden dolayı olmakla birlikte, fitneci ve entrikacı bir kavim olmaları da bu düşmanlığın ana faktörünü oluşturmaktadır. Tarihî kaynaklarda bu düşmanlıklara rastlamak mümkün. Örnek verecek olursak, Alen Gould’un What Did They Think of the Jews? (Yahudiler Hakkında Ne Düşünüyorlardı?) isimli eserinin 24 ve 25’nci sayfalarında Hıristiyanların din adamı Nyssalı Greogry’in Yahudiler hakkında kullandığı şu ifadelere yer verilmektedir: “Tanrımızın katilleri, peygamberlerimizin canileri, Tanrının rakipleri, Tanrıdan nefret edenler, kanunu hor görenler, merhamet düşmanları, babanın inancının hasımları, şeytanın avukatları, yılan yuvaları, iftiracılar, alaycılar, zihinleri karanlıkta olanlar, Farisilerin mayası, iblisler topluluğu, günahkarlar, kötülüklere çanak tutanlar, doğruluğu taşa tutanlar ve ondan nefret edenler…” Görüldüğü gibi Greogry gibi Hıristiyan din adamlarının düşüncelerine sahip olanların yaptıkları vaaz ve telkinlerle, insanları Yahudiler aleyhine şiddet ve düşmanlığa tahrik etmişlerdir.
Nitekim Batı Avrupa tarihine baktığımızda, körüklenen bu tür düşmanlıklardan dolayı Yahudiler kitleler halinde birçok kez sürgünlere maruz kalmışlardır. Açıkçası onların içerisinde bulundukları toplumlarda sürekli fitne unsuru olmaları sürgün edilmelerini de beraberinde getirmiş. Yoksa yüz yıllardan beri o topraklarda her hangi bir fitneye sebebiyet vermeyecek şekilde yaşayan, içerisinde bulundukları toplumun huzurunu bozma teşebbüsünde bulunmayan insanlara karşı Hıristiyan din adamlarının durduk yerde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesi düşünülemez her hâlde. Herkes Hitler’i suçlamaktadır, ancak kendisine sorulduğunda Yahudilerin içten içe Almanya’nın topyekün ekonomisini ve finans kaynaklarını ele geçirdiklerini iddia edecektir. Bir Alman milliyetçisi olan Hitler durduk yere Yahudilerin Almanya’dan sürgün edilmelerine karar almamıştır. Tarihi kaynaklara baktığımızda bu fitneci kavmin birçok defa sürgün edilişlerine tanık olmaktayız. Örneğin: Miladî 1290 yılında İngiltere’den topluca kovuldular. 1306 – 1394 yıllarında Fransa’dan sürüldüler. 1349 – 1360 yılları arasında Macaristan’dan göç ettirildiler. 1348 – 1598 tarihleri arasında Almanya’dan çıkarıldılar. 1421 yılında Avusturya’dan, 1445 – 1495 yıllarında Litfanya’dan sürüldüler. 1492 yılında ise gemilere bindirilerek İspanya’dan topluca sürgün edildiler. Hiçbir ülke onları kabul etmeyince Osmanlı bir alicenaplık yaparak onları kabul etti ve İzmir’e yerleştirdi. Ancak onlar kılcallarda yaşamaya alışık oldukları için Pahidat’ın merkezi olan İstanbul’a akın akın yerleştiler. Ve kısa süre içerisinde Osmanlı maliyesini ve devletin altın rezervinin bulunduğu kasaları ele geçirdiler. Osmanlı’nın yıkılış süreci de onların entrikalarıyla başlatılmış oldu. 1497’de, yani İspanya sürgününden beş yıl sonra komşu ülke Portekiz’den de çıkarıldılar.
Fitne ve entrika bu ulusun adeta genlerine işlemiş. Bu nedenledir ki, Rabbimiz Kûr’ân-ı Kerim’de onları bozguncu olarak tanımlamaktadır. “Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide: 64) Tarih boyu bu huylarından vazgeçmemişler. 70 küsur seneden beri mazlum Filistin halkına kan kusturmaktadırlar. Verdiğimiz sürgün örneklerinde olduğu gibi tarih boyu Batılılardan yemiş oldukları darbelere rağmen yine de entrikalarından vazgeçmemişler ve darbı- meselde geçtiği gibi kapıdan kovulmalarına rağmen bacadan girmişler. Özellikle ABD’de yaptıkları yatırımlar, finans kaynaklarını ve borsayı ele geçirmeleri siyasette büyük inisiyatif sahibi olmalarını da beraberinde getirmiş. Açıkçası ABD içerisinde yeni bir sömürü düzeni oluşturmaları aslında Amerikalıları da rahatsız etmektedir. Amerika’da bazı erdemli insanlar Siyonist Yahudilerin mazlum Filistin halkına yaptıkları zulümlerden de rahatsız olmaktadırlar. Bunlardan biri de Amerika – İsrail Dostluk Derneği’nde konuşma yapan bir şahıs. Bakınız nasıl bir eleştirilerde bulunuyor: “Yahudilerin ABD’de lobisi olmasaydı, Filistin toprakları daha yaşanılası bir yer olurdu. Yahudilerin lobisi olmasaydı, ABD daha demokratik bir ülke olurdu. Uyuşturucu bağımlısı biri ile başa çıkmanın iki yolu vardır. O daha çok uyuşturucu alır ve size müteşekkir olur. İkinci yol ise onu bir rehabilitasyon merkezine yatırmaktır. Bu durumda uyuşturucu bağımlısı sizden nefret edecektir. Ama hangi yöntem onun için en doğru tedavidir? Peki aranızda İsrail’in işgal bağımlısı olmadığına inanan var mı? Tepki verilmediği süre bu böyle devam eder. İsrail toplumu kendisini kalkanların arkasında gizliyor. Sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da duvarlarla çevrelemiş kendisini. Bu durum artık uluslararası müdahaleyi zorunlu kılıyor. Çünkü İsraillilerin beyinleri yıkanmış ve yalanların içinde yaşıyorlar.. Gerçekle bağını kaybetmiş biri güvenli değildir. Bu özel bir kişi olabilir. Buna her hangi bir tedavi olmasını ya da hastaneye yatmasını tavsiye ederim. Gerçekle bağını kaybetmiş bir insan ya kendisine veya içerisinde bulunduğu topluma zarar verir. İsraillilerin vicdanları rahat olması için üç neden var. İsrailliler Tanrı nezdinde seçilmiş olduklarına inanır. Ve bu seçilmişliğin, her şeyi yapma hakkını kendilerine verildiğine inanırlar. İkinci olarak tarihte bu denli işgalci olmalarına rağmen kendilerini mağdur olarak tanıtan başka bir halk yoktur. Yalnızca mağdur değil, tek mağdurun kendileri olduğunu düşünürler. Üçüncüsü en tehlikeli olanıdır: Filistilileri insan olarak görmezler. İnsan olarak görmedikleri bu halka yapılan zulümler onları rahatsız etmez. Amerika bu İsrail’e müdahale etmediği süre, İsrail neden kendini değiştirsin ki? Gazze’nin bombalandığı esnada İsrail halkını görmeliydiniz. Üstlerinden geçen helikopterler Gazze’yi bombalamaya giderken, onlar sevinç çığlıkları atarak sahile doğru koşuyorlardı. İsrail televizyonları bombalama görüntülerini neredeyse hiç göstermedi. Gazeteler hiçbir şey yazmadı. Ben, yaptıkları katliam ve yıkımlardan dolayı, pilotların sorumlulukları hakkında tek bir makale yazdım. Ve korumalarım olmadan evimden çıkamaz oldum.”
Bu itirafları yapan muhtemelen Amerikalı anti Siyonist bir Yahudi. İçlerinde böyleleri de var. Elbette ki, biz Müslümanlar işgalci İsrail’e müdahaleyi Amerika’dan beklemiyoruz. ABD zaten öteden beri, yani İngilizlerden bu görevi aldığından bu yana kesintisiz bir şekilde her türlü yardıma devam ediyor. Şirret İsrail’in saldırganlığındaki süreklilik bundan kaynaklanıyor. ABD onu arkalamasa orada tek başına hiçbir şey yapamaz. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın da müdahale etmeyişi onlara cesaret vermektedir. Ayrıca İslâm dünyasının birlik olmayışı, Müslüman halkların ellerinde yaptırım ve vurucu gücün bulunmayışı onları hepten pervasızlaştırmaktadır. Bakınız, her Allah’ın günü saldırı, işgal ve katliamlarına devam etmektedirler. Gösteri yapan çocukların üzerine fütursuzca ateş etmektedirler. Nasıl olsa dünyanın gıkı çıkmıyor. Nasıl olsa Müslümanlar gaflet içerisinde… Miladî 1948 yılından beri adım adım Filistin topraklarını işgale devam ediyorlar. Batı Şeria’yı, Ramallah’ı ve El Halil kentlerini paramparça ettiler. Giremedikleri bir tek Gazze kaldı. Orasını da sık aralıklarla bombalayıp duruyorlar. Bugünlerde Knesset’te - meclislerinde tartıştıkları konu, Gazze halkının Sina Yarımadası’na sürülmelerine ilişkin.. Oysa kağıt üzerinde de olsa Camp David anlaşmasında Sina Yarımadası’nı Mısır’a terk etmişlerdi. Tabi ki, yerleşim birimine dönüştürmemek ve asker konuşlandırmamak şartı ile. Yani tamamen tampon bölge.. Şimdilerde ise Gazze halkını buraya yerleştirmek istiyorlar. Tabiki geçici olarak. Zira Siyonistlerin inancına göre Nil ve Fırat havzasında bulunan topraklar Allah’ın kendilerine vadettiği ve adına “Arz-ı Mevud” dedikleri yeri kapsamaktadır. Yani Sina Yarımadası’da onlara göre “Arz-ı Mevud” sınırları içerisinde bulunmaktadır. Gazze halkını bombalamalarla sürekli taciz etmeleri bu düşüncelerinden kaynaklanmaktadır.
Bakınız; bu şirret İsrail’in dur durak bilmeksizin işgale devam ettiğini vurgulamıştık. En son ABD Başkanı Trump’ın dili ile Kudüs’ü başkent ilan etmelerinin hemen ardından Siyonistlerin Bayındırlık ve İskan Bakanı Yoav Galant, İsrail TV 10 kanalına beyanatta bulunarak Batı Şeria’da 300 bin yeni konut için proje hazırladıklarını ilan etti. Küstahça yapılan bu beyanat, işgal ve saldırganlıkta sınır tanımadıklarının en bariz delilidir. Şu gerçeği bilmiş olalım ki, Siyonistlerin Filistin topraklarına yönelik işgalleri ve bu amaçlarına ulaşmak için mazlum Filistin halkını gün be gün katliama tabi tutmaları dinî inançlarından kaynaklanmaktadır. Ellerindeki muharref Tevrat Siyonist Yahudilere bunu emretmektedir. Bu emirden dolayı ki, Siyonistlerin bayan milletvekili Ayelet Shaked geçen yıl şöyle bir beyanatta bulunmuştu: "Özellikle hamile kadınları öldürün ki, bir atışta iki düşmanı birden vurmuş olursunuz!" Siyonist askerler muharref Tevrat'tan ilham alarak şöyle yemin etmektedirler: "Düşmanımın erkeklerini kılıçtan geçireceğim, hamile kadınlarının karınlarını deşeceğim, koyunlarını, sığırlarını öldüreceğim, ekinlerini ve ağaçlarını yakacağım, evlerini-barklarını yıkacağım."
Ayrıca Ayelet Shaked, ismindeki bu milletvekili şahsi Facebook sayfasında, 17 yaşında diri diri yakılarak öldürülen Filistinli Muhammed Hudayr'a gönderme yaparak, “Bu, teröre, radikallere, Filistin yönetimine karşı bir savaş değil. Bu, iki halk arasında bir savaş. Düşman kim? Filistin halkı. Neden? Onlara sorun, bu işi onlar başlattı” ifadelerini kullandı. Öteyandan Yahudi Evi Partisi Genel Başkanı ve Ekonomi Bakanı Naftali Bennett de örneğini verdiğimiz küstah açıklamalarıyla gündeme gelen parti üyesi Ayelet Shaked'den hiç de aşağı kalır değil. Bennett, yaptığı bir açıklamada, esir Filistinlilerin öldürülmesi gerektiğini söylemişti. Bir başka bakan bu sözler üzerine “Bu yasadışı” deyince Bennett, “Ben çok Arap öldürdüm. Bunda yanlış bir şey yok” cevabını vermişti. Kasım 2012 tarihinde ise Jerusalem Post gazetesindeki "Kesin sonuç gerekli" başlıklı makalede oğul Gilad Şaron, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombasına gönderme yaparak aynı yöntemle Gazze’yi ‘dümdüz’ etmek gerektiğini söylemişti. "Filistin'le savaşta orta yol yok" diyen Gilad Şaron, "Gazze’de taş üstünde taş bırakmamalıyız. Bütün Gazze’yi dümdüz etmeliyiz. Japonlar yeterince çabuk teslim olmadıkları için Amerikalılar Hiroşima ile durmadı, Nagazaki’yi de vurdu” ifadesini kullanmıştı. (Gilad Şaron’un babası Ariel Şaron, 1982 yılında Lübnan’da bulunan Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında, çocuk ve kadın dahil binlerce mazlum Filistinlinin katledilmesinin planlayıcısıdır. "Beyrut Kasabı" olarak tarihe geçen Şaron, 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki katliamını organize etmişti. Yabancı bir gazetecinin görgü şahitliğine göre, esir alınanların içerisinde elleri bağlı kadın ve çocukları bizzat kendisi kurşuna dizmişti.)
Siyonistlerin Filistin topraklarına yerleştiği günden bu yana öldürmek eylemi onlarda bir ibadet seramonisidir. Bakınız ellerindeki muharref kutsal kitap ne buyuruyor: "Sen benim topuzumsun, cenk silahımsın. Seninle milletleri kıracağım, ülkeleri helâk edeceğim.. Ve seninle erkeği kadını kıracağım.. Ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım.. Ve seninle ere varmamış genç kızı kıracağım.. Ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım. . Ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım.. Ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım." (Yeremya:51/20-23)
"Ele geçenin bedeni delikdeşik edilecek. Yakalanan kılıçtan geçirilecek. Yavruları gözleri önünde parçalanacak. Evleri yağmalanacak. Kadınların ırzına geçilecek. Hamile kadınların karınları deşilecek." (İşaya:15-16)
"Onları tamamen yok edeceksin. Onlarla ahidleşmeyeceksin. Onlara acımayacaksın." (Tesniye:7/1-3)
"Ve yaşlıları, gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar-hamile kadınların karınlarını deşecekler. Gözleri çocukları esirgemeyecek." (İşaya:13/15-18)
"Mülklerini alacağımız milletlerin yüksek dağlar üzerinde ve tepeler üzerinde ve her yeşil ağaç altında ilâhlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harap edeceksiniz." (Tesniye:11/23-25)
"Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla." (Yeremya:11/3)
"Sarhoş olana kadar onların kanlarını için." (Hezekiel:39/18-19)
"O şehrin ahalisini mutlaka kılıçtan geçireceksin. Onu ve onda olan her şeyi ve hayvanlarını yok edeceksin." (Tesniye:7/16, 13/15)
Muharref tevrat bu ve benzeri talimatlarla dolu. Sayın okuyucumuz bu işgalci Siyonistlerin kan dökmeye, kan içmeye talan ve tecavüze neden bu kadar teşne olduklarını anlamışsınızdır sanırım. Amerikalı eleştirmenin ifade ettiği gibi, bu canavarlar muharref Tevrat'tan ilham alarak her türlü gaspı, her türlü tecavüz ve cinayeti kendilerine meşru görmektedirler. Bu nedenledir ki, işgâl ve katliamlara mütemadiyen devam etmektedirler. Ve ne yazık ki bu insanlıktan nasibini almamış canavarlar karşısında dünyanın gıkı çıkmıyor. Birleşmiş haydutlar çetesi, yani Birleşmiş Milletler Teşkilatı bırakın yaptırım uygulamayı, bir kınama kararı dahi alamamaktadırlar. Elbette ki, işgalci İsrail'in cüretkârlığı ve fütursuzluğu buradan kaynaklanıyor. Nasıl olsa ikiyüzlü kahpe ABD ve kahpe Batı onları destekliyor! Nasıl olsa İslâm dünyası gaflet ve tefrika içerisinde kendi aralarında boğuşuyorlar. Şu hâlde kim tutar Siyonistleri? Şu bir gerçek ki, Müslümanlar İslâm Birliği’ni tesis etmedikleri süre bu zulümler, bu tecavüz ve işgaller devam edecektir.