Osmanlı dağıldıktan sonra ümmet ulus devletlere bölünmüş oldu. Cemaatler, sivil toplum kuruluşları, bir takım aydınlarımız ve alimlerimiz ümmetin birleşmesi gerektiğinden söz edip durdular. Fakat siyasî arenada ne yazık ki ciddi girişimler olmadı. Bu minval üzere yıllar geçerken bir de baktık ki 1946-1950 yılları arasında İnönü hükümeti yani CHP ABD ile ittifak arayışlarına girmiş. Eşyanın tabiatıdır boşluk kabul etmez. Sen bu boşluğu Hak ile doldurmazsan batıl orayı istila eder ve doldurur. Şaşırmamak lazım, zira Cumhuriyet rejimi tesis edilirken “kurucu irade” zaten “muasır medeniyet seviyesi” ile hedef ve model aldığı Batı medeniyeti idi. Bu dönemde komünizm tehdidine karşı ABD’nin yanında, daha doğrusu ABD’nin şemsiyesi altında olmak tercih edildi.
Marshall Plânı ABD ile oluşturulan göbek bağının ilk halkası oldu. Marshall Plânı, 1947 yılında ABD tarafından tahakküm amaçlı olmakla birlikte “ekonomik yardım paketi” gibi sunulan ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan sözleşmedir. Bu talihsiz ve bir o kadar da rezil anlaşma ile Türkiye’nin sanayi ve teknoloji alanında yürürlüğe koymak istediği ve o dönemde ciddi adımların da atıldığı bir takım projeler askıya alınmış oldu. Biz savaş uçağı ve yerli otomobil üretme aşamasında iken (hatta üretmişken) buna engel olundu ve bir toplu iğne üretemeyecek duruma düşürüldük. Süt tozu yardımı işin kamufle edilen yönüydü. Yani yeni gelen nesle okyanus ötesindeki ABD’nin şirin ve yardımsever bir ülke olduğu imajı verilmek istenmesiydi. DP döneminde ise Kore’ye asker gönderip bine yakın Mehmetçiğimiz orada ölünce NATO’ya girme imtiyazını elde etmiş olduk. Kısacası lütfettiler biz de NATO’ya büyük bir iştiyakla girdik. Artık sırtımızı dayadığımız ABD sayesinde komünizm tehlikesinden de kurtulmuştuk! Fakat bizim fark edemediğimiz bir şey vardı! Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştuk. ABD komünist Rusya’dan bin beter çıkmıştı. ABD, sadece Adana - İncirlik değil 28 ilimizde askerî üs kurdu. Dile getirilmesi rahatsızlıklara sebebiyet verse de açıkça ve mertçe itiraf edelim ki, biz farkında olmadan ABD bizi işgal etmiş..
ABD Türkiye’ye yönelik tahakküm politikalarını yıllarca sürdürdü.. Askeri ihtilallerin arkasında hep o oldu. 27 Mayıs 60 ihtimalinin, 12 Mart 71 muhtırasının, 12 Eylül 80 askeri müdehalenin, 28 Şubat 96 postmodern askeri darbenin ve en son 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminin perde arkasında hep ABD vardı. Bunu artık sağır sultan da biliyor. ABD tarihi hep entrikalarla, hep şeytani desiselerle doludur. Müdahale ettiği elbette sadece Türkiye değildir. Güney Amerika ülkelerinden tutun Vietnam ve Kamboçya’ya kadar saldırı ve müdahalelerde bulunmuştur. İkinci Dünya Harbi’de Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombaların düştüğü yerde hâlâ ot bitmiyor. Japonya’ya ait o iki kentte dünyanın en vahşi ve en barbar yöntemiyle 250 bin dolayında savunmasız sivil insanı katletti. Afganistan ve Irak’ı tarumar etti. 4,5 yıldan beri Suud maşasını kullanarak mazlum Yemen halkını bombalatıyor. Suriye’de on binlerce TIR dolusu silahı terör örgütlerine vererek, bölgeyi kaosa sokarak kendi adına savaştıracak muharrib güçler oluşturuyor.
Kendi piyonları 15 Temmuz darbe girişiminde muvaffak olamayınca kuyruk acısı içerisinde bir takım ajan papazları kullanarak Türkiye’yi karıştırmaya devam edip durdu.. Hatırlayalım Türkiye ile ABD arasındaki misyoner rahip Brunson krizinden sonra Trump yönetiminin aldığı yaptırım kararları iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Şu küstahlığa bakar mısınız? ABD yönetimi başta Adalet ve İçişleri Bakanları olmak üzere birçok milletvekilinin mal varlıklarına el koyma kararı alıyor. Doların fırlatılması ve ardından gelen ekonomik kriz Trump’ın yaptığı son küstahlık değildi. F-35 savaş uçakları ortak projemiz olmasına rağmen, S-400 hava savunma sistemini Rusya’dan aldık diye teslimat askıya alındı. Rahip Brunson’u iade ettik fakat ABD şirret ve şeytanî politikalarından vaz geçmedi. F 35’ler hâlâ verilmedi. Öte yandan (az önce ifade ettiğimiz gibi) gözümüzün içine baka baka Suriye’deki terör örgütlerine binlerce TIR dolusu silah yardımında bulundu. ABD kendi adına yeteri kadar taşeron örgüt oluşturduktan sonra Suriye’den askerini çekme kararı aldığını açıkladı. Fakat taşeron örgütlere yeterli derecede güvenmediği için son anda askerini çekmekten vazgeçti. Ardından Trump, “Petrol bizim için çok değerlidir, biz petrolü seviyoruz” sözünü söyleyerek Suriye’deki varlık sebebini aleni olarak ibraz etmiş oldu. Akabinde Suriye sınırında güvenli bölge oluşturma amacıyla Türkiye ile ittifak yaptı. Burada da dengesiz politikalar uygulayarak, adeta hükümet ile maytap geçerek haftlarca Türkiye’yi oyaladı. Sonunda Ankara bu işi yalnız yapma kararı aldı. “Barış Pınarı Harekatı” adı altında Türkiye operasyona başlayınca Trump büyük bir histeri içerisinde feveran ederek tehditler savurmaya başladı. Rahip Brunson dönemindeki ekonomik ambargoları gündeme getirdi. Aşağılayıcı içerikte Twitter üzerinden mesajlar göndermeye koyuldu.
“Bırakın Suriye ile Esad Kürtleri korusun ve kendi toprakları için Türkiye ile savaşsın. Generallerime dedim ki, neden düşmanımızın toprağını korumak adına Suriye ve Esad için savaşalım? Kürtleri korumak adına Suriye’ye yardım etmek isteyen biri varsa bana uyar; bu, Rusya, Çin ya da Napolyon Bonaparte olabilir. Umarım her şey iyi gider, biz 7 bin mil uzaktayız!”
Gördüğünüz gibi ABD menfaati neyi gerektiriyorsa onu söyler, onu yapar. Trump’ın bir başka tehdid içerikli mesajı şöyle: “Türkiye yapmaması gereken bir şeyi yaparsa, daha önce çok az ülkenin gördüğü türden yaptırımlar uygularız.”
Trump’ın Başkan Erdoğan’a gönderdiği iddia edilen ve sosyal medya ile gazetelere yansıyan mektup ve Twitter paylaşımlarının bazı başlıklarına bakıyoruz öylesine küstahça, öylesine hakaretamiz, öylesine tehditkâr ve aşağılayıcı ki insan “yuh artık” demekten kendini alamıyor:
“Ekonominizi yok etmekistemem, ki yaparım.”
“Terör örgütüyle otur anlaş.”
“Dünyayı hayal kırıklığına uğratma.”
“Senin bazı sorunlarını çözdüm.”
“Eğer dediklerimi yapmazsan, tarih seni şeytan olarak görür.”
“Sert bir adamolma.”
“Aptal olma.”
“Seni daha sonra arayacağım."
“Uysal ol.”
“Aptallık etme.”
Trump’ın dengesiz biri olduğunu bütün dünya biliyor fakat bu tutumu ve Twitter hesabından attığı mesajların içeriği dengesizlikten öte bir devlet başkanına yakışmayan, diplomasi nezaketine uymayan türden ifadeler olması hasebiyle aslında her çirkin beyanatında kendi seviyesizliğini, kendi alçaklığını tescillemektedir.
Başkan Erdoğan’a yönelik yapılan bu küstahlık aslında bütün Türkiye halkına yapılmaktadır. Mesleğimiz icabı yaptığımız sokak röportajları ile halkımıza ABD ve NATO ile ilgili sorduğumuz sorulara verilen cevapların % 99’u nefret içerikli. Yani halkımızın büyük ekseriyeti ABD ve NATO’dan nefret ediyor ve ABD ile NATO ittifakına son verilmesini istiyor. Siyasilerimiz bu konuya mutlaka eğilmelidir. ABD ve NATO işgalinden kurtulmanın yol ve çarelerini aramalıyız.
Dünya Bülteni Haber Merkezi’nin verilerinden yola çıkarak işgal altında oluşumuzun tescili anlamına gelen ABD üslerinin hangi illerimize konuşlandıklarına bir bakalım:
“İstanbul, Diyarbakır, İzmir, Adana, Malatya ve Ankara’da birden fazla yabancı askeri tesisin olduğu ve Türkiye’nin yedi bölgesinden sadece Karadeniz Bölgesi’nde ABD ve NATO’ya bağlı askeri üslerin bulunmadığı da yine göze çarpanlar arasında.
1 - İNCİRLİK ÜSSÜ
İncirlik HavaÜssü NATO’nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana’ya 10 km uzakta bulunan üs, Akdeniz’e 56 km uzaklıktadır. ABD hava kuvvetleri 39. Ana jet üssü burada görev yapmaktadır.
2- İZMİR HAVA ÜSSÜ
İzmir Hava Üssü İzmir’in 17 km kuzey batısında Çiğli’de bulunan Avrupa’daki ABD hava kuvvetleri’ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO’nun Türkiye’deki en eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004’de LANDSOUTHEAST karargâhı Napoli’den İzmir’e taşınmış, 1 Ocak 2006’da da ABD 16. hava filosu, Almanya’nın Ramstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.
3 - ŞİLE ÜSSÜ
Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.
4 - KONYA
Konya 3.Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar burada üslenmiştir.
5 - BALIKESİR
Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üsde 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.
6 - MUĞLA
MuğlaAksaz Deniz Üssü olarak kullanılmaktadır.
7 - ANKARA
Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır.
Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleri.
Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir; dinleme ve harekat merkez üsleri.
Adana-Hatay Toroslar; CIA, Gladio eğitim üssü.
Tekirdağ Çorlu Havaalanı; Lojistik destek üssü.
Konya;AWACS erken uyarı uçakları bu üste.
Gaziantep-Batman Havaalanı; Lojistik destek amaçlı havaalanları. Heronların üssü.
Sabiha Gökçen Havaalanı; Lojistik destek havaalanı.
Mersin Taşucu Limanı; Limanda liman ve helikopter pisti var.
İskenderun Limanı; Türkiye’nin en geniş konteynır alanına sahip bulunuyor.
Adana İncirlik; Nükleer bombaların yer aldığı, ABD’nin bölgedeki tek harekat üssü.
Diyarbakır; Hava üssü, NATO askeri var.
Şırnak-Silopi; Lojistik depolama yeri.
Mardin; İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri.
Şanlıurfa; yakıt ikmal üssü.”
Gördüğünüz gibi Marshall Plânı adı altında başlatılan süreç bizi nasıl bir sonuca götürmüş? ABD ve NATO’nun işgali altında olduğunuzu ifade ederken abartılı bir dil kullanmadığımız ortada.
Sonuç olarak ifade edecek olursak ABD ve NATO musibetinden kurtulmak için yeni oluşum arayışları bir zorunluktan öte imâni bir vecibedir.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde biz Müslümanlara güç birliğine gitmemizi emrediyor. İslâm ümmeti olarak 2 milyara varan nüfus potansiyelimize rağmen 57 ulus devlete bölünmüş olduğumuzdan dolayı uluslararası siyasi arenada hiçbir yaptırım gücümüz yok.
Merhum Erbakan hocamız bu konuya çok iyi vakıf olduğu için ısrarla D-8’i, ısrarla ortak ekonomi topluluğunu, ısrarla İslâm Barış Gücü’nü (İslâm NATO’sunu), İslâm Birleşmiş Milletleri’ni tesis etmeye çalıştı. Çünkü o da biliyordu ki bunlar olmadan biz Müslümanlar emperyalist ülkeler karşısında bir varlık gösteremeyiz ve o da biliyordu ki söz konusu kurumsal yapılanmalar imana taalluk etmekteydi.