Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, "Yeni program bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için ABD merkezli uluslararası yönetim ve danışmanlık şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik, 16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofisin, “tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek" şeklindeki ifadesi Türkiye’nin siyasal bağımsızlığı ile bağdaşmayan bir adım olsa gerek.
1962 yılında Prof.Dr. James Kc Kinsey tarafından kurulan Mc Kinsey’de 2018 yılına kadar İcra Heyeti Başkanı olarak görev yapan Dominic Barton’un daha önce Siyonist Rothschid bünyesinde Para Analisti olarak görev yapmış olması dikkat çekicidir.
Mc Kinsey, Osmanlı Devleti’nden alacaklı olan Osmanlı Bankası, Credit Anstalt ve Bleichröder adlı bankaların Osmanlı Devleti’nden alacaklarının tahsili için oluşturdukları Reji şirketi (Societe de la Regie Cointeresse des Tabacs de l Empire Ottoman) 1884 yılında akdedilen anlaşma gereği Osmanlı Tütün İdaresi’ni eline geçirmesi ve bu kurumu büyük zararlara uğratması hala hafızalardadır.
Mc Kinsey, 123 milyar dolarlık dış borcu olan Puetro Rico’nun da danışmanlığını yaparken, bu ülke hazinesi tarafından ihraç edilen 20 milyar dolarlık hisse senedini sahibi olduğu Compass CSS High Yield fonu vasıtasıyla satın aldıktan sonra Puerto Rico’nun başkenti San Juan Federal Mahkemesi’nde dava açarak bu ülkeyi zor durumda bırakmış olduğu ortadadır.
Türkiye, son dönemde yaşanan krizden sonra, borcu borçla kapatma ve daha yüksek faizle borç bulma arayışında olduğundan, özellikle hükümetin Mc. Kinsey ile anlaşma sağlayarak dışa karşı güven ortamı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu konuda birçok çevre tarafından dillendirilen ,“Düyun-u Umumiye” veya “Regie” örneklerinin önemle dikkate alınmasında fayda görüyoruz.
Özellikle Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın, Mc Kinsey konusundaki tasarrufu vaka-i hayriye(hayırlı olay) gibi nitelemeye çalışması ve konuyu basite indirgeyecek açıklamalarla geçiştirerek yanlış perspektiften bakılmasını sağlamaya yönelik adımları atması ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Son gelişmeler ışığında gelinen noktada palyatif çözüm ve günü kurtarma politikalarının Türkiye’yi istenen noktalara ulaştırması artık kabil değildir.
Sayın Cumhurbaşkanı bir yandan Türkiye’de kriz olmadığı konusundaki ısrarlı tutumunu sürdürürken, ekonomide yaşanan karadelik ise sağır sultan tarafından bile dillendirilmeye çalışılmaktadır.
Erbakan Hoca’ya özgü olan “Yerli ve Milli” söylemi her ne kadar son dönemlerde sıkça vurgulanmaya çalışılıyorsa da, asıl kriz sonrasını fırsata çevirmeye çalışan ve Türkiye’yi daha çok sömürmeye yönelik girişimleri ön plana çıkarmaya çalışan yabancı yatırımcıların yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamaları dikkat çekicidir.
Özellikle Almanya’nın bu konuda bir anda Türkiye ile yeniden köprüleri kurarak inisiyatif almasını bu nedenle olsa gerek.
Sonuç olarak, hükümetin, geçmişteki hataları izole ederek somut hamlelerle gerçek manada “Yerli ve Milli” hamle başlatarak üretim ekonomisine yeni bir dinamizm kazandırması ve son krizle büyük ölçüde etkilenen kitlelerin hayat standartlarını yükseltmeye yönelik gerçekçi adımları atması gerekmektedir.