Gündemi takip etmeye, gündemin özellikle Müslümanları ilgilendiren veya Müslümanların farkında olması gereken gelişmelerini bu sayfalara taşımaya gayret etmekteyiz. Ne var ki bu konuda seçici olmak her zaman mümkün olmamaktadır. Bazı konular var ki insanımızın gündemini gereğinden fazla meşgul etmektedir. Şüphe- siz bunda egemen güçlerin belirleyiciliği öne çıkmaktadır. Ancak, bizim insanımızın bir ayağının ‘sistem içinde, bir ayağının da sis- temin dışında‘ olması garabeti de gündemin belirlenmesinde etkili olduğu bir gerçeklik. Nitekim 31 Mart yerel seçimlerinin -öncesi ve sonrası- ile gündemimizi gereğinden fazla işgal etmesi, insanımızın ‘düşünsel ve siyasal duruşunun netlikten uzak olmasının bir teza hürü olarak okunabilir...
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı/ Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim kampanyasının hemen akabinde Rusya’yı ziyaret etti. Söz konusu ziyarette Suriye konusu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler ele alındı... Türkiye-ABD ilişkilerinin içinde bulunduğu vasatta, “güvenli bölge” ve Fırat’ın doğusuna yönelik Türkiye’nin müdahale hazırlıkları da Erdoğan-Putin görüşmesinin gündem mad- deleri arasındaydı...
Bu arada ABD-Türkiye ilişkilerinin sorunlu vasatının açtığı alanda “terör devleti” İsrail’in saldırgan ve işgalci hamleleri giderek yoğunlaşmaktadır. Kaos Stratejisi’nin bir sonucu olarak bölgemizdeki gelişmelerin seyri, “Müslümanların” yaşadığı coğrafya ve “Müs lümanların” geleceğini doğrudan ilgilendirmektedir. Ve bu çerçevede, değişen dünya ve yeni denge arayışı sürecinde gelinen aşama bir kere daha göstermektedir ki Filistin Sorunu’nun seyri “Müslümanların” örgütlü gücü/ “duruşları” (her ne kadar ideolojik olarak sorunlu da olsa) ile doğrudan bağlantılıdır. Sorunlu “duruş”lara sahip insanımızın tüm hamasi söylemlerine, dönemsel gelişmelerin tüm aldatıcılığına rağmen bu açık gerçeklik unutulmamalıdır... Libya’daki gelişmelerin yeniden hızlanması ve bunların arka planın daki Saikler de önemsenmelidir... Keza Su- dan’da 1990’lı yıllarda başlayan gelişmelerin en son taşındığı düzlem de birilerini tatmin etmemiş olmalı ki sürecin yeni aşaması gün- demdeki yerini almış bulunmaktadır...
Tüm bu gelişmeler, büyük oranda egemen güçlerin müsaade ettiği kadar gündeme gelmekte. İletişim çağının avantajlarıyla bu zincir kırılabilecekken “Müslümanların” duruş sorunları ve güçlü bir örgüte/yapıya sahip olmamaları nedeniyle yeterince net bilgilendirme ve mücadele çizgisi ortaya konulama- maktadır, ne yazık ki. Hiç şüphe yok ki küre- sel ve yerel düzlemde yaşananlar, çoğunlukla “Organize İşler”. Ne var ki tüm bunların küresel ve yerel düzlemdeki yeri, birbirleriyle ilintileri/ortak paydaları doğru okunamadığında sorunları bir bütünlük içinde algılamak mümkün değildir. Bu, geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de böyledir. Olayları, gelişmeleri doğru tanımlamak, doğru anlamlandırmak ve dolayısıyla doğru bir “duruş”a sahip olmak için basiretli bir bakış açısına ihtiyaç vardır...
Malum değişen ve yeni denge arayışı süre- cine giren bölgemizde, Türkiye ve İran -ideolojik nitelikleri farklı olsa da- bölgenin ve insanımızın geleceği açısından reel-politik olarak stratejik öneme sahip iki ülkedir. Ancak, gerek İran’ın devrim sonrası “duruşu”- nu koruyamaması/savrulması ve gerekse de bir proje ürünü olarak stratejik öneme sahip Türkiye’nin yeni konumu ve misyonu, bölgedeki gelişmelerin seyrini ciddi olarak etki lemiştir. Bahse konu projenin etkili partneri olan Türkiye’nin duruşu, projenin belirleyici aktörü ABD’nin strateji değiştirmesi , “Kaos Stratejisi”ne geçmesiyle bölgede ve Türkiye’nin “sistem-içindeki” gelişmeleri stratejik düzlemde farklılaşmıştır. Haliyle bu durum “sistem-içi” mücadelenin taraflarının da pozisyon itibariyle farklılaşmaları sonucu- nu doğurmuştur... Özellikle “Üretilmiş Kürt Sorunu”nun paydaşlarının pozisyonlarında
MAYIS 2019 ● SAYI 466/19stratejik bir farklılaşma da gündemdedir... Keza AK Parti/AKP içindeki bazı unsurların harekete geçmesi ve pozisyonları/saflarının değişimi de söz konusu olmuştur. Hiç şüphe- siz bunların en önemli ayağı, “Nitelikli Terör Örgütü”-FETÖ(NFETÖ)’dür. Eski Türkiye’nin derin odaklarının ta sürecin başından beri haberdar oldukları FETÖ’ nün, sistem için- deki yeri ve konumu netleştiğinde, rejimin tüm unsurlarının pozisyonları da belirginleşmiştir. Önceleri AKP’yi F tipi yapılanmayla suçlayanlar, FETÖ’ nün, sistem içindeki yeri netleştiğinde, hiçbir sorgulama yapmadan pozisyonlarını değiştirdiler. CHP’si, HDP’si, hatta bugün farklı bir duruşa sahip olan MHP’si...15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte “beka sorunu” düzleminde Yeni Türkiye tarafında pozisyon almış olan MHP’nin yerini de “İyi” Parti almıştır. Eski Türkiye’nin partisi olarak, geçmişiyle birlikte değerlendirdiğimizde, Saadet Partisi(SP)’de sistem içindeki pozisyonunu belirgin hale getirmiştir... Ve tüm bu eski Türkiye unsurlarının -söylem ve duruşlarıyla- “Kaos Stratejisi”yle çıkış arayan ABD ve AB ile paralel çizgide görünmelerine de hayret etmemek gerekmektedir...
Üstelik değişen dünya ve bölge şartları ve yeni denge arayışındaki strateji değişimiyle birlikte netleşen cepheleşmeler, söylemlerin de ötesine geçerek sahaya da yansımaktadır. “Çözüm Sürecinin” sabote edilmesiyle birlik- te başlayan tarafların netleşmesi 15 Temmuz ile birlikte adeta cepheleşmeye dönüştü. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güneyinde bir koridor oluşturması, PKK/PYD’nin ABD’nin paralı askeri (lejyoneri) haline gelmesi ve geleceğini ABD ile birlikte algılaması, “Kobani olayları”, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık ilanıyla -Türkiye içinde ve bölgedeki farklılaşmalar- iyice netleşti... Ki sürecin bu aşamasında, refiklerimizin büyük bir kısmı “ilkesiz değişim” ile “sistem-içi” mücadeleye yönelmeleri de hızlandı. Tarafların bir kısmı da -süreci daha doğru okuyabildikleri iddialarına rağmen- “ilkesel ve ahlaki bir duruş” yerine “ergen”/ “duygusal” tavırlarıyla öne çıktılar. Bölgedeki yeni denge arayışı sürecinin hızlandığı bir vasatta, küresel güçlerin projeleri ve yeni stratejilerinin ne anlama geldiğini dikkate almaktan uzak bir duruş sergilediler.
Değişen dünya şartlarında ABD ve AB’de “güvenlikçi demokrasi” tartışmalarının yapıldığı bir vasatta, küresel güçler, bölgede çifte standart ile otoriter ve vesayetçi yapıları kayıtsız şartsız desteklerken malum çevreler, “romantik demokrat” kesildiler. ”Adalet” ve doğrunun şahitliğinin söz konusu olabilmesi için öncelikle sistem bilincine sahip olmaları gerektiğini, sonra da tarafları doğru tanımlayıp bildikleri konular- da söz söylemeleri gerektiğini ıskaladılar... Tarafsızlık, eleştiri, doğrunun şahitliği gibi kavramları hatalı tanımlamalarla bulanıklaş- tırdılar. Velhasıl bunlardan kimileri “sistem-i- çi” mücadelede muhalefet/eski Türkiye’nin değirmenine su taşır konuma savrulurken, kimileri de eleştiri ve muhalefetlerini hangi zeminde yaptıklarını netleştiremediklerinden, tüm kurumlarıyla netleşmemiş, işleyişi oturmamış bir sistemde kendilerine de “Molla Kasım” rolü biçtikleri için amaçlarıyla sonuçlar arasında çelişkilerle malul hale gel- diler...
“SEÇİM SONUÇLARI”NI FARKLI OKUYANLAR VE “SİSTEM BİLİNCİ”
Sadece bir seçim olarak okunması mümkün olmayan 31 Mart seçimleri ve sonuçlarını analiz edebilmek için, hiç şüphesiz, bahse konu ülkedeki sistemin niteliği, sistemin dış müdahalelere ne kadar açık olup olmadığını da bilmek gerekir. Hele hele Türkiye gibi bir imparatorluk bakiyesi olan, Cumhuriyet’in vesayetçi bir mantıkla kurgulandığı ve son zamanlarda meşruiyetini Batılı düşünceden alan “sistem-içi” bir değişim ve dönüşüm yaşayan bir ülkeden söz ediyorsak daha da çok dikkat elzem hale gelir. Zira Türkiye gibi bir ülkenin giderek artan stratejik önemi yanında bölgesel ve zamanla küresel düzlemde yeni denge arayışının kritik aktörlerinden biri olması bahse konu iken toplu durum el okumalar daha önemli hale gelir. Aynı zamanda Laik-Demokratik(Batıcı) Türkiye’nin bölgede ve küresel düzlemde Müslümanların kontro lü bağlamında stratejik öneminin bilindiği bir dünyada değerlendirmelerin önemi daha da netleşecektir... Bu çerçevede değişen şartlar ve yeni denge arayışı sürecinin kritik aşamasında sistem içi tarafların nitelikleri ve oyun kurucu güçlerle ilişkilerini dikkate alarak se- çimi değerlendirmek kaçınılmazdır...
31 Mart seçimlerinin sonuçlarını değerlendirirken, eski Türkiye’den beslenen un- surların/muhalefetin, bir bütün halinde ve organize hareket ettiğini görmekteyiz. Ve bu organize hareketler, seçim sonrasındaki değerlendirmelerde, sonuçlara itirazlarda kendini göstermiş bulunmaktadır. Henüz tam olarak muktedir olmayan iktidar/Yeni Türki- ye unsurları ise -ana gövde hariç- gelinen aşa manın ne anlama geldiğinin farkında değiller. Öyle ki “sistem-dışından” baktığımızdan, bazı paydaşlarıyla Yeni Türkiye unsurları, “kulak ekmek”ten” söz ederken “sistem-içi” mü- cadelede kendi “ayaklarından aşağıya çek- tiklerinin farkında bile değiller. “Bu onlara ders olsun”; “kendilerine çeki-düzen versin”; “eleştirmek ne zamandan beri kabahat” gibi ifadeleriyle de bazı temel hususların farkında olmadıklarını ortaya koymaktalar...
Muhalefet/Eski Türkiye paydaşlarının “aynı yere vurmaları” ise yerel seçimlerin sonuçlarını yorumlarlarken, genel bir değerlendirme sonrası il ve ilçe sonuçlarına girmek yerine özellikle İstanbul özelinde tartışmayı tercih etmeleriyle kendini göstermektedir. Çok açıktır ki seçim sonucunda, Cumhur İttifakı’nın yüzde 52 civarında oy aldığı, Millet İttifakı’nın ise -CHP ile İyi Parti’nin oyları- nın- yüzde 40’a yakın olduğu görülmüştür. Her iki ittifakın dolaylı ortaklarının yanında “görünmez” destekçileri de dikkate alındığın- da birinci ittifak yüzde 53, ikincisi ise yüzde 43 civarında oy aldığı ilan edilmiştir. İç ve dış muhalefetin bahse konu seçimdeki ana he- definin Cumhur İttifakı’nı yüzde 40’ın altına çekerek belirli bir süreç sonunda Türkiye’yi “erken” genel seçime (Başkan ve milletvekili seçimlerine...) taşımak olduğu bilinmekteydi. Evet, muhalefetin bu hedefi çok açık bir şekil- de gerçekleşmedi. Ne var ki ilk bakışta “itti- fak” olgusunun belirleyici olduğu söylenen il ve ilçe belediye başkanlıklarında, hasse ten de büyükşehir belediye başkanlıklarında muha lefet istediği sonucu elde etmiş durumdadır... Ki iddiaların aksine, burada “ittifak” olgusu etkili olmuş olsa da asıl belirleyici olan başka unsurlar gündeme gelmekte/öne çıkmakta olduğunu gözlemlemekteyiz... “Türkçüler” (İyi Parti), “Kemalistler” (CHP)’nin yanında “Kürtçüler” (HDP) ve kripto “FETÖ”cülerin bu sonucu ürettikleri dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. “FETÖ”’cülerin seçmen düzeyinde bir ağırlığı olmasa da sistem içindeki kripto yapılanmasının bürokrasideki (özellikle yargıdaki) unsurlarının böyle bir sonucu doğuran “Organize İşleri” kurguladıkları iddiası bizce de çok ciddiye alınmalıdır. Şüphesiz Ankara’da MHP’li genç ülkücülerin bir kısmının muhalefetin adayına yönelmeleri bahse konu. Benzer gelişmelerin İstanbul’da olduğu iddiası da temelsiz gözükmemektedir.
Son planda, muhalefetin bir bütün olarak hedefine kilitlenmiş olması bile bu sonuçla- rı ortaya çıkaramayacağı seçimin genel sonuçlarından anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, özellikle İstanbul’daki “organize işlerle” ilgili ciddi göstergeler ve kamuoyu ile paylaşılan
MAYIS 2019 ● SAYI 466/19belgeler görmezden gelinemez. Değişen ve dönüşen, AB standartlarına uyum süreci ya şayan Türkiye’deki sistemin oturmamış lığı, bürokrasiye hala hâkim olmadığını bildiği- miz “iktidar” partisine rağmen böyle “organize işlerin” yapılabilmesi, bazılarının aksi düşüncelerine rağmen bizce mümkündür. Bu durum, NFETÖ gerçekliği ve CHP bürokrasisi birlikte düşünüldüğünde aksini düşünenlerin, yüzeysel yaklaşımların bir sonucu olduğu söylenebilir. Aynı zamanda ABD başta olmak üzere AB ülkelerinin, seçim sonuçlarına meşru/hukuki itirazları, neredeyse gayrimeşru ilan eden açıklamaları ise bu bağlamda yerli yerine oturtulmalıdır...
Dikkat edelim, “iktidar” partisinin değil muhalefet partilerinin, derin odakların organizasyonu ile seçimlerde hile yapıldığı iddiası söz konusudur. Henüz muktedir olmadığı net bir şekilde anlaşılan “iktidar”, muhalefeti hile yapmakla suçlamakta ve bu itirazlarıyla ilgili güçlü bir ses getirememektedir. Ve itirazlarından sonuç alıp almamaları kritik bir dengenin üreteceği karara bağlı gözükmekte- dir... Hem de kısa bir süre öncesine kadar bir projenin ortağı olan, güya bölgenin yeniden yapılandırılmasında “model ülke” olarak ni telenen ve lideri ödüllere boğulan ve şartlar değişince de aynı liderin “diktatör” olarak nitelendiği bir Türkiye’de bunlar gerçekleşmektedir...
ABD’nde seçim sonuçlarındaki oy farkının yüzde 1’in altında olduğu bir seçim bölgesin- de -sonuçlara itiraz olmasa dahi- oy sayımının tekrarlanması gibi bir kuralın olduğunun yazılıp çizildiği bir dünyada bunlar yaşan- makta. Ki İstanbul’da itiraz ve tartışmaların binde 2 civarında seyretmekte olduğu ve İstanbul oylarının ancak yüzde 10’u civarında bir oyun yeniden sayılması nedeniyle farkın 29 bin civarından 13 bin seviyesine düştüğü malum olduğu halde...
Son planda 31 Mart seçimleri, sıradan bir yerel seçim olmanın ötesinde, değişen şartlar ve yeni denge arayışının en kritik döneme- cinde, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye unsurlarıyla bunların dış uzantıları açısından stratejik bir öneme sahipti. “Sistemiçi” malum unsurlar ve destekçileri, bu seçimin yerel bir seçim olmanın ötesinde ortaya çıkaracağı sonuçların farkına vararak hareket etmekteler. Ve muhalefette olmanın psikolojik avantajlarını da kullanarak toplum tabanlarını motive etmekte başarılı gözükmekteler. Buna karşın Yeni Türkiye olgusunu hatalı tanımlayanlarıyla, değişim ve dönüşüm sürecinin henüz bitmediği hususunda yeterince bilinçli bir duruşa sahip olmayanlarıyla ve diğer unsurlarıyla -küçük bir kesim hariç ciddi zaaflarla malul gözükmekteler... Ve geleneksel taba nıyla, düşünsel ve siyasi duruşta bir netliğe ulaşamayan entelektüel kadrolarıyla... Özellikle “sistemdışı” bir “duruş”a sahip olduğu- nu iddia etmelerine karşın Yeni Türkiye tanımlamalarında ciddi hatalar yapanlar, ciddi zaaflarla malul bir görüntü vermekteler. “İdeolojik” duruşları ve reel-politik okumalarıyla gerçeklerden uzak bir görüntü verdikleri ve hatalı okumalarında ısrar ettikleri bilinmek- tedir... “Düşünsel ve siyasal bilinç”ten uzak, “geleneksel” ve “modern” izler taşıyan okumalarıyla ya “bilgi sahibi olmadan fikir sahi- bi olmayı” rahatlıkla tercih etmekteler ya da güya “hakkın şahitliği”, “adalet”, “özgürlük” ve toplumda “kutuplaşmayı engellemek” adına zaman zaman “sistem-içi” pozisyonları hususunda gözlemcileri bile şaşırtmaktalar. “Sistem bilinci” konusundaki bilgisizliğin öte- sinde, küresel ve yerel düzlemdeki değişimler ve yeni denge arayışında hangi aşamada olunduğu hususunda net okumalar yapamamaktalar...En vahimi de tüm bunların farkın da olmamalarıdır...
Önemli not:1-Dünyanın değişik coğrafyalarındaki Müslümanlara yönelik katliamlara rağmen egemen güçlerin “İslami terör” söylemleri devam ederken, Yeni Zelanda katli- amı sonrası suskun kalınması manidardır. Yeni Zelanda yetkililerin “insaflı açıklamaları” ile haçlı zihniyetinin/terörünün üstünün kapatılması hususunu ilk fırsatta gündeme taşımamız gerekiyor. Terörün Müslümanlarla yan yana getirilmesi sapkınlığının iç ve dış boyutlarının ilkesel düzlemde dile getirilmesinin ötesinde, Müslümanların “Müslüman’ca duruş” ile bu tür ithamlara maruz bırakılamayacağı “düşünsel ve siyasal” netliğin oluşturulması da tüm Müslümanların görevi. Unutulmamalı ki “terör” her ne kadar sapkın bir yöntem olarak algılansa ve çifte standart ile ele alınsa da düşünsel bir arka plana sahip olduğunu ıskalamamak gerekir...
2-İsra 17/36: “Hakkında bilgi sahibin olmadığı bir şeyin ardına düşme(Bilgi sahibi olmadığın konularda ileri geri konuşma).Çünkü kulak, göz, gönül bunların hepsi ondan sorumludur.”
İsra Suresi 36. ayetinde anlatılmak istenen tam olarak -son zamanlarda daha seyrek duyduğumuz- “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktır.” Bir şeyin aslını bilmeden konuşmak, karanlığa taş atmaktan başka bir şey olmayacaktır. Oysa Müslüman “hakikat arayıcısı”/ “hakkın şahitliğini yapan” kişidir. Cemaat ve ümmet olarak da “doğrunun Şahitliği”ni yapmaları elzemdir.(Ayetin açıklaması hususunda Hüseyin Bülbül ağabey ile istişare edilmiştir...)
Abdullah PAMUK/İKTİBAS ÇİZGİSİ mayıs sayısından
Abonelik İçin:[email protected]İktibas Çizgisi Kayseri Bürosu: Cumhuriyet Mah. Vatan Cad. Kiraz Apt. No: 21/3 Melikgazi/KAYSERİ İktibas Çizgisi İstanbul Temsilciliği: Akşemsettin Mah. Fevzipaşa Cad. No: 43 D.:5 Fatih/İSTANBUL {Fatih Camii karşısı} Tel: 0 545 648 75 08
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı/ Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim kampanyasının hemen akabinde Rusya’yı ziyaret etti. Söz konusu ziyarette Suriye konusu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler ele alındı... Türkiye-ABD ilişkilerinin içinde bulunduğu vasatta, “güvenli bölge” ve Fırat’ın doğusuna yönelik Türkiye’nin müdahale hazırlıkları da Erdoğan-Putin görüşmesinin gündem mad- deleri arasındaydı...
Bu arada ABD-Türkiye ilişkilerinin sorunlu vasatının açtığı alanda “terör devleti” İsrail’in saldırgan ve işgalci hamleleri giderek yoğunlaşmaktadır. Kaos Stratejisi’nin bir sonucu olarak bölgemizdeki gelişmelerin seyri, “Müslümanların” yaşadığı coğrafya ve “Müs lümanların” geleceğini doğrudan ilgilendirmektedir. Ve bu çerçevede, değişen dünya ve yeni denge arayışı sürecinde gelinen aşama bir kere daha göstermektedir ki Filistin Sorunu’nun seyri “Müslümanların” örgütlü gücü/ “duruşları” (her ne kadar ideolojik olarak sorunlu da olsa) ile doğrudan bağlantılıdır. Sorunlu “duruş”lara sahip insanımızın tüm hamasi söylemlerine, dönemsel gelişmelerin tüm aldatıcılığına rağmen bu açık gerçeklik unutulmamalıdır... Libya’daki gelişmelerin yeniden hızlanması ve bunların arka planın daki Saikler de önemsenmelidir... Keza Su- dan’da 1990’lı yıllarda başlayan gelişmelerin en son taşındığı düzlem de birilerini tatmin etmemiş olmalı ki sürecin yeni aşaması gün- demdeki yerini almış bulunmaktadır...
Tüm bu gelişmeler, büyük oranda egemen güçlerin müsaade ettiği kadar gündeme gelmekte. İletişim çağının avantajlarıyla bu zincir kırılabilecekken “Müslümanların” duruş sorunları ve güçlü bir örgüte/yapıya sahip olmamaları nedeniyle yeterince net bilgilendirme ve mücadele çizgisi ortaya konulama- maktadır, ne yazık ki. Hiç şüphe yok ki küre- sel ve yerel düzlemde yaşananlar, çoğunlukla “Organize İşler”. Ne var ki tüm bunların küresel ve yerel düzlemdeki yeri, birbirleriyle ilintileri/ortak paydaları doğru okunamadığında sorunları bir bütünlük içinde algılamak mümkün değildir. Bu, geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de böyledir. Olayları, gelişmeleri doğru tanımlamak, doğru anlamlandırmak ve dolayısıyla doğru bir “duruş”a sahip olmak için basiretli bir bakış açısına ihtiyaç vardır...
Malum değişen ve yeni denge arayışı süre- cine giren bölgemizde, Türkiye ve İran -ideolojik nitelikleri farklı olsa da- bölgenin ve insanımızın geleceği açısından reel-politik olarak stratejik öneme sahip iki ülkedir. Ancak, gerek İran’ın devrim sonrası “duruşu”- nu koruyamaması/savrulması ve gerekse de bir proje ürünü olarak stratejik öneme sahip Türkiye’nin yeni konumu ve misyonu, bölgedeki gelişmelerin seyrini ciddi olarak etki lemiştir. Bahse konu projenin etkili partneri olan Türkiye’nin duruşu, projenin belirleyici aktörü ABD’nin strateji değiştirmesi , “Kaos Stratejisi”ne geçmesiyle bölgede ve Türkiye’nin “sistem-içindeki” gelişmeleri stratejik düzlemde farklılaşmıştır. Haliyle bu durum “sistem-içi” mücadelenin taraflarının da pozisyon itibariyle farklılaşmaları sonucu- nu doğurmuştur... Özellikle “Üretilmiş Kürt Sorunu”nun paydaşlarının pozisyonlarında
MAYIS 2019 ● SAYI 466/19stratejik bir farklılaşma da gündemdedir... Keza AK Parti/AKP içindeki bazı unsurların harekete geçmesi ve pozisyonları/saflarının değişimi de söz konusu olmuştur. Hiç şüphe- siz bunların en önemli ayağı, “Nitelikli Terör Örgütü”-FETÖ(NFETÖ)’dür. Eski Türkiye’nin derin odaklarının ta sürecin başından beri haberdar oldukları FETÖ’ nün, sistem için- deki yeri ve konumu netleştiğinde, rejimin tüm unsurlarının pozisyonları da belirginleşmiştir. Önceleri AKP’yi F tipi yapılanmayla suçlayanlar, FETÖ’ nün, sistem içindeki yeri netleştiğinde, hiçbir sorgulama yapmadan pozisyonlarını değiştirdiler. CHP’si, HDP’si, hatta bugün farklı bir duruşa sahip olan MHP’si...15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte “beka sorunu” düzleminde Yeni Türkiye tarafında pozisyon almış olan MHP’nin yerini de “İyi” Parti almıştır. Eski Türkiye’nin partisi olarak, geçmişiyle birlikte değerlendirdiğimizde, Saadet Partisi(SP)’de sistem içindeki pozisyonunu belirgin hale getirmiştir... Ve tüm bu eski Türkiye unsurlarının -söylem ve duruşlarıyla- “Kaos Stratejisi”yle çıkış arayan ABD ve AB ile paralel çizgide görünmelerine de hayret etmemek gerekmektedir...
Üstelik değişen dünya ve bölge şartları ve yeni denge arayışındaki strateji değişimiyle birlikte netleşen cepheleşmeler, söylemlerin de ötesine geçerek sahaya da yansımaktadır. “Çözüm Sürecinin” sabote edilmesiyle birlik- te başlayan tarafların netleşmesi 15 Temmuz ile birlikte adeta cepheleşmeye dönüştü. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güneyinde bir koridor oluşturması, PKK/PYD’nin ABD’nin paralı askeri (lejyoneri) haline gelmesi ve geleceğini ABD ile birlikte algılaması, “Kobani olayları”, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık ilanıyla -Türkiye içinde ve bölgedeki farklılaşmalar- iyice netleşti... Ki sürecin bu aşamasında, refiklerimizin büyük bir kısmı “ilkesiz değişim” ile “sistem-içi” mücadeleye yönelmeleri de hızlandı. Tarafların bir kısmı da -süreci daha doğru okuyabildikleri iddialarına rağmen- “ilkesel ve ahlaki bir duruş” yerine “ergen”/ “duygusal” tavırlarıyla öne çıktılar. Bölgedeki yeni denge arayışı sürecinin hızlandığı bir vasatta, küresel güçlerin projeleri ve yeni stratejilerinin ne anlama geldiğini dikkate almaktan uzak bir duruş sergilediler.
Değişen dünya şartlarında ABD ve AB’de “güvenlikçi demokrasi” tartışmalarının yapıldığı bir vasatta, küresel güçler, bölgede çifte standart ile otoriter ve vesayetçi yapıları kayıtsız şartsız desteklerken malum çevreler, “romantik demokrat” kesildiler. ”Adalet” ve doğrunun şahitliğinin söz konusu olabilmesi için öncelikle sistem bilincine sahip olmaları gerektiğini, sonra da tarafları doğru tanımlayıp bildikleri konular- da söz söylemeleri gerektiğini ıskaladılar... Tarafsızlık, eleştiri, doğrunun şahitliği gibi kavramları hatalı tanımlamalarla bulanıklaş- tırdılar. Velhasıl bunlardan kimileri “sistem-i- çi” mücadelede muhalefet/eski Türkiye’nin değirmenine su taşır konuma savrulurken, kimileri de eleştiri ve muhalefetlerini hangi zeminde yaptıklarını netleştiremediklerinden, tüm kurumlarıyla netleşmemiş, işleyişi oturmamış bir sistemde kendilerine de “Molla Kasım” rolü biçtikleri için amaçlarıyla sonuçlar arasında çelişkilerle malul hale gel- diler...
“SEÇİM SONUÇLARI”NI FARKLI OKUYANLAR VE “SİSTEM BİLİNCİ”
Sadece bir seçim olarak okunması mümkün olmayan 31 Mart seçimleri ve sonuçlarını analiz edebilmek için, hiç şüphesiz, bahse konu ülkedeki sistemin niteliği, sistemin dış müdahalelere ne kadar açık olup olmadığını da bilmek gerekir. Hele hele Türkiye gibi bir imparatorluk bakiyesi olan, Cumhuriyet’in vesayetçi bir mantıkla kurgulandığı ve son zamanlarda meşruiyetini Batılı düşünceden alan “sistem-içi” bir değişim ve dönüşüm yaşayan bir ülkeden söz ediyorsak daha da çok dikkat elzem hale gelir. Zira Türkiye gibi bir ülkenin giderek artan stratejik önemi yanında bölgesel ve zamanla küresel düzlemde yeni denge arayışının kritik aktörlerinden biri olması bahse konu iken toplu durum el okumalar daha önemli hale gelir. Aynı zamanda Laik-Demokratik(Batıcı) Türkiye’nin bölgede ve küresel düzlemde Müslümanların kontro lü bağlamında stratejik öneminin bilindiği bir dünyada değerlendirmelerin önemi daha da netleşecektir... Bu çerçevede değişen şartlar ve yeni denge arayışı sürecinin kritik aşamasında sistem içi tarafların nitelikleri ve oyun kurucu güçlerle ilişkilerini dikkate alarak se- çimi değerlendirmek kaçınılmazdır...
31 Mart seçimlerinin sonuçlarını değerlendirirken, eski Türkiye’den beslenen un- surların/muhalefetin, bir bütün halinde ve organize hareket ettiğini görmekteyiz. Ve bu organize hareketler, seçim sonrasındaki değerlendirmelerde, sonuçlara itirazlarda kendini göstermiş bulunmaktadır. Henüz tam olarak muktedir olmayan iktidar/Yeni Türki- ye unsurları ise -ana gövde hariç- gelinen aşa manın ne anlama geldiğinin farkında değiller. Öyle ki “sistem-dışından” baktığımızdan, bazı paydaşlarıyla Yeni Türkiye unsurları, “kulak ekmek”ten” söz ederken “sistem-içi” mü- cadelede kendi “ayaklarından aşağıya çek- tiklerinin farkında bile değiller. “Bu onlara ders olsun”; “kendilerine çeki-düzen versin”; “eleştirmek ne zamandan beri kabahat” gibi ifadeleriyle de bazı temel hususların farkında olmadıklarını ortaya koymaktalar...
Muhalefet/Eski Türkiye paydaşlarının “aynı yere vurmaları” ise yerel seçimlerin sonuçlarını yorumlarlarken, genel bir değerlendirme sonrası il ve ilçe sonuçlarına girmek yerine özellikle İstanbul özelinde tartışmayı tercih etmeleriyle kendini göstermektedir. Çok açıktır ki seçim sonucunda, Cumhur İttifakı’nın yüzde 52 civarında oy aldığı, Millet İttifakı’nın ise -CHP ile İyi Parti’nin oyları- nın- yüzde 40’a yakın olduğu görülmüştür. Her iki ittifakın dolaylı ortaklarının yanında “görünmez” destekçileri de dikkate alındığın- da birinci ittifak yüzde 53, ikincisi ise yüzde 43 civarında oy aldığı ilan edilmiştir. İç ve dış muhalefetin bahse konu seçimdeki ana he- definin Cumhur İttifakı’nı yüzde 40’ın altına çekerek belirli bir süreç sonunda Türkiye’yi “erken” genel seçime (Başkan ve milletvekili seçimlerine...) taşımak olduğu bilinmekteydi. Evet, muhalefetin bu hedefi çok açık bir şekil- de gerçekleşmedi. Ne var ki ilk bakışta “itti- fak” olgusunun belirleyici olduğu söylenen il ve ilçe belediye başkanlıklarında, hasse ten de büyükşehir belediye başkanlıklarında muha lefet istediği sonucu elde etmiş durumdadır... Ki iddiaların aksine, burada “ittifak” olgusu etkili olmuş olsa da asıl belirleyici olan başka unsurlar gündeme gelmekte/öne çıkmakta olduğunu gözlemlemekteyiz... “Türkçüler” (İyi Parti), “Kemalistler” (CHP)’nin yanında “Kürtçüler” (HDP) ve kripto “FETÖ”cülerin bu sonucu ürettikleri dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. “FETÖ”’cülerin seçmen düzeyinde bir ağırlığı olmasa da sistem içindeki kripto yapılanmasının bürokrasideki (özellikle yargıdaki) unsurlarının böyle bir sonucu doğuran “Organize İşleri” kurguladıkları iddiası bizce de çok ciddiye alınmalıdır. Şüphesiz Ankara’da MHP’li genç ülkücülerin bir kısmının muhalefetin adayına yönelmeleri bahse konu. Benzer gelişmelerin İstanbul’da olduğu iddiası da temelsiz gözükmemektedir.
Son planda, muhalefetin bir bütün olarak hedefine kilitlenmiş olması bile bu sonuçla- rı ortaya çıkaramayacağı seçimin genel sonuçlarından anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, özellikle İstanbul’daki “organize işlerle” ilgili ciddi göstergeler ve kamuoyu ile paylaşılan
MAYIS 2019 ● SAYI 466/19belgeler görmezden gelinemez. Değişen ve dönüşen, AB standartlarına uyum süreci ya şayan Türkiye’deki sistemin oturmamış lığı, bürokrasiye hala hâkim olmadığını bildiği- miz “iktidar” partisine rağmen böyle “organize işlerin” yapılabilmesi, bazılarının aksi düşüncelerine rağmen bizce mümkündür. Bu durum, NFETÖ gerçekliği ve CHP bürokrasisi birlikte düşünüldüğünde aksini düşünenlerin, yüzeysel yaklaşımların bir sonucu olduğu söylenebilir. Aynı zamanda ABD başta olmak üzere AB ülkelerinin, seçim sonuçlarına meşru/hukuki itirazları, neredeyse gayrimeşru ilan eden açıklamaları ise bu bağlamda yerli yerine oturtulmalıdır...
Dikkat edelim, “iktidar” partisinin değil muhalefet partilerinin, derin odakların organizasyonu ile seçimlerde hile yapıldığı iddiası söz konusudur. Henüz muktedir olmadığı net bir şekilde anlaşılan “iktidar”, muhalefeti hile yapmakla suçlamakta ve bu itirazlarıyla ilgili güçlü bir ses getirememektedir. Ve itirazlarından sonuç alıp almamaları kritik bir dengenin üreteceği karara bağlı gözükmekte- dir... Hem de kısa bir süre öncesine kadar bir projenin ortağı olan, güya bölgenin yeniden yapılandırılmasında “model ülke” olarak ni telenen ve lideri ödüllere boğulan ve şartlar değişince de aynı liderin “diktatör” olarak nitelendiği bir Türkiye’de bunlar gerçekleşmektedir...
ABD’nde seçim sonuçlarındaki oy farkının yüzde 1’in altında olduğu bir seçim bölgesin- de -sonuçlara itiraz olmasa dahi- oy sayımının tekrarlanması gibi bir kuralın olduğunun yazılıp çizildiği bir dünyada bunlar yaşan- makta. Ki İstanbul’da itiraz ve tartışmaların binde 2 civarında seyretmekte olduğu ve İstanbul oylarının ancak yüzde 10’u civarında bir oyun yeniden sayılması nedeniyle farkın 29 bin civarından 13 bin seviyesine düştüğü malum olduğu halde...
Son planda 31 Mart seçimleri, sıradan bir yerel seçim olmanın ötesinde, değişen şartlar ve yeni denge arayışının en kritik döneme- cinde, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye unsurlarıyla bunların dış uzantıları açısından stratejik bir öneme sahipti. “Sistemiçi” malum unsurlar ve destekçileri, bu seçimin yerel bir seçim olmanın ötesinde ortaya çıkaracağı sonuçların farkına vararak hareket etmekteler. Ve muhalefette olmanın psikolojik avantajlarını da kullanarak toplum tabanlarını motive etmekte başarılı gözükmekteler. Buna karşın Yeni Türkiye olgusunu hatalı tanımlayanlarıyla, değişim ve dönüşüm sürecinin henüz bitmediği hususunda yeterince bilinçli bir duruşa sahip olmayanlarıyla ve diğer unsurlarıyla -küçük bir kesim hariç ciddi zaaflarla malul gözükmekteler... Ve geleneksel taba nıyla, düşünsel ve siyasi duruşta bir netliğe ulaşamayan entelektüel kadrolarıyla... Özellikle “sistemdışı” bir “duruş”a sahip olduğu- nu iddia etmelerine karşın Yeni Türkiye tanımlamalarında ciddi hatalar yapanlar, ciddi zaaflarla malul bir görüntü vermekteler. “İdeolojik” duruşları ve reel-politik okumalarıyla gerçeklerden uzak bir görüntü verdikleri ve hatalı okumalarında ısrar ettikleri bilinmek- tedir... “Düşünsel ve siyasal bilinç”ten uzak, “geleneksel” ve “modern” izler taşıyan okumalarıyla ya “bilgi sahibi olmadan fikir sahi- bi olmayı” rahatlıkla tercih etmekteler ya da güya “hakkın şahitliği”, “adalet”, “özgürlük” ve toplumda “kutuplaşmayı engellemek” adına zaman zaman “sistem-içi” pozisyonları hususunda gözlemcileri bile şaşırtmaktalar. “Sistem bilinci” konusundaki bilgisizliğin öte- sinde, küresel ve yerel düzlemdeki değişimler ve yeni denge arayışında hangi aşamada olunduğu hususunda net okumalar yapamamaktalar...En vahimi de tüm bunların farkın da olmamalarıdır...
Önemli not:1-Dünyanın değişik coğrafyalarındaki Müslümanlara yönelik katliamlara rağmen egemen güçlerin “İslami terör” söylemleri devam ederken, Yeni Zelanda katli- amı sonrası suskun kalınması manidardır. Yeni Zelanda yetkililerin “insaflı açıklamaları” ile haçlı zihniyetinin/terörünün üstünün kapatılması hususunu ilk fırsatta gündeme taşımamız gerekiyor. Terörün Müslümanlarla yan yana getirilmesi sapkınlığının iç ve dış boyutlarının ilkesel düzlemde dile getirilmesinin ötesinde, Müslümanların “Müslüman’ca duruş” ile bu tür ithamlara maruz bırakılamayacağı “düşünsel ve siyasal” netliğin oluşturulması da tüm Müslümanların görevi. Unutulmamalı ki “terör” her ne kadar sapkın bir yöntem olarak algılansa ve çifte standart ile ele alınsa da düşünsel bir arka plana sahip olduğunu ıskalamamak gerekir...
2-İsra 17/36: “Hakkında bilgi sahibin olmadığı bir şeyin ardına düşme(Bilgi sahibi olmadığın konularda ileri geri konuşma).Çünkü kulak, göz, gönül bunların hepsi ondan sorumludur.”
İsra Suresi 36. ayetinde anlatılmak istenen tam olarak -son zamanlarda daha seyrek duyduğumuz- “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktır.” Bir şeyin aslını bilmeden konuşmak, karanlığa taş atmaktan başka bir şey olmayacaktır. Oysa Müslüman “hakikat arayıcısı”/ “hakkın şahitliğini yapan” kişidir. Cemaat ve ümmet olarak da “doğrunun Şahitliği”ni yapmaları elzemdir.(Ayetin açıklaması hususunda Hüseyin Bülbül ağabey ile istişare edilmiştir...)
Abdullah PAMUK/İKTİBAS ÇİZGİSİ mayıs sayısından
Abonelik İçin:[email protected]İktibas Çizgisi Kayseri Bürosu: Cumhuriyet Mah. Vatan Cad. Kiraz Apt. No: 21/3 Melikgazi/KAYSERİ İktibas Çizgisi İstanbul Temsilciliği: Akşemsettin Mah. Fevzipaşa Cad. No: 43 D.:5 Fatih/İSTANBUL {Fatih Camii karşısı} Tel: 0 545 648 75 08