Müslümanların Pratik Ahlak Sorunu
Sorun; Şii veya Sünni olmak, gelenekçi veya modernist olmak, tasavvuf ehli veya karşıtı olmak değil; salih ameli yani pratik ahlakı ıskalamaktır.
İslam düşüncesinin yeniden ihyası ve örnek bir toplum düzeni modelinin oluşturulması hususu son iki yüzyıldır tartışıldı, tartışılmaya da devam ediyor.
Çeşitli ekollerin kendi anlayışları üzerinden geliştirdikleri çözüm önerilerinin hiçbirinin pratik bir toplumsal örnekliğe tekabül ettiğine şahit olamadık.
Sahabeye büyük ölçüde masumiyet atfeden, asr-ı saadet örneklemesini sürekli gündemde tutan, tarih boyunca nispeten kaderci ve egemenlerle uzlaşan bir duruşu tercih eden Sünni anlayışın hakim olduğu Müslüman toplulukların bugünkü manzarası ortadadır. Ayrım yapmadan tüm sahabeyi, mezhep imamlarını, tarihe malolmuş siyasi/dini şahsiyetleri rol model olarak sunan Sünni gelenek günümüzde örnek bir ahlak toplumu oluşturmayı başaramamıştır.
Şii geleneğin de durumu Sünni gelenekten farksızdır. İslam tarihini ehl-i beyt üzerinden okuyan, ehl-i beyt imamlarının örnekliğini sürekli işleyen, Kerbela kıyamının duygusal atmosferini ruhlara kazımaya çalışan Şii anlayışın örnek bir toplum inşa edemediğine şahit oluyoruz. 1979 İran İslam İnkılabı siyasi ve askeri olarak Müslümanları iktidara taşıdı ise de, bu inkılabın ahlaki dönüşümü yeterince sağlayamadığını ifade etmemiz gerekir.
Tasavvuf ehli Müslümanların hem bireysel hem de toplumsal açıdan ciddi bir örneklik sorunu yaşadığını söylememiz abartı değildir.
Diğer taraftan İslam dünyasında ve ülkemizde Kur'an'a yeniden dönüş yaparak tasavvurları düzeltmeliyiz diyen Mutezili anlayışın etkisi altındaki Müslümanların yaşamlarının da bir örnekliğe tekabül ettiğini göremiyoruz.
Sorun; Şii ya da Sünni olmak değildir. Sorun; tasavvuf ehli ya da karşıtı olmak değildir.
Sorun; duyguların aklı ya da aklın duyguları galebe çalması değildir.
Sorun; peygamberimizin vefatı sonrası oluşan teolojik tartışmalar değildir.
Sorun; "Salih Amel"i yani "pratik ahlak"ı ıskalamak olarak özetlenebilir.
Her ekolün içinde istisna da olsa ahlak abidesi insanlar mevcuttur. Ancak ahlak genelleşemezse ya da ahlaksızlık istisna kılınamazsa örnek bir ahlak düzeninden bahsedemeyiz. Bugün tam da sorunumuz budur.
Şu tespiti net olarak yapabiliriz: Müslümanları mensubu oldukları mezhep ya da meşrep ahlaklı kılmaya yetmiyor.
Allah (c.c) Kur'an'ı Kerim'de temel olarak iman ve salih amelin altını çiziyor. Bakara Suresi 62. ayette Allah'a ve ahirete iman eden ve salih amel işleyen ehl-i kitaba dahi açılan umut kapısı, bize Allah nezdindeki önem sıralamasını göstermiyor mu?
Peygamberimizin (SAV) "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" ifadesi bizim için yeterli bir mesaj değil midir?
O halde "Ne yapılması gerekiyor?" sorusunu doğru cevaplamalıyız.
Ne Yapılmalı?
Müslümanlar kısır mezhebi ve düşünsel tartışmaları bir kenara bırakmalıdır. Mutlak manada şirke taalluk etmeyen hususlarda farklılıkları normal kabul etme olgunluğuna erişmeliyiz. Kur'an'ın muhkem ayetleri üzerinde hemfikir olan herkesi kardeşimiz olarak görmek durumundayız.
Farklı mezhep ya da ekollerin duygu ve düşünceye verdikleri ağırlıkların da farklı olduğunu biliyoruz. Buna dayalı tartışmalar kardeşlik hukuku çerçevesinde ve belirli seviyelerde yürütülebilir. Önemli olan ihtilafın tefrikaya dönüşmemesidir.
Temel sorunun düşünce ve duygularda değil, amelde olduğunu tespit etmeliyiz. Bunun için peygamberimizin Mekke'deki Müslüman şahsiyeti ve cemaati inşa sürecini ve Medine'deki toplumsal düzen kurma sürecini günümüze nasıl taşıyacağımızı sorgulamak zorundayız.
Mekkeli müşriklerle günümüz dünyasına egemen olan müşriklerin değerler sistemi ve pratikleri arasında çok büyük benzerlik vardır. Her iki müşrik sistem servet ve statüyü kutsama, her türlü arzuyu sınırsız gerçekleştirme özgürlüğü üzerine bina edilmiştir.
Bugünün müşrik ahlakını "kapitalist ahlak" olarak isimlendirebiliriz. Kapitalist ahlakla hesaplaşılamadığı sürece insanlığın içinde bulunduğu buhrandan çıkışı söz konusu olamayacaktır.
Kapitalist ahlakla mücadelede iki boyutu birlikte dikkate almamız zorunludur. Birinci boyut insanın içsel dinamiklerine dayalı olan nefis terbiyesidir. İkinci boyut ise insanın dışındaki dinamiklerle ilişkili olan toplumsal düzenin arındırılmasıdır. Bu boyutlardan sadece birisi üzerine kurulan ya da birisini erteleyen mücadele yöntemlerinin başarı şansı yoktur.
Günümüz İslam coğrafyasında iki boyutun da arızalı olduğunu müşahede ediyoruz.
Dindarlık büyük ölçüde bazı ritüellere indirgenmiş durumda... Dindar olmak ahlaklı olmak anlamına gelmiyor. Namaz, oruç ve diğer ibadetler bizi İslam ahlakına ulaştırmıyor. Yoğun nafile ibadetler bile günlük hayatımızı kapitalist yaşam felsefesinin etkisinden kurtaramıyor.
Dindar insan, nefis terbiyesini birkaç nafile ibadetin ifası ile sağladığını zannediyor. Kendisini İslam ahlakı üzerinden teorik bir sorgulamaya tabi tutsanız, tüm ahlaki değerleri önemseyen bir kişilik ile karşılaşacağınız muhakkak... Ancak iş pratiğe geldiğinde ciddi boyutta bir zaafiyet yumağı ile yüzleşiyoruz.
Bu iki yüzlü duruşun temelinde dinin yanlış anlatılması ve anlaşılması olduğu tezine katılamıyorum. Problemin özünde öncülük yapan şahsiyetlerin yanlış örnekliklerinin yattığını düşünüyorum.
Kanaat önderleri sahip olduklarını iddia ettikleri ilim ve hikmeti "hal"e dönüştüremiyorlar. Topluma güzel örneklik oluşturacak bir yaşam ve duruştan uzaklar...
Yaşam ve duruşlarındaki ciddi boyutlardaki zaafiyetler sakat bir dindarlık anlayışının yolunu açıyor.
Kimi lüks yaşamı ile, kimi günahları mübahlara çeviren tevilleri ile, kimi iktidar ilişkileri ile, kimi geleneği ya da modernliği kutsayarak, kimi adalete değil zulme meylederek, kısacası dünyevileşmiş ve ahlaki erozyona karşı duyarlılığını yitirmiş bir tavır ile toplumu yanlış yönlendiriyorlar.
İslam dünyasının günümüzdeki en önemli sorunu, yaşamı ve duruşu ile örnek "hal ehli" önderlerin eksikliğidir. Rahmetli İmam Humeyni, Şeyh Ahmet Yasin gibi önder şahsiyetlerin sayısının artması ve coğrafyamızın her tarafında öne çıkmaları halinde; dindarların ahlaksızlık hastalığından kurtulacağına, ümmetin tüm insanlığa örnek olacak bir seviyeye yükseleceğine ve adil bir dünya düzeni inşa edileceğine inanıyorum.
Geçen hafta bir televizyon kanalında ülkemiz Müslümanlarının farklı gruplarını temsil eden iki ilim adamının son derece seviyesiz tartışması zihinlerimizdeki tazeliğini koruyor. Biri geleneği, diğeri modernliği temsil eden bu iki kişinin genelde topluma, özelde dindarlara nasıl bir örneklik teşkil edeceği sorusu bile başlı başına trajikomiktir.
"Bu ülkenin insanları büyük ölçüde dindardır" ya da "Muhafazakarlar bu ülke halkının %70'ini oluşturur" önermeleri, Türkiye'de örnek bir toplum ve düzen olduğuna işaret etmiyor. "Cennete gireceğiniz kesinleşse hemen ölümü tercih eder misiniz?" sorusuna %65 hayır, %15 evet diyen bir toplum gerçeği ile yüz yüze olunulduğunun teşhis edilmesi ve yukarıda çizilmeye çalışılan çerçevede doğru bir tedavi uygulanması zorunludur.